Türkiye 'nin laik kesimi olağanüstü bir kimlik krizi yaşıyor.


Gerçi bu kriz, cumhuriyetin kuruluş aşamasından itibaren vardı. Kesintisiz süren bir kimlik krizinden bahsediyoruz burada. Kendi toplumuna, insanlarına, âdetlerine, kültürüne yabancılaşmış bir hayal dünyasında yaşamakta olan bu insanların kimlik krizi AKP iktidarı öncesinde kamufle edilebiliyordu.

Çünkü eski dönemde devletin yapısı, iktidarlar ve medya hep onlar için çalışıyordu, yaratılan yalan dünyaya destek veriliyordu, o dünya sanki gerçekmiş gibi algılanıyordu. Ben lafları evirip çevirip, eveleyip geveleyip söylemem, bana göre neyse onu otosansürsüz anlatırım. Laik kesimin hayatında Türk toplumunun çoğunluğunun dini inanışına yer yoktu. Din onlara göre, sıradan insanların, fakirin yaşam biçimine uygun olan bir şeydi. Bu tavrın istisnaları tabii ki vardı ama istisna, kuralı burada da bozmuyor. Laik insanlar kendilerine yarattıkları hayal dünyasında laiklik ile inanç arasında karşıtlık, hatta düşmanlık yaratmışlardı.

Türkiye'nin markası

O dönemde Türkiye'nin global düzene uygun tanımlanmış ülke markası, laik-demokratik-Müslüman olarak tanımlanıyordu. O markadaki Müslüman bölümü de ancak laik kesimin izin verdiği ve uygun gördüğü ölçüler içinde kalındığı sürece var olabiliyordu. Bu yalan dünyanın suni dengelerinin uzun sürede ayakta kalabilmesi mümkün değildi. Hayatın dinamikleri, gerçekleri o ülke markasının altındaki suni dengeyi, yani temeli tamamen yıkmıştı. Sistem gümbür gümbür iflasa, çökmeye doğru gidiyordu. AKP gelmeden önce fazla değil 2 yıl öncesine gidin, korkunç bir sona gitmekte olan bir düzen görürsünüz. Laik kesim hâlâ kendi yalan dünyasına inanmış, bir felaketin gelmekte olduğunu görmüyordu. Hâkim medya tarafından her mecrada desteklenen bu yalan dünya, kendisini güvende hissediyordu.

Türkiye baharı yaklaşıyordu

Halbuki markanın en önemli bölümü, zannedilen laiklik bölümü değildi. Müslümanlık bölümü fokur fokur kaynıyordu. Laik-demokratik-Müslüman ülke, laik kesimin yalan dünyası yüzünden sona eriyordu. Yalan dünyaları içinde bilimkurgusal siyasetleri ve magazin dünyalarıyla televoleci yaşamlarını mutlu şekilde yaşamakta olan kesimler, bir Türkiye baharının yaklaşmakta olduğunu görmüyorlardı.

AK Parti , çöküşü engellendi

AK Parti'nin iktidara gelmesi, cumhuriyet rejiminin bir kalkışma sonucunda çökmesini engelledi. Laikdemokratik- Müslüman ülkenin uzun yıllar boyunca laiklik yönünde ölçüsüz biçimde bozulmuş dengelerini AKP, Müslümanlık bölümüne ağırlık vermeye başlayarak yeniden kurmaya girişti. İyi de yaptı; çünkü bu dengeler bir biçimde kurulmazsa sistem kendini bir türlü toparlayamıyor. Çökme tehdidi hep var oluyor.

Müslüman'a vurgu

Şimdi ise kaçınılmaz olan yaşanmaya başladı. Bir zamanlar laik-demokratik-Müslüman Türkiye'nin dengeleri laiklik üzerine yapılan abartılı vurgular nedeniyle bozulmuşken, şimdi de Müslümanlık tarafına yapılan vurguların yüküyle yine bozulmaya başlandı.


Laikler şu aralarda çok mutsuzlar; çünkü onlar eğer mümkün olsa toplumsal yaşamda dinin hiç yer almamasını istiyorlar. Eğer illa alacaksa kendi belirledikleri şekilde yer alması gerektiğini düşünüyorlar. Süleyman Demirel, bir seçim sonrasında sonuçları yorumlarken, “Ne yapalım kardeşim yani seçmen mi ithal edelim” demişti. Ben de şimdi mutsuz ve endişeli laiklere, “Ne yapalım yani sizi tatmin edecek bir din mi ithal edeceğiz” diyorum. Şurası kesin ki, laik kesim bu ülkenin vatandaşlarının büyük çoğunluğunun inancını yaşama biçimiyle fazla uzlaşamıyor.

