Her kralım diyen, kendini giyinik sanır. Pahalı kumaşlardan, usta terzilerin elinden çıkmış kumaşlarla giyindiklerinden olsa gerek, her yanları pırıl pırıldır.

Şatafatlı yaşam, sürdükleri saltanat, avam tabaka aç, sefil billaç iken, sefalet içinde yüzerken, kralların debdebe içinde yüzmeleri, gezmeleri, yeme-içmeleri, vatandaşı çoğu zaman isyan noktasına getirir. “Hep kendin yiyon, bize yok mu?” diye…

Kendini bulunmaz Bursa kumaşı yerine koyan, konuştukları zaman mangalda kül bırakmayan, büyük dağları ben yaratım deyip, bora gibi esen, yağmur olup yağan, kendini bereket tanrısı ilan eden, iki kalabalık görünce kendini büyükşehir belediye başkanı yerine koyan, palavra üstüne palavra sıkarak, “küçük at da civcivler yesin!” dedirten belediye başkan adayları, züğürt ağa gibi, sanki ceplerinde akrep varmış gibi, sanki gazeteci arkadaşlarım ve site sahibi dostlarım Karun kadar zenginmiş gibi, basın mensuplarına karşı umursamaz tavırlarını sürdürürken, “Gazeteler-siteler haberimizi yapıyor, reklama ne gerek var! Avantadan seçim kampanyası sürdürüyoruz, beleşine!” gibi basit, ucuz ve kısır düşünceden hareketle, reklamını attığı gazeteye ve internet sitesine karşı elini cebine atmayan belediye başkan adaylarını açıklayacağım!

Siz ey belediye başkan adayları. Siz züğürt adaylar. “Bizim paramız yok, biz gariban partiyiz, bizi idare edin!” denme hakkınız, lüksünüz yok. Televizyona gelince bastırıyorsunuz parayı, propagandanızı yapıyorsunuz. Sıkıysa, isterseniz vermeyin, paçavranızı çıkartırlar bir günde, rezil rüsva olursunuz. Tamam, tabi ki vereceksiniz, o yayın kuruluşunun masrafı hepimizden ağır, büyük yük var sırtında. Ama televizyona verirken, aylardır sürüncemede bıraktığınız gazete ve sitelere olan borçlarınızı niye ödemiyorsunuz? Bu çifte standart değil mi? Bize yazık değil mi, size ayıp değil mi?

Uzun bir yola çıkıyorsunuz. Ne yapıyorsunuz veya ne yapmanız gerekiyor, söyleyelim; arabanızı önce sanayiye götürüp, bir elden geçirtiyorsunuz. Yağını, suyunu kontrol ediyor, gazını ya da benzinini dolduruyorsunuz. Ne olur ne olmaz, yolda kalırım diye yanınıza azık cinsinden peynir-ekmek, büskivi de alıyorsunuz. Birkaç şişe de su… Mecbursunuz.

Arabanıza bakamazsanız, ilgilenmezseniz, sizi yarı yolda bırakır. Çölün ortasında aç billaç ölüme mahkûm hale gelirsiniz.

Partinizin zayıf, seçimi kazanamayacağını bile bile, genel merkezden beş kuruşun gelmeyeceğinin farkında ola ola, bilinmediğiniz, tanınmadığınız bir şehirde prim yapmayacağınızın idraki içinde iken, hangi mantıkla, hangi medeni cesaretle, hangi siyasi etikle yola çıktınız da, haberinizi yapmaya bir şekilde mecbur olan gazeteci arkadaşlarımızın reklam ve kutlama ücretlerini ödemekten imtina ediyorsunuz?

Adam gibi söz de veriyorsunuz. Pınarbaşı’nda, bu meseleye ilişkin özel konuşma da yapıyorsunuz. “Basın mensubu arkadaşlarım haklılar, onlar için de bir ödeme planı hazırlıyorum. Merak etmeyin, size destek olacağım!” diyen, söz veren, bunu basın toplantısında açıklayan sizsiniz. Aradan günler geçti, elinizi cebinize attığınız yok. Bu gazeteler, bu siteler öpücükle mi çalışıyor sanıyorsunuz. Matbaacı, gazete ve sitelerin rutin masrafları öpücük karşılığı mı ödeniyor belliyorsunuz?

Hadi sade, cahil vatandaşı kandırabilirsiniz. Bol-bol palavra sallayarak, uçuk-kaçık sözde açıklamalarınızla, demeçlerinizle onları kendi dar çerçevesi içinde ikna edebilirsiniz belki, ama hakkını isteyen, bir emek mahsulü olan hizmetin karşılığını vermekten niye imtina ediyorsunuz? Sizin babanızın uşağı mı var, siz çok akıllısınız, siz çok kurnazsınız, siz çok uyanıksınız, gazeteciler aptal, ahmak, birşey bilmez, anlamaz, (meslektaşlarımdan özür dileyerek) öyle mi?

