YÖK Başkanı’nın GDO’lu domotes uyarısı için ZMO genel başkanı Dr. Gökhan Günaydın bakın ne dedi: “Eğer tohuma sahip olmazsanız, siz aslında tarıma da sahip çıkamazsınız demektir”

Kahramanmaraş’a dün gelen Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Genel Başkanı Doç. Dr. Gökhan Günaydın, Yükseköğretim Kurulu Başkanı (YÖK) Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın ABD ve İsrail'in ürettiği GDO'lu ürünlerle 20 yıl içinde bir milleti yok edebileceği şeklindeki sözlerini şöyle yorumladı: “Eğer tohuma sahip olmazsanız siz aslında tarıma da sahip çıkamazsınız demektir.”

Özcan’ın “Ülkemizde yetiştirilen domates ve buğdayın tohumlarının büyük bir kısmı, Amerika ve İsrail'den geliyor. Bir Türk aydını olarak bazen gerçekten kendimi çok küçük hissediyorum” şeklindeki sözleri gündemde yankı yaptı.

Kahramanmaraş Şubesi’nin ev sahipliğinde 2-3 Ekim tarihlerinde yapılacak olan Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) 42. Dönem 2. Danışma Kurulu toplantısı için bu kente gelen Genel Başkan Dr. Gökhan Günaydın, YÖK Başkanı Özcan’ın sözlerini soran DHA muhabirine şunları anlattı:

“Bugün Nevşehir’deki akademik açılış töreninde YÖK Başkanı Sayın Yusuf Ziya Özcan’ın Türkiye’nin tohumda özellikle domates ve buğday tohumunda dışa bağımlı olmasından dolayı rahatsızlık duyduğunu ifade etmiş. Ve Türkiye’ye genetik müdahale edilmiş tohumların girmesi halinde bunun toplumsal olarak bir yıkım sürecine yol açabileceğinden de söz etmiş. Bu çerçevede de bu sürecin sorumlu olarak da en başta üniversiteleri göstermiş. Şimdi başlangıç olarak Sayın Özcan’ın kaygılarına ve görüşlerine kısmen katıldığımızı ifade etmek isterim. Çünkü Ziraat Mühendisleri Odası olarak Türkiye gibi tarım potansiyeli çok yüksek olan dünyadaki 8 gen merkezinden 3’üne sahip olan ve 3 bini endemik olmak üzere 13 binden fazla bitki türüne sahip olan yani bir gen bankası niteliğindeki ülkemizin tohumda dışa bağımlı olmasının asla kabul edilebilir olmadığını haykırıyoruz. Ve şunu da söylüyoruz; eğer tohuma sahip olmazsanız siz aslında tarıma da sahip çıkamazsınız demektir. Ayrıca genetiği değiştirilmiş organizmaların da Türkiye için bir biyolojik yıkıma neden olabileceğini de biz defalarca söyledik. 1998 yılından 2010 yılına kadar Türkiye’ye 20 milyon tonu aşkın genetiği değiştirilmiş soya, pamuk, kanola ve mısır girmiştir. Bunlar yem sanayi tarafından yem rasyonlarında kullanılmıştır. Gıda sanayi tarafından da 800’den fazla çeşidin hammaddesi olarak kullanılmıştır. Ve bunlar da tüketici sofralarına gelmiştir.

Peki, bu ürünlerin yol açabileceği sağlık sorunları var mıdır? Yurt dışında yapılan kimi araştırmalar bunların alerjik reaksiyonlara yol açabildiğini, antibiyotik dayanıklılık süreçlerine neden olabildiklerini, organ hasarlarına, kan biyokimyasında bozulmalara neden olabildiklerini, doğum anomanileri ve düşük doğumların kaynağı olabildiklerini gösteriyor. Belki de en önemlisi; en geç üçüncü nesilden sonra kısırlık tehlikesi yaratabileceklerini de söylüyor. Türkiye’ye bu ürünlerin girmesi ve bu ürünlerin tüketici tarafından tüketiliyor olması; bu sağlık risklerinin toplumumuzun üzerine doğması anlamına geliyor. Türkiye, 26 Mart 2010 tarihinde Biyogüvenlik Kanunu’nu Resmi Gazete’de yayımlamış bir ülkedir. 26 Eylül 2010 tarihinden itibaren de bu kanun yürürlüğe girmiştir. Ama bunu kanun yürürlüğe girmeden evvel, biyogüvenlik alanındaki kaygılar dikkate alınmaksızın, 32 çeşit GDO’nun Türkiye’ye serbestçe girişine izin verilmiştir. O halde Sayın Özcan’ın kaygılarının Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından paylaşılmadığı buradan görülmektedir. Gerçi Tarım Bakanı da zamanında; “Ben GDO’lu ürün tüketmem” demişti. Ama eskiden bir yasal süreç ile muhatap olmadan giren bu ürünler artık bir meşruiyet temeli bulmuş ve yasal olarak Türkiyemize giriyorlar. Dolayısı ile bunların önlenmesi lazım.”

TÜRKİYE’DE TOHUMDAKİ DIŞA BAĞIMLILIK MUTLAKA KIRILMALIDIR

“Bir başka konu da; tohum meselesi…Türkiye’ye GDO’lu tohum girmemektedir. Çünkü genetiği değiştirilmiş tohumların Türkiye’de ekilmesi yasaktır. Dolayısı ile eğer böyle bir şey varsa; bu legal olmayan yollardan yapılan bir faaliyet olarak tanımlanmalıdır. Bundan da öte; Türkiye’de tohumdaki dışa bağımlılık mutlaka kırılmalıdır. Ama 2004 yılında çıkartılan Tohum Kanunu, bırakın bu tohumdaki tekelleşmeyi kırmayı, tohumda kendi ARGE’mizi geliştirmek yerine yabancı ARGE’lere, yabancı çok uluslu şirketlere daha fazla bağımlı kalmamıza neden olmuştur. Şimdi üniversiteler bu alanda yeterince çalışma üretemiyorlar ise; ARGE alanında buralarda ayrılan kaynak eksiliğine dikkat etmek lazım. Ayrıca Tarımsa Araştırma Enstitüleri gibi Tarım İşletmeleri ve çiftlikler gibi tohumu geliştirecek, üretecek ve çoğaltacak kuruluşların nasıl birbiri ardına kapatıldığını ya da nasıl hammadde üretimi için çeşitli şirketlere uzun yıllara kiralandığını biliyoruz.”

TÜRKİYE’NİN HEM ARGE POLİTİKASINI VE HEM DE TARIM POLİTİKASINI YENİDEN GÖZDEN GEÇİRMEYE İHTİYACI VARDIR

“Dolayısı ile bu alanda üniversiteleri suçlamadan evvel Türkiye’nin hem ARGE politikasını ve hem de tarım politikasını yeniden gözden geçirmeye ihtiyacı vardır. Bu gözden geçirme; üreticiden tüketiciye olan o zincirin yararı için ve Türkiye’nin toplumsal yararı için kurgulanmak zorundadır. Eğer siz tarımı ve tohumu çok uluslu şirketlerin rant alanına terk ederseniz; bu sizin için hem ekonomik yıkım, hem de genetik yıkım anlamına gelecektir. Bunun sonuçları da Türkiye için pek te olumlu olmayacaktır.” (LÜTFİ YIKAN / www.kanal46.com)