Ahde vefa göstermek, Allah (c.c.)’ın emirlerinden, Efendimiz (s.a.v.)’in hasletlerinden ve erdemli bir insan olmanın gereklerindendir.


Bu nedenle Ahde vefa, İslam ahlakının temellerinden sayılmış,  Yüce Yaratıcımızla ve toplumla ilişkilerimizi düzenlemede, ahlaki prensip olarak kabul edilmiştir. Zaten Müslüman olmak, kelime-i tevhide yürekten inanmak ve ona yüklenen anlama bağlı kalmaya söz vermekle başlar. Toplumda güvenin sağlanması da ancak söze sadakatle olur.


Bizleri yaratan ve sonsuz nimetler bahşeden Rabbimize vefa borcumuz vardır. Bu vefa, bir anlamda verdiği nimetlerden dolayı Yüce Allah’a teşekkür etmeyi ifade eder. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın ahdini yerine getiriniz[1] buyrulmaktadır. Allah’ı ve verdiği nimetleri unutmak, emirlerine riayet etmemek, yasaklarını çiğnemek ise Mevlamıza ve bahşedilen nimetlere karşı vefasızlıktır. Öte yandan verilen sözü yerine getirme, ebedi kurtuluşa erme ve cennete girme vesilesidir. Kur’an-ı Kerim, kurtuluşa eren mü’minlerin özelliklerini beyan ederken “Onlar (mü’minler) emanetlerini ve ahitlerini yerine getirirler”[2] buyurmaktadır. Yine Mevlamız, Kur’an-ı Hakîm’inde verilen sözlerin yerine getirilmemesini kendi katında sevimsiz bir davranış olarak kabul etmiş, dünyevi beklenti ve çıkar nedeniyle verdikleri ahitleri bozanları şu Ayet-i Kerimesiyle uyarmıştır. “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminleri az bir bedelle değiştirenlere gelince işte, bunların ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.”[3]


Yüce Allah’a karşı vefadan sonra Âlemlerin Efendisi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e vefa gerekir. Çünkü Efendimiz ömrü boyunca ümmetini aydınlatmak ve ümmetine ebedi saadet yolunu göstermek için çalışmıştır. İşte O’na vefamızı, O’nun izinden giderek, yaşantısını hayatımıza aktararak ve mübarek adları anıldığında, O’nu salâvat ve selamla anarak göstermeliyiz. Ahde vefasızlık gösterenleri, Efendimiz (s.a.v) “Emanete riayeti olmayanın (gerçek manada) imanı yoktur, ahde vefa göstermeyenin de (hakiki manada)  dini yoktur.”[4] sözleriyle uyarmıştır.


Abdullah b. Ebi’l Hamsâi’nin aktardığı şu hadise, Efendimiz (s.a.v.)’in ahde vefaya ne kadar önem verdiğini bizlere göstermektedir. “Hz. Peygamberle kendisine Peygamberlik verilmeden önce bir yerde buluşmak üzere konuşmuş ve vaatleşmiştik. Fakat unutmuştum, üç gün sonra aklıma geldi ve hemen konuştuğumuz yere gittim. Baktım ki orada bekliyor. Beni görünce, “Ey genç delikanlı! Bana biraz sıkıntı verdin çünkü (sözümün gereği) üç günden beri burada bekliyorum.”[5] Buyurdu.


Ayrıca İslam’ın üstün ahlak ilkelerini ve insani erdemlerini yaşantılarıyla bizlere gösteren ve örnek olan âlimlerimize, dünyaya gelmemize vesile olan anne-babamıza, ailemize ve yakınlarımıza da vefa borcumuzu unutmamalıyız. Ebedi hayata göçenlerin kabirlerini mümkünse ziyaret etmek, bıraktıkları eserlere ve


emanetlere sahip çıkmak da yine vefakâr gönüllerin işidir. Komşularımıza, öğretmenlerimize, mesai arkadaşlarımıza, çocukluk arkadaşlarımıza, hac arkadaşlarımıza, askerlik arkadaşlarımıza da vefa borçlarımız mutlaka bulunmaktadır. Bunlara da vefa göstererek arayıp sormak özellikle hastalık ve ölüm durumlarında destek olmak, imkânlar elverdiğinde bizzat gitmek, bu mümkün olmazsa telefonla arayıp acısına ortak olmak ve dua etmek asgari vefa gereğidir. Birlikte yolculuk yaptığımız insanları, bir vesile işimiz olan, işlerimizde yardımcı olan memurları, sokağımızı temizleyen işçileri, her sabah selamlaştığımız esnafı, dükkân işletiyorsak müşterilerimizi ve daha nice insanları da vefada unutmamalıyız. Bunu en çok kendimiz için yapmalıyız. Çünkü vefa davranışları, insanları olgunlaştıran, kendini iyi hissetmesini sağlayan, insan olmanın anlamını kavratan ve fazilet hissini uyandırıp yaşatan seçkin davranışlardır.


İstiklal Şairimiz Mehmet Akif ERSOY,  vefasızlıklara karşı hissiyatını ve ye’sini şu dizelerle dile getirmektedir.  
“Vefa yok, ahde hürmet hiç, emanet lafz-ı bî medlul;
Yalan rayiç, hıyanet, mültezem her yerde, hak meçhul!
Yürekler merhametsiz, duygular süfli, ameller, hâr,
Nazarlardan taşan mana ibadullahı istihkar.”[6]


Etrafımız ne kadar vefasızlık örnekleriyle dolu olursa olsun bunlar bize örnek olmamalıdır. Kalplerimiz huzurlu, sevgi ve dostluklarımız kalıcı ve hayatımız anlamlı olsun istiyorsak, vefalı olmayı temel bir görev olarak bilmeliyiz.


Son olarak söze sadakat, dünyada onuru ve güveni, ahirette ise Yüce Allah’ın iltifat ve rızasını kazanmaktır. Yüce Rabbimiz bizleri, hem kendisine hem de kullarına verdiğimiz sözlere vefadan ayırmasın.


İbrahim ÖZEN
Kahramanmaraş İl Müftülüğü
İl Vaizi





[1] Nahl, 91


[2] Mü’minun, 8.


[3] Al-i İmran, 77


[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 134.


[5] Ebu Davut, Edeb, 90.


[6] Safahat, s. 456