Laikleri daha da üzeceğim

Şimdi laik kesimi daha da üzecek bölüme geçiyorum. Global düzende ilginç değişimler oluyor, hem bölgemiz hem de merkez ülkelerin bölgemize bakışı değişiyor. Bölgemizde çoğunluğun inancını yaşama biçiminde insanların zihnine hitap etmek için yarışan iki ekol var. Bir tanesi Arap İslam'ı, diğeri de İran'daki zihniyete yakın İslam. Türkiye'de de bu iki ekol tabii ki var. AKP bu iki ekolden birincisine daha yakın duruyor. Bu da normal; çünkü partinin kurucu kadrosunun içinden geldiği Milli Görüş de bu ekoldendi.

İhvan

Arap Baharı hareketlerinden sonra Arap dünyasında değişim yaşanmasıyla İhvan adıyla bilinen hareket bölgede önem kazanmaya başladı. Amerika da kendi çıkarları için, kendi tanımıyla kötüler arasında kendine en uygun olarak gördüğü bu hareketi stratejik çıkarları için destekliyor. AKP zaten kökeni itibarıyla ve ideoloji olarak bu harekete uygundu; üstelik global düzenin bölgedeki dinamikleri de buna uygun olunca Türkiye'de de zaten yansımaları bulunan bu hareket daha fazla güçlenmeye başladı.

Markamızın özgünlüğü

Ancak Türkiye'nin markasında, diğer ülkelerin markalarında olmayan bir şey daha var; o da demokrasi. Bu da sadece siyaseti değil sosyal yaşamı da etkiliyor. Bu yüzden Türkiye'nin hâkim inanç ikliminde diğer Müslüman ülkelerde bulunmayan bir şey var. Arap dünyasına yakın ekol ile İran'a yakın ekolün yanı sıra bizde “Gülen hareketi” de var.


Bu hareketin çok önemli özelliği, kökenleri itibarıyla şehirli, modern yaşama çok uygun olması; siyasete değil kültürel dönüşümlere önem vermesi ve vurguları oralara yapması; ayrıca hareketin içinde yer alan insanlara modern işadamları olarak global dünya sistemi içinde var olma imkânlarını sunması ve genelde bir modern anlayış süzgecinden geçirerek inancın yaşanma biçimini düzenlemesi. Türkiye'deki laik insanlar biraz akıllı olsalar, biraz inanç üzerine düşünebilseler, “inanç” denilince akıllarına hemen “düşman” gelmese, Gülen hareketini biraz anlamaya, öğrenmeye ve onunla diyalog kurmaya çalışırlardı. Şurası bir tarihsel gerçek; Türkiye markasını oluşturan laik-demokratik-Müslüman ülke tanımının içinde bulunan öğeler arasındaki denge sadece biri lehine ölçüsüz bir biçimde bozulduğu zaman, Türkiye'nin dünyadaki değeri düşüyor ve önemsizleşiyoruz. Laik öğeye vurgu yapıldığı dönemde bu olmuştu, şimdi Müslüman öğesine vurgu çok olunca da aynı şeyi yaşayacağız.

Kaçınılmaz dönüşüm

İçinde yaşadığımız dönem, Müslüman öğeye vurgu yapılmasının hem Türkiye'nin hem de bölgemizin dinamikleri açısından kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Önemli olan Müslüman öğeye vurgunun nasıl yapılacağıdır. Eğer bu vurguyu biz Türkiye'yi bölgesindeki diğer ülkelere benzetecek şekilde yaparsak bu ülkeyi sıradanlaştırırız ve önemsizleştiririz.


Eğer vurguyu Türkiye'ye özgü olanla ve kendi şartlarımıza uygun biçimde yaparsak o zaman çok önemli bir bölge gücü olabiliriz. Bu yolu seçtiğimizde, Müslüman öğeye vurgumuzu bu şekilde yaptığımızda ancak laik-demokratik- Müslüman ülke markamızı koruma şansına sahip olabiliriz. Markamızı oluşturan öğeler arasındaki dengeyi yeni şartlarda ve konjonktürde bile koruyabilmemiz için laik tanımını değiştirmeli ve 21'inci yüzyıla uygun seküler bir tanıma geçmeliyiz. İsteyenin istediği gibi inanmasının ve kamusal alanda ona uygun davranmasının, isteyenin de inanmamasının ve ona uygun yaşayabilmesinin koşullarını yaratacak ve bu ikisinin dinamik biçimde bir arada var olmasını sağlayacak sistemin adı sekülerliktir.


Bu topraklarda “seküler” tanımına özgüvenle sahip çıkacak ve markamızdaki öğeler arasındaki dengeye dikkat edecek bir İslami anlayış vardır. Bizi bölgemizdeki diğer ülkelerden ayrıştıran en önemli özellik olan uzun soluklu demokrasimiz de bu anlayışın hâkim kılınmasını gerektiriyor.

Serdar Turgut
Habertürk