Meraklanmayın, tırnak içine aldığım bu sözün altına -hep yapıldığı gibi- ‘Mustafa Kemal Atatürk’ yazmayacağım.

Böyle bir sözün altına Hitler bile imza atmazdı çünkü.

Ama, gücünü, gökten indiği iddi edilen hurafeler(o hurafelerden kastettikleri -haşa- Kur’andı tabii)’den [bu cümle, TC’nin modern olduğunun kanıtı sayılırdı eskiden] değil de tamamen aklın eseri olan ‘atatürkçülük’ten aldığı iddia edilen çağdaş, medeni, laik, bir sosyal hukuk devleti varsayılan Türkiye Cumhuriyetinde, elinde silah tutanla askeri hastanesi bulunanların adalete hesap vermekten muaf tutulduklarını görünce, böyle bir cümle kurmaktan kendimi alamadım.

Farkındasınız değil mi, bütün paşalar bir bir ‘ergenekon’dan çıkıp gidiyorlar...

Bu arada itiraf edeyim, savcıların beni okuduklarını, sözüme itibar ettiklerini(!) öğrenmiş olmaktan büyük keyif aldım!

Hatırlarsanız, ‘Bari Veli Küçük’ü de Bırakın’ diye savcılarımıza seslenmiş şöyle demiştim:

“Mademki suç aletleriyle birlikte yakaladığınız askerler, bir bir hastalanıp(!) elinizden sıvışıp gidiyorlar, diğerleri de ya tebahhur edip ya da havaya karışıp kayboluyorlar. Biz de mağduru seven bir millet olarak diyoruz ki, “Hiç mırın kırın etmeyen, başım ağrıyor demeyen, tansiyonum çıktı diye sızlanmayan mert ve yürekli Veli Küçük’ü tahliye ediniz!”

Tahliye etmediler tabii ama sağ olsunlar kırmadılar, Veli Paşa’mıza da Ergenekon’dan çıkış vizesini verdiler. O da artık diğerleri gibi bir çare bulsun kendine. Sağır mı olur, dilsiz mi olur, başını bir yere çarpar da hafızasını mı yitirir, bilemem...O artık kendisine kalmış...

Sakın Küçük Paşa ironi yaptığımı sanmasın. Okuyucular da öyle! Ben cidden, bu dakikadan sonra, şu mahkemenin ciddiyetine inanmıyorum. Ceza alan da mağdur sayılacaktır millet nezdinde...

Üç beş tetikçiyi içeri atmak için, bin beş yüz sayfalık iddianame yazmaya gerek yoktu. Ve tabii bunca adamı geceleri evinden apar topar alıp ülkeyi rezil etmeye de...

Ne kadar tuhaf bir durum! Bizim gibiler için yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal vaziyetleri...

Siyasi iradeye seslenip, ‘hukukun arakasında dik durun’ desem, savcılara ve hâkimlere haksızlık etmiş olacağım. Çünkü yıllardır ‘yargı bağımsızdır’(!) deyip duruyorlar cüppelilerimiz. Demesem, birileri yolunu bulup adaletin elinden sıvışıp kurtuluyor.

“İktidar, askerle anlaştı mı ki, tüm askerler salıverildi?” desem editörlerimizin tabiriyle zülf-i yare dokunmuş olacağım...

-Madem masumdular, neden içeri alıp bu askerlerin şerefiyle oynadınız? dersem belki durumu düzeltirim ama o zaman da “Ben cumhuriyetin adaletsiz ve hukuksuz olanını severim” şeklindeki vecizeme yazık olacak!

* * *

1992’de hacca gittiğimde, bir dizi yazı için de malzeme toplamıştım. Gördüğüm, dinlediğim ve yaşadığım; hiç de insanlık ve İslamiyet ile bağdaşmayan bazı hususları tespit etmiştim. Arabistan’daki yargılama usulüne sadece üç beş paragrafla değinmiştim. Kendisiyle röportaj yaptığım Filistinli öğretmene zarar gelsin istememiştim. Şöyle demişti:

“Eğer suçlu Suud ailesindense kanunlar, ‘af’ yönünde zorlanır. Eğer suçu işleyen sıradan biri -hele de bir yabancı- ise, kanunlar, cezayı ağırlaştırmak için zorlanır. Yani, Kral ve akraba yaptı bir suç, yok bir şey. Ben yaptım suç, kelle jızzz”

Peki, Türkiye’de durum bundan çok mu farklı? İşte görüyorsunuz. Bizdeki ‘kralları’ ve ‘kral soyundan gelenleri’ hâkimin huzuruna bile çıkaramıyoruz. Çıksalar da susma hakkını kullanıp kurtuluyorlar.

Türkiye’nin cumhuriyetle idare edilmesi, hâkimiyetin kayıtsız şartsız millette olması, adaletin mülkün temeli bulunması; hepsi masal!

Arabistan’dan pek bir farkımız yok adaletin tevzii noktasından, görüyorsunuz.

Demokrasi ile idare edildiği iddia edilen bir ülkede, seçimle gelen iktidarları illegal yoldan değiştirmek, milletin inancına kota koymak için her türlü fırıldağı çevirdikleri kendi lisanlarıyla ortaya dökülen, kanunları, yasaları zor ve baskı kullanarak istedikleri yönde evirdikleri aşikâr olan, Yargıtay’ı, Anayasa Mahkemesini, parti liderlerini tehditle yönlendirdikleri ortaya çıkan, bütün rutin dışı uygulamaların ya arkasında ya içinde bulundukları zahir olan bir takım insanların, ‘bir zaman ordu mensubu olmaları’ndan dolayı yargılanmaktan muaf tutulmaları makul ise, bir krallıkta, kralın yakınırlarının bağışlanması elbette ki kabullenilebilir!

Peygamberimiz zamanında, Mahzumilerden bir kadın hırsızlık yapmıştı. Yüksek bir aileye mensuptu kadın. O yüzden Kureyşliler kadının ceza görmesini istemiyorlardı. Hz. Peygamberin sevdiğini bildikleri Üsame’yi (ra) Hz. Muhammed(asv)’e gönderdiler. Üsame, Kureyşlilerin ricasını Rasullah’a iletti. Peygamberimiz Üsame’ye şöyle dedi:

“ (Ey Üsame, bugün medeniyetlerinden hiçbir eser kalmamış eski milletler ve) İsrailoğulları bu gibi taraf tutmalar yüzünden helak oldular. Bunlar fakirler üzerine şiddetli cezalar tatbik eder, nüfuzlu ve zengin olanları cezasız bırakırlardı... Şayet kızım Fatıma aynı suçu işleseydi gereken cezayı ona da verirdim”.


-Neymiş efendim?

-Yargılama usulünde adil olamayanlar, tarih sahnesinden siliniyorlarmış!

-Darısı tüm zalimlerin başına! Ne diyelim!