AKP iktidarıyla Türkiye'de "eski rejim" değişti mi? Hem evet, hem hayır.



Evet, Türkiye bugün öncesine nazaran daha demokratik ve daha özgür bir ülke. Vesayetçilerin eski rejimi asker ve yargı darbeleriyle diriltmek için verdiği mücadele, halkın büyük çoğunluğunun demokrasiden yana tavır almasıyla bertaraf edildi. Artık Türkiye'yi kendinden menkul vâsiler değil halkın temsilcileri yönetiyor.


Evet "eski rejim" önemli ölçüde geriledi, ama 1982 anayasası başta olmak üzere eski rejimin kurumları ve hukuku büyük ölçüde yerinde duruyor. Temel hak ve özgürlükler güven altında değil. Laik bir rejime sahip olmaktan uzağız. Kürtlüğün inkarı bitti, ama Kürt kimliğinin tanınması yolunda adım atılmıyor. PKK'nın silah bırakması için girişimler oldu, ama netice alınamadı; hükümet yeniden silahlı çözüme meyletme işaretleri veriyor. Yeni, demokratik bir anayasa ve onu tamamlayan yasalar kabul edilmeden, özgürlükçü ve çoğulcu bir demokrasi kurulamaz.


AKP iktidarı bunları yapmaya niyetli mi yoksa, bugüne kadar yapılan reformlarla yetinip Başbakan Erdoğan'ı cumhurbaşkanı seçtirmeye mi odaklandı? İkinci yönde işaretler artıyor.


Peki, medyada "eski rejim" değişti mi? Hem evet, hem hayır. Evet, medya artık vesayet düzeninin dayanaklarından biri olmaktan çıktı. Bugün Türkiye temel meselelerini hiçbir zaman olmadığı kadar geniş bir özgürlükle tartışabiliyor. Kemalizm, otoriter laiklik, tekkültürcülük serbestçe eleştirilebiliyor; Türkiye tarihiyle yüzleşmede de hayli yol aldı. Denebilir ki, sorgulanmadık tabu kalmadı. Bunda yalnızca gazeteciler tarafından yönetilen ve demokrasi mücadelesi veren Taraf Gazetesi'nin katkısı büyük oldu.


Ne var ki medyada eski rejim önemli ölçüde yerinde duruyor. Pek az istisnasıyla medya bugün de gazeteciler değil "dükkân sahipleri" tarafından yönetiliyor. AKP hükümeti editoryal bağımsızlığı, yani medyanın gazeteciler tarafından yönetilmesini güven altına alacak kanunlar çıkarabilirdi. Medya patronlarının kamu ihalelerine girmelerini ve çapraz mülkiyeti (hem gazete, hem de radyo-televizyon sahibi olmalarını) yasaklayan düzenlemelerle medyayı, medya-dışı ticari çıkarların aleti olmaktan kurtarabilirdi. (Yeni RTÜK Yasası'yla ticarî gelir payı yüzde 30 ile sınırlandırıldı; ama nasıl denetlenecek?)


AKP iktidarı bunun yerine, bir ölçüde "dişe diş" mülahazasıyla başka bir yol tuttu. Büyük medyanın bir grubunun kendine yakın işadamları tarafından satın alınmasını sağlayarak; öteki grubunu da vergi cezaları yoluyla büyük ölçüde yola getirdi. Patronaj ilişkileri içinde olduğu "dükkân sahipleri" aracılığıyla medyayı denetlemeyi sürdürüyor. Bu yolla bir kısım medyada iktidara yönelik eleştirilerin caydırıldığı muhakkak.


TRT ve Anadolu Ajansı hükümetin borazanı olmaya devam ediyor. Özerk kamu yayıncılığı rafa kalktı. Medya çalışanları sözleşme ve örgütlenme haklarından feragat ettiriliyor. Ama bütün bunlar, Türkiye'de hükümet eleştirilemiyor sonucuna varılmasını haklı kılmıyor. Hükümeti dilediğince eleştiren muhalefet partileri olduğu gibi medya da mevcut. Türkiye'nin komünist tek-parti yönetimi altındaki Çin'e benzetilmesi tam bir saçmalık.


En büyük sorun, ifade özgürlüğünü sınırlayan kanunların yerinde duruyor olması. Teröre ya da darbe girişimlerine bulaşan gazetecilerin kovuşturmaya uğramalarından daha doğal bir şey olamaz.


Ne var ki Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu'nun "terörizm"i çok geniş bir şekilde tanımlayan, böylelikle ifade özgürlüğünü demokratik bir toplumun gerekleriyle bağdaşmaz bir şekilde kısıtlayan hükümlerinin herkesten önce gazeteciler için bir sorun teşkil ettiği ortada.


Bağımsız İletişim Ağı, BIA'nın yeni yayımlanan 2011 Medya Gözlem Raporu, durumun vahametini gözler önüne sermekte.


Cumhurbaşkanı Gül'ün dediği gibi "Bir ülkenin en önemli gücü hürriyettir. Hürriyetin en önemli temeli de ifade hürriyetidir." Bu anlayış hakim olmadığı takdirde AKP iktidarı gelecek seçimleri kaybeder.


Şahin Alpay
ZAMAN



[email protected]