20 Mayıs 1983’te kurulan Anavatan Partisi, 31 Ekim 2009’da yapılan kongre ile tarihe karıştı.

Birilerine göre, bunun adı birleşme olsa da aslında Süleyman Demirel’in, Turgut Özal’dan son intikam hamlesi idi.
“Bu kadar iddialı bir ifadeyi nasıl kullanabiliyorsun?” diyenler. önyargılarını 7 dakikalığına cebine koysun. Yazıyı sabredip sonuna kadar okusun. “Son intikam” olduğuna kanaat getirmezse önyargılarını yeniden cebinden çıkarsın.

***

Rahmetli Turgut Özal’ı keşfeden Demirel’den başkası değildi. Özal’ı İTÜ’den tanıyan Demirel, Başbakan olduğunda Elektrik ve Etüd İdaresi’nde mühendis iken oradan alıp kendisine müşavir yaptı. Bir yıl sonra da DTP’nin başına getirerek ekonominin patronu konumuna oturttu.

Hatırlayanlar bilir, 1970’deki meşhur “para operasyonu ve ekonomik tedbirler paketini” birlikte hazırladılar. Aradan zaman geçti Özal, 12 Mart Muhtırası’ndan sonra özel sektörü seçti.

Demirel, 1979’da ülke ekonomisi çıkmaza girdiğinde yine Özal’ı hatırladı. 24 Ocak 1980 kararları olarak tarihe geçen tedbirler paketinin altında yine Özal’ın “Başbakanlık Müsteşarı ve DTP Müsteşarvekili” olarak imzası vardı.

Buraya kadar Özal, Demirel’in ekonomideki eli kolu idi. 12 Eylül darbesinden sonra ikilinin yolu bir daha birleşmemek üzere ayrıldı. Özal, ihtilal hükümetinin ekonomi patronluğuna Demirel’den izin alarak girdi. Temmuz 1982’de, hükümetten ayrılarak parti kuracağını açıklamasından sonra ise Özal, Demirel nazarında “tapulu arazisine gecekondu kuran” işgalci konumuna geçti.

Demirel, 7 Kasım 1982’de kabul edilen Anayasa ile 10 yıl süre ile yasaklı olduktan sonra, askeri iktidara karşı iktidar mücadelesini “gerilla” taktiği ile yürütmeye başladı. Bu mücadele döneminde Özal’ın siyasi çıkışı, “Ağabeyi”ni küplere bindirdi.

ANAP’ın 6 kasım 1983’te iktidara gelmesiyle başlayan süreç ise Demirel’in içinde beslediği “haset” duygularının “intikama” dönüştüğü bir dönem oldu. Turgut Özal, Demirel için “Benim Müsteşarım”dan öteye gidemezdi, gitmemeliydi. Zira, her şey Demirel’i iktidara taşımaktan başka bir araç olamazdı.

Önce “Emanetçi” olarak Hüsamettin Cindoruk sahneye çıktı. Özal’ı rahatsız etmek ve sinirlerini yıpratmak için, yapmadığını bırakmadı. Her gün yeni bir sıfat taktı. Özal’ın eşi ve ailesinin verdiği açıklardan en iyi şekilde istifade etmesini bildi. Semra, Ahmet, Zeynep ve Efe de seçtikleri hayat tarzı ile muhalefete bol bol malzeme taşıdılar.
Özal, muhalefetin yaptıklarından o kadar bunaldı ki artık “dublör” kullanarak kendisine saldırılması yerine Demirel’le meydan muharebesi yapmayı tercih etti.

Yakınlarının şiddetle karşı çıkmasına rağmen, 6 Kasım 1992’de sona erecek siyasi yasakların kaldırılması için referanduma gidilmesini istedi. 6 Eylül 1987’de yapılan referandumda sonuçlar, “Havet” olarak çıktı.
25 milyon 732 bin 345 seçmen oy kullanmıştı. Evet oranı yüzde 50.01 oy farkı sadece 89 bin 251 idi.

