Geçen yüzyıldan bu yana İslam ile demokrasinin bağdaşabileceği konusunda önemli tezler ortaya atıldı.


Bu tezlerde iki nokta ihmal ediliyordu: İlki demokrasi klasik dönemini çoktan geride bırakmış, ‘salt çoğunluk rejimi’ olmaktan çıkmıştı –bunu sonraki yazıya bırakıyorum-, diğeri ister ‘milli irade’ ister halk iradesi adına olsun, iktidara meşruiyet kazandıran ‘irade’ yüzde 100 tecelli etse bile dinin bilinen sınırlarını aşacak olsa Müslüman’ın vicdanında nasıl bir ma’kes bulacak? Müslüman esas olan dinin muhkemleri değil halkın iradesi mi diyecek? 2014 yerel seçimleri boyunca ortaya çıkan tartışma –ki ekseninde yolsuzluklar, rüşvet ve bir bakanın Kur’an ayetleriyle dalga geçmesi gibi konular vardı- bu konuyu bilinç düzeyine çıkarmış oldu.


Dahası Başbakan “Benim suç örgütü saydığım bir oluşum var, bana destek verin, üzerlerine gideyim” diyor, suçluyu ve suç fiilini yargıya bırakmayıp halk iradesine havale ediyor? Bu, demokrasi tarihinde bir ilktir: İlk defa suç ve suçlu demokratik oylamaya ve çoğunluğun kararına bağlanıyor.


Şu sorular önemli: Yargı yoluyla vuzuha kavuşmayan yolsuzluklar ve rüşvet fiilleri suç olmaktan çıkar mı? Demokratik oylama parti başkanlarına suç ve suçlu ihdas etme yetkisi verir mi? İktidar tarafı seçim kampanyasının bir bölümünü buna oturttu ve yüzde 44 oy aldı.


Çoğunluğun onayını alan bir partinin dinin hükümlerini, apaçık hukuki kuralları ve ahlakî normları (hududullah) çiğnediğinde, hele müntesiplerinden biri Kur’an ayetleriyle alay ettiğinde sandıktan çıkan yüzde 44 onu aklar, meşru gösterir mi?


Belirtmem gerekir ki ben tümüyle demokratik prosedüre karşı biri değilim. Müslümanların kendi âlem tasavvurları ve inançları çerçevesinde kabul edilebilir demokratik bir model ortaya koyabileceklerini savunurum. Başka siyasi rejimler de mümkün olmakla beraber en azından şu an içinden geçmekte olduğumuz tarihsel ve toplumsal durumda ‘demokrasi’den radikal bir kopuş veya geri dönüş olacağı ihtimali gözükmüyor. Bu konuyu da yeni çıkan ‘Din ve Siyaset’ adlı kitabımda ele aldım (İnkılâp Yayınları, İstanbul-2014.) 660 sahifelik kitapta ele aldığım konuyu şu cümle ile özetlemek mümkün: Mevcut liberal ve aydınlanmacı demokrasinin dışında Müslüman dünyanın kabul edebileceği demokratik modelin ‘Allah’ın muradına ve halkın iradesine dayalı’ olması gerekir.


Bu çerçevede milli irade veya halk iradesinin tecelli ettiği ‘çoğunluk’un İslam noktai nazarında ne anlam ifade ettiğine yakından bakmadan neyi, niçin savunduğumuzu; kime niye destek verdiğimizi anlayamayız.
Kur’an-ı Kerim’de ‘çoğunluk’la ilgili şu hükümler yer almaktadır:


1) İnsanların çoğu inanmıyor (11/Hud, 17; 12/Yusuf, 103; 13/Ra’d,1).
2) İnsanların çoğu şükretmiyor (2/Bakara, 243; 12/Yusuf, 38).
3) a. İnsanların çoğu bilmiyor (7/A’raf, 187; 30/Rum, 30; 12/Yusuf, 40).
b. İnsanların çoğu cahillik ediyor (6/En’am, 111).
c. İnsanların çoğu zanna uyuyor (10/Yunus, 36).
4) İnsanların çoğu aklını kullanmıyor (29/Ankebut, 63).
5) İnsanların çoğu hakkı kerih görüyor (43/Zuhruf, 78).
6) İnsanların çoğu yoldan çıkmış fasıklardır (7/A’raf, 102).
7) İnsanların çoğu ahde vefa göstermiyor (7/A’raf, 102).
8) İnsanların çoğu Allah’ın nimetini bilir ama nankörlük eder (16/Nahl, 83).
9) İnsanların çoğu (hak sözü) işitir, yine yalanlar (26/Şuara, 223).


Netice itibarıyla yüce Allah elçisine şu uyarıda bulunur: “Yeryüzünde olanların çoğuna uyacak olursan seni (haktan ve doğru yoldan) saptırırlar” (6/En’am, 116).


Pekiyi eğer insanların çoğu iman etmiyor, şükretmiyor, bilmiyor, cahil olup zanna uyuyor; hakkı ve hakikati kerih görüyor, yoldan çıkıyor; ahde vefa göstermiyor; nimete karşı nankör davranıyor ve bilerek Hakk’ı yalanlıyorsa, çoğunluğun desteği referans alınır mı? Bu çoğunluk özellikle modern toplumda kitlesel olarak kolayca manipüle edilebildiğinden ondan tam yetki alan iktidarlar her diledikleri yasayı çıkarır ve keyiflerince yönetebilirler mi?


Batı’da çoğunluk hukuk devleti, hukuk sözleşmeleri ve azınlık haklarıyla sınırlandırılıp bu sakınca telafi edilir; İslam’da ise Allah’ın muradı olan sabit hükümler üst referans alınarak çoğunluğun rejimi yozlaştırmasının ve yöneticilerin halk adına keyfî yönetim kurmalarının önüne geçilir.


Ali Bulaç
ZAMAN
[email protected]