Paranız yoksa yola çıkmayacaksınız, aday olmayacaksınız. Yola çıkarken arabanızı nasıl düşünüyor, bakımını ve ihtiyaçlarını karşılıyorsanız, siyaseten de bir yere gelmek istiyorsanız, elinizi cebinize atacaksınız! Ya bu deveyi güdecek, bu ya da bu diyardan çekip gideceksiniz.

Siyaset pahalı bir meslek. Medeni cesaret kadar da masraf gerektirir. Sırf medeni cesaretle olsaydı, inanın aday olurdum ve sizden de fazla oy alırdım bu şehirde. Sağolsun arkadaşlarım, meslektaşlarım da bedava haberimi yapardı, “Arkadaşımız bizden, canı sağ olsun!” der, üstelik de yardımcı olurlardı. Siz kendinizi ne sanıyorsunuz? Zaten kendi söylediklerinize kendiniz de inanmıyorsunuz, ne davaya, ne vefaya, ne de ideolojiye zerre-i miktar kadar saygınız, inancınız yok.

Yok da, inanmadığınız bir davayı, misyonu nasıl savunursunuz? Samimi değilsiniz ki…

Şurada iki hafta bile kalmadı. Sayılı günler gelip çattı. Zaten koskoca bir hiç’tiniz, boş bir çuvaldınız, ve öyle de anılacaksınız. Seçimi kaybettiğinizin akşamı, çekip gideceksiniz buradan. Kimseyi tanımayacaksınız sonra. Telefon bile etseler, “Yahu kusura bakma, çıkartamadım!” diye yüzsüzlük örneği sergileyeceksiniz. Sosyal hayatını, kültürünü bilmediğiniz bu şehir size dar gelecek, cehennem gibi görünecek ve arkanıza bile bakmadan kaçacaksınız. Meslektaşlarımın sizde bırakın ayları, seneler öncesinden alacakları var, tahsilde zorluk çekiyorlar. Aradıklarında ulaşamıyorlar. Çok ulaşılmaz insanlarsınız ya! Bizim ucu bucağı görünmez servetimiz yok, dar ve kıt imkânlarla mesleğimizi sürdürüyoruz, ayakta durmaya çalışıyoruz. Yaşamı, ayakta durması, geliri, reklam, ilan ve aboneye bağlı meslektaşlarımızın da üç kuruşluk alacaklarını ödememekte ısrar ve inat ederseniz, size yazıklar olsun! Yarın çekip gittiğinizde, bu şehri terk ettiğinizde, gelmiş ve geçmişlerinize rahmet okuyacaklar, biliyor musunuz?

Tabi bir yığın küfür kâfirle…

Hani, adamın (esnafın) alacağı varmış müşterilerden. Kimse getirip ödemiyor. İşyerinin camına yazı yazdırmış, aynen şöyle; “Bana borcu olan müşterilerim. O kadar haber gönderdim, istedim vermediniz, getirmediniz. Birkaç gün içinde borçlarınızı ödemezseniz, isimlerinizi tek tek buraya yazacağım” deyince, ertesi günü esnafa borçlu olan bütün müşteriler getirip borçlarını ödemek zorunda kalmışlar.

Rezil rüsva olmamak için. Utanma duygusu yaşadıklarından…

Ben de öyle yapacağım. Ki onlar kendilerini bilirler. Borçları var, getirip vermezler. Utanmazlar, yüzsüzler. Ha, saydıklarım içinde sadece belediye başkan adayları yok, il genel meclis üyeleri de var. Başka kurumun yetkilileri de. Bu ne yahu, ayıp be. Adam, insan olan utanır, sıkılır biraz!” Varsa tabi…

Bıçak kemiğe dayandı artık. Tahammül sınırlarımızı zorladınız, sabrımızı da. Ama yetti gari…

Kimisi sözüm ona yoksulluğu bitiriyor, kimisi de buradayım diyerek, akılları sıra seçmene mesaj veriyor. Sen önce kendi açlığını gider, kendi perişanlığını, sefilliğini, yoksulluğunu bitir, ona çare bul, ondan sonra vatandaşın yoksulluğuna sıra gelsin.Ya da,”Ayranı yok içmeye, tahtıravalli ile gider bilmem nereye…” hesabı.

Siz vatandaşı, seçmeni kör, topal, sağır ve ahmak mı sanıyorsunuz o kadar. Onlar; “Aaaaa, kral çıplakmış” dedi bile. Ne kralı, siz olsa olsa, kralın soytarısı olursunuz, başka birşey değil.

Birkaç gün sonraya görüşmek üzere… İsim isim… Bu defa, alacaklarını alamayan esnaf gibi, isimlerinizi yazacağım. Bu kadar ucuz, bu kadar basit siyaset yaptırmazlar adam, yedirmezler.

MEHMET FİSKECİ
[email protected]