Sandıklar Demirel ve öteki siyasi yasaklılarının hakimiyetinde açılıp sayılmıştı. Özal, ANAP içinden gelen oyların yeniden sayılması halinde sonucun yasakların sürmesi lehinde değişeceği telkinlerine kulak tıkadı.

Kıran kırana bir mücadele dönemi başladı. Demirel döneminde kağıt tahsisleri ile semirtilen, Özal’ın gelmesinden sonra bu ayrıcalıkları ellerinden alındığı için kuyruk acısı olan medyanın da desteği ile Özal’a iktidar koltuğu dar edildi.

Özal, muhalefetin büyük tepkilerine rağmen 31 Ekim 1989’da Cumhurbaşkanı seçilerek Köşk’e çıktı. “Papatya”, “Hanedan”, “çingene” “soyguncu” yakıştırmalarının yerini bu kez daha ileri aşağılama ve tehditlere bıraktı.
Çankaya süreci ile başlayan dönemde hakaret salovaları yalnız Demirel’den gelmedi. Bugün CHP’nin başında bulunan o dönemde SHP Genel Sekreteri olan Deniz Baykal da Demirel ve şürekasından geri kalmadı.

Baykal: “Özal kendisini cumhurbaşkanı seçtirme konusunda zorlama yaparsa, onursuzca oradan indiririz” dedi. (Hürriyet, 26 Eylül 1989).

DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel: ANAP´ın oy oranı yüzde 15´lerde. Yüzde 80´e rağmen cumhurbaşkanı olunmaz.

Demirel: (Özal cumhurbaşkanı olduktan sonra) Çankaya, gaflet, dalalet ve hıyanet içindedir. (Cumhuriyet, 23 Mayıs 1990).

Demirel: Şeref ve haysiyet celladı. (Milliyet, 5 Eylül 1991)

Demirel: Çankaya sakini. (Cumhuriyet, 23 Mayıs 1990)

Deniz Baykal: Özal´ı Çankaya´dan indirmek için her türlü girişime destek vereceğiz. (Sabah, 22 Mart 1990).
Nihayet 20 Ekim 1991 seçimlerine Turgut Özal Çankaya Köşkü’nde, Mesut Yılmaz liderliğindeki ANAP iktidarda olarak gidildi. Seçim kampanyaları sırasında Demirel, hayatının son şansı olduğunu düşünerek akla gelen her şeyi vaat etti. Ev ve arabayı simgeleyen iki anahtar sloganı o dönemdeki vaatlerden oldu.

Vatandaştan, “bir kereliğine ödünç oy” istedi. Bütün bunlar yetmedi. Vatandaşın tercihini birinci derecede etkileyen fındık taban fiyatlarıyla ilgili, “İktidar ne verirse ondan 5 bin lira fazla” deme hovardalığı bile yaptı.

“Hesap Adamı” denilen Demirel’in tek bir hesabı vardı, 6 kez gittiği iktidar koltuğuna 7. kez oturabilmekten ibaretti.
ANAP’ın yüzde 24 oy topladığı seçimlerde, Demirel’in DYP’si yüzde 27, Erdal İnönü’nün SHP’si yüzde 20.7 oy aldı. CHP ile uzlaşmadığı için 1980’de ülkeyi ihtilalcilere zemin hazırlayan Demirel, bu kez sol ile güle oynaya hükümet kurdu.

Başbakanlık koltuğuna oturduğunda “indirme” harekatı başlattı. İnönü ve RP lideri Erbakan’dan istediği desteği buldu ama DSP lideri Ecevit’ten beklediği cevabı alamayınca bu kez “Özal ile aramızda ateşkes var. Kimse bizden kavga beklemesin. Çankaya sorununu askıya aldık’’ diyerek tartışmaları erteledi.

