“Her gün bir yerden göçmek ne iyi.

Her gün bir yere konmak ne güzel.

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.

Dünle beraber gitti, cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait.

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım...”

Mevlana’nın bu dizeleri düşünen insanların vazgeçemediği şiarıdır.

“Yeni sözleri söylemek” bilmeden tartışmak değil, doğru bilgiler üzerine yeni açılımlar oluşturmak için söylenmiştir.

Yaşadığımız toprakları kimse bizim kadar iyi anlatamaz.

Bizi diğerlerinden ayıran özelliklerimiz farklılığımızdır, zenginliğimizdir.

Maraş adına Kahraman sıfatını ekleyen bir nesil bu topraklarda yaşamıştır.

Dünya tarihinde görülmemiş bir destanı 1920 yılında bu topraklarda kanlarıyla yazan bir ecdada sahiptir, bu topraklar.

300 Sparta’lı, Cesur Yürek, Kral Arthur gibi Hollywood yapımı filmlerle dünyaya şöhreti yayılan tarihi karakterleri her izlediğimde içim burkulur.

Kahraman ecdada layık olduğunca sahip çıkamadığımdandır, hüznüm.

Beyaz Sessizlik(Abdal Halil Ağa) kitabını yazma sebebimde o kahramanları anlatabilmenin telaşındandır.

Kendi insanımıza dahi Milli Mücadalenin neden destan olduğunu anlatamamışız.

4000 kişilik düzenli bir orduya karşı bir avuç insanın “özgürlük” mücadelesini ifade edememişiz.

Evet, artık yeni şeylerle anlatmak lazım Kahraman(!) Maraş’ı.

Abdal Halil Ağa’nın davulunu susturmasını her insan anlayabilir. Ölümün geldiği topraklarda eğlencenin olmayacağını ruhu olan her medeni insan bilir.

1920 yılında bu toprakların bedelini peşin ödeyen kahraman ecdadımız o mücadeleyi yapmasaydı neler olurdu bir düşünün…

Hayal etmeye gerek yok.

Cevap, Filistin’de evlatlarının cesedine sarılan babaların gözlerinde saklı…

Belki hala elimizde taşlarla, sapanlarla yaptığımız mücadelenin yalnızca yaşamak için olduğunu anlatıyor olacaktık.

Kime anlatacaktık, medeni dünyaya(!) M.Akif’in tabiriyle “tek dişi kalmış canavar’a”…

Hep düşünürüm, Maraş’a İngiliz ve Fransız birlikleri Mondros mütarekesinin hangi maddesine istinaden geldiler?

Bahane edilen maddedeki şartlar 1918 yılında Maraş’ta gerçekten mevcut muydu?

Sivil asayişi temin için 4000 kişilik toplu, tüfekli birliğe gerçekten ihtiyaç vardı mıydı?

Çünkü mütareke, sadece ateşkes anlaşmasıydı, birlikler silahı bırakacak ve oldukları yerde kalacaklardı…

Bu işgali yapanlar, bizi şerefli tarihimizle hesaplaşmaya çağıranlar önce bu gerçekle hesaplaşmalılar.

O gün yaşanan tüm acılar bu toprakların üzerinde kaldı, bugün özgürce yaşayan bizler dahi yaşanan destanı anlamadı o yüzdende anlatamadı!

Yazımın başlığı “Kanlıdere- Boğazkesen-Bektutiye”; Kanlıdere ve Boğazkesenle ilgili kent konseyinde yaşanan anlayamadığım tartışmalardan dolayı bu yazıyı yazdım.

Bir hatayı düzeltmekten başka bir amacım yok.

Kanlıdere ve Boğazkesen adının 1920 yılında ki olaylarla hiçbir alakası yoktur.
İsimler yanlış mecralara çekilmiştir.

Kahramanmaraş kamuoyunun önde gelen isimlerinin bile bu isimlerin kökenini bilmeyişi manidardır.

Dülkadiroğlu Beyliği yıkıldıktan sonra Maraş’ta 19. yüzyıla kadar süren, Osmanlı’nın temsilcisi Beyazıtlılarla-Dülkadiroğulları arasında kavgalar olmuştur.

Kanlıdere ve Boğazkesen isimleri de bu kavgalardan dolayı verilmiştir.
Ne tehcirle, ne milli mücadeleyle alakası olmayan bu isimler Maraş’ın tarih zenginliğinin bir parçasıdır. Bu kavgalar hakkında da yazılacak çok şey var ama yer kalmadı.

Bektutiye adının kökeni, Bektutiye medresesinin önemi yer darlığı nedeniyle şimdilik bende kalsın.

Sağlıklı günler dilerim.

Dr. Gökhan Gökşen
[email protected]
(Kaynak: Kahramanmaraş'ta Bugün Gazetesi)