'Balyoz Darbe Planı’ soruşturması kapsamındaki bu yeni dalga gözaltılar öncekilerden çok daha kapsamlı oldu. İstanbul ve Ankara’daki gözaltı kararlarının pekçok yansıması olacaktır ancak bunların Genelkurmay Başkanlığı’nda beş ayı kalan Orgeneral İlker Başbuğ ve kendisinden sonra gelecek komutan açısından gözaçıcı bir tarafı olmalı.

Taraf gazetesi bu darbe planlarını 20 Ocak günü yayınlamaya başladığında Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yaparak 5-7 Mart’ta yapılan o toplantının 1.Ordu Komutanlığı sorumluluk bölgesinde icra edilen bir ‘ plan semineri’ olduğunu duyurmuştu.

Mızrak çuvala sığmıyor



‘Mezkûr planlar’ın konuşulduğu o ‘seminer’e İlker Paşa katılmamıştı, zira o sırada Ankara’da Kara Kuvvetleri’nde kurmay başkanlığı görevindeydi.

Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un ‘plan semineri’ diyerek savunduğu, ‘burada birşey yok’ demeye getirdiği belgelerle bugün iki emekli orgeneral, iki emekli oramiral gözaltında. Dolayısıyla savcılığın elindeki 5 bin sayfalık dökümanlarda neler olduğunu bilmeden ‘seminer’ açıklaması yapmak pek isabetli olmadı.

‘Gözaltı ne ifade eder?’ diyebilirsiniz. Burası Finlandiya olmadığına göre çok şey ifade eder! Nihayet gözaltına alınanlardan ikisi kuvvet komutanlığı yapmış isimlerdir.

İlker Paşa, daha önce Albay Dursun Çiçek imzalı belgeyle ordu içindeki yasadışı oluşumlar gündeme geldiğinde o belgeye ‘bir kağıt parçası’ deyip geçmiş, orduya karşı ‘asimetrik psikolojik harekât’ yürütüldüğünü söylemişti.

Ama bir süre sonra o kağıt parçasının sadece bir kağıt parçası olmadığı, önce ıslak imzanın ortaya çıkması, sonra o imzanın ‘Albay Çiçek’in eli ürünü’ olduğu Adli Tıp Kurumu raporlarıyla ispatlanınca mahcup olmuştu. (O belgenin aslı Ergenekon savcıları tarafından Genelkurmay Başkanlığı’na gönderildi. O ‘kağıt parçası’ bugün altındaki ıslak imzayla birlikte İlker Paşa’nın masasında duruyor.)

Genelkurmay’ ı sürekli ‘mahcup’ duruma düşeren kim ya da kimler? Bu işlerin arka
sında nasıl bir ‘yapı’ var?

Genelkurmay Başkanı’nın konuşmalarını kaydedip internet sitelerine verenler kim?

Muhtemeldir ki , İlker Başbuğ’un sık sık belirttiği gibi Türk Genelkurmayına karşı ‘asimetrik psikolojik harekât’ uygulanıyor.

Bir Türk Genelkurmay Başkanı’nın, kamuoyu önünde sık sık ‘mahcup’ duruma düşmesinden ya da konuşmalarının kaydedilip internet sitelerine verilmiş olmasından hiçbir Türk vatandaşı memnuniyet duymaz, duymamalıdır.

Bu içe sindirilebilecek bir durum değildir. Son derece ciddi bir sorundur, hatta bir Milli Güvenlik sorunudur.

Bunun üzerinde durulmalı, bunun üzerine gidilmelidir.

Ancak bu meselenin bir boyutudur.

Meselenin öteki boyutu ‘darbecilik hastalığı’dır.

Başbuğ sözünü tutsun



Kökü ne kadar derinlerde olursa olsun 2000’li yıllarda o koltukta oturan bütün Genelkurmay Başkanları TSK’yı bu hastalıktan kurtarmak için elinden geleni yapmalıdır.

Genelkurmay Başkanı Türk milletine verdiği sözü tutmalıdır.

Şöyle diyordu: “TSK demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine bağlıdır ve saygılıdır. Bu ilkelere aykırı düşünce içinde olan davranışlarda bulunan ve bulunabilecek personelini TSK bünyesinde barındırmaz. Bunu kim söylüyor? Bunu Anayasamızın 117. maddesine göre, TSK’nın komutanı olan Genelkurmay Başkanı ben söylüyorum. Artık TSK’nın komutanı olan Genelkurmay Başkanı’nın bu ifadesi en büyük teminattır !” (26 Haziran 2009 açıklaması)

İlker Başbuğ, bunun için ne yapıyor?



Paşa’nın görevden ayrılmasına şurada birkaç ay kaldı.

Bugün o koltukta oturan her genelkurmay başkanı, en az Hilmi Özkök kadar cesur olmak zorundadır.

Daha seçimlerden yeni çıkılmışken, halktan yüzde 34 oy desteği almış bir hükümeti devirme hazırlıklarına girişmek nasıl bir ‘rahatsızlık’a tekâbül eder?

Bu darbecilik hastalığı orduyu kemiren bir mikrop haline dönüştü. Ne ‘yeni dünya’ ne ‘yeni Türkiye’ bu mikrobu bünyesinde yaşatan bir orduyu taşıyabilir.

Bu ordu milletin ordusudur ve Türk devletinin kim ne derse desin bu orduya ihtiyacı var. Ama bu ordunun da artık içinden çıktığı millete güvenmeyi öğrenmesi gerekiyor.


Gürkan ZENGİN
STAR

[email protected]