Daha önce, Evren’in cumhurbaşkanlığı döneminde, “Çankaya’ya çıkacağıma dağa çıkarım” diyen Demirel, nasıl DYP Genel Başkanı olduğunda ve davet geldiğinde koşar adım Çankaya’ya gitti ise iktidar olduktan sonra da Özal’ı “onursuzca indireceği” iddialarını unutuverdi.

Özal, “Ben Çankaya memuru değilim” diyerek bazı kararnameleri bekletince gerilim yeniden tırmandı. İktidar, bu kez Çankaya’yı by-pass edecek hazırlıklara giriştiler. Cumhurbaşkanı’nın verdiği resepsiyona gitmediler. Çatışma o noktaya vardı ki Özal, hakkında sarfettiği sözlerinden dolayı Başbakan’ı mahkemeye verdi. 13 milyon lira tazminat aldı. Böylece, bir başbakanı tazminat ödemeye mahkum ettiren ilk cumhurbaşkanı oldu.

Tartışma dış politikaya yansıdı. Özal, Ermeni saldırıları başlayınca Türkiye’nin garantörlük hakkından dolayı Nahçivan’a müdahale etmesi gerektiğini söyleyince Demirel, “İstiyorsa gidip savaşsınlar, mani olan yok” demekten çekinmedi.

Yeniden başlayan tartışmalar üzerine hükümet, buzdolabında beklettiği by-pass yasasına hız verdi. Atamalarda Cumhurbaşkanı’nı devre dışı bırakan yasa tasarısı hazırlandı. Bu da yetmedi Bakanlar Kurulu kararlarında cumhurbaşkanının onayını gerektirmeyen bir çalışma hazırlandı.

Gerginlik o noktaya vardı ki Özal, Anayasa’nın kendine verdiği yetkiyi kullanarak Başbakanlık’a gitti ve Mart başında yapılan Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. Kavganın bu noktaya gelmesinden bir buçuk ay sonra 17 Nisan’da da aramızdan ayrıldı.

***

Şimdi Özal’ın Çankaya’ya çıktığı 31 Ekim 1989’dan tam 20 yıl sonra 31 Ekim 2009’da Salih Uzun, başında bulunduğu ANAP’ı götürüp yıllar boyunca “kanlı bıçaklı” olduğu isimlere partisini teslim etti.

Bugün Rize Bağımsız Milletvekili olarak Meclis’te bulunan Mesut Yılmaz, geçmişte genel başkanına, her türlü hakareti eden partisine “Anaavrat Partisi” sıfatını takan Cindoruk’a biat etti. Hem de kongrede, “Demirel salonda yok ama vekaleti bende” diyerek.

Türkiye, derin ilişkilerin şekillendirdiği dönemleri geride bırakıyor artık. İki partinin birleşmesinden ortaya bir şey çıkmayacağını hep birlikte göreceğiz.

Siyaset ilkeler bütünü ise ortaya bu adım akamete uğrayacaktır. Demirel-Cindoruk ikilisi, bu kadar ağır hakaretler ettiği bir partiyi midesine niçin indirdi dersiniz.

Tek bir nedeni var. Özal’dan sağlığında almayı tamamlayamadıkları intikamın son hamlesini yapmak.
Çünkü Özal ile Demirel arasındaki temel fark. Biri derin ilişkilerin, öteki bu toplumun insanı olmaktan ibaret.
Demirel, sorunları kendi lehine kullanmayı, Özal. Ülke lehine çözmeyi severdi.

Tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi. Özal, ömrü vefa etmiş olsa idi, Kürt sorununu bugünküne yakın bir yöntemle çözmek üzere idi. Askeri cenahta Eşref Bitlis’i JİTEM tarafında da Edip Cansever vardı.

Üçü de bir yıl içinde saf dışı bırakıldı. Derin ilişkilere sahip çevreler “Yaşasın derinler” diye bayram yaptı.

31 Ekim 2009’da yapılan bayram ise bu bayramın son halkası oldu.

Ünal TANIK
Haber 7

[email protected]