Güney, işkence, devlet, hukuk ve Ergenekon...
“Eğer kötü niyetliyse, birine senin hakkında yalan yüklü bir rapor hazırlatır, altını imzalatır, sonra da dosyanın üstüne gizli damgasını vurup arşive atar. Günü gelince de tedavüle sokar veya sana şantaj yapar. Böyle kötü örneklere ender de olsa rastlanır bizim camiada...”
Bu sözleriyle bana aba altından sopa mı göstermek istemişti, bilemiyorum. Ama Tuncay Güney ve işkence olayını izlerken aklıma takıldı, yıllar önceki bu sözler.
Kirli oyunları düşündüm.
İstihbarat dünyasında, emniyet dünyasında ‘şantaj dengeleri’ oluşturmak için oynanan kirli, çirkin oyunları. İnsanların canını yakan, karakter katliamı yapan, hukuku yerle bir eden entrikalar, dezenformasyonlar...
O kadar çok örneği var ki.
Deniyor ki:
Tuncay Güney’in ifadeleri işkence altında alınmış...
Ne zaman?
2001’de İstanbul Emniyeti’nde.
Sonra bu ifadeler eski deyişle tebahür etmiş, ortalıktan kaybolmuş, belki günün birinde kullanılmak üzere.
Bir yıl geçer aradan.
MİT’e imzasız bir ihbar mektubuyla birlikte bazı CD’ler gelir, Tuncay Güney’in görüntülü ifade tutanaklarını içeren...
Bunlar MİT’te bir süre bekler.
Neden bekler?..
Daha sonra 2003’de, önce Genelkurmay Başkanlığı’na, bir süre sonra da Başbakanlığa iletilir? Neden önce Genelkurmay’a?..
Bir süre sonra da Tuncay Güney CD’leri MİT tarafından Ergenekon davasına ulaştırılır.
Peki, bu gecikmeler neden?...
Bu süreçte henüz Tuncay Güney’e İstanbul Emniyeti’ndeki işkenceyi tespit eden ses kayıtları ortalıkta yoktur.
Bunlar bilinmezken, Tuncay Güney Kanada’dan TRT’ye çıkıp çarpıcı açıklamalar yapar Ergenekon’a ilişkin. Hatta bir ara, ifadesi alınırken kendisine işkence yapıldığını da söyler. Ama inandırıcılık sorunu yüzünden olacak işkence iddiasının üstünde duran olmaz.
Aradan aylar geçer.
Sürpriz gelişme yaşanır. Bazı avukatların dikkati ve mahkemenin girişimi olumlu sonuçlanır ve MİT, işkenceyi saptayan ses kayıtlarını Ergenekon mahkemesine gönderir.
Yine bir gecikme mi söz konusudur? Veya böyle bir zamanlamanın sebebi ne olabilir? Yoksa, ses kayıtları MİT’in eline yeni mi geçmiştir?
Başka sorular da akla takılır:
2001 yılına ait işkence olayını en başta ilgilendiren İstanbul Emniyeti’nde bu ses ve görüntü kayıtları yok mu? Ya da Tuncay Güney’in sorgusunu yapanlardan birinin daha sonraki yıllarda işkence iddiası nedeniyle meslekten uzaklaştırıldığı doğru mu?
Sorular bitmiş değil.
Kanal D’de Mehmet Ali Birand’ın ana haberlerini izliyorum. Tuncay Güney İstanbul Emniyeti’nde gördüğünü söylediği işkenceyi anlatıyor.
Cinsel organları sıkılmış...
Copla arkadan zorlanmış...
İşkence dokuz gün sürmüş...
Bu işkence sırasında Güney yönlendirilmiş, diyecekleri ezberletilmiş, bütün bunlar görüntülü değil, sesli olarak kaydedilmiş... Bundan sonra da video görüntülü ifade aşamasına geçilmiş...
Bu aşamada da, Tuncay Güney’in ağzına işkenceyle konan, gazeteci dostlarım Ertuğrul Özkök, Bekir Çoşkun, Enis Berberoğlu isimleriyle birlikte bazı başka kişiler de ifade tutanağına sokuşturulmuş...
Askeri deyişle:
‘Andıç’lanmışlar.
Şimdi ne olacak?
Eğer bir hukuk devletiysek:
Mahkemenin bilirkişi raporuna da dayandırdığı sesli işkence tutanağından dolayı poliste soruşturma açılmalı ve hesap sorulmalıdır.
İstanbul Emniyeti, 2001’de yaşananları gözler önüne sermelidir.
İşkenceciler yargılanmalıdır.
Devlet, Tuncay Güney’den özür dilemelidir.
Devlet, gazeteci dostlarımdan özür dilemelidir.
MİT ve Emniyet, yaşanan gecikmeler konusunda kamuoyuna inandırıcı açıklamalar yapmalıdır.
Ergenekon davasına gelince...
Eğriyi doğrudan ayırmak lazım.
Tuncay Güney ifadeleri değildir, bu davayı önemli kılan. Ya da Ergenekon’un önemi, sadece bu ifadelerden kaynaklanmıyor.
Ancak Tuncay Güney ifadelerinin işkence altında alınmış olması gerçeği, Ergenekon davasını da bir yerinden zedeliyor. Hukuk açısından haklı olarak eleştirilen başka noktalar da var, Ergenekon davasına gölge düşüren...
Birçok doğrunun yanına bazı yalanlar da sokuşturuluyor.
Bunlar malum tuzaklardır davayı sulandırmak isteyen.
İnşallah boşa çıkartılır.
Dileriz, bu dava ‘karakter katliamları’na yol açmadan, Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin kapısını açar.
Hasan Cemal
h.cemal@milliyet.com.tr
Milliyet