Yasama organının görevini yaparak, başörtülü öğrencilerin üniversitede öğrenim görmesini sağlamak için Anayasanın 10 ve 42’inci maddelerinde yaptığı düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasamızın 2, 4 ve 148’inci maddelerine dayandırarak, iptal etmesi ve yürütmeyi durdurma kararı vermesi, hem ülke içinde hukuka güven açısından kaos ortamının doğmasına hem de “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin zedelenmesine sebebiyet vermiş ve meclisin yasa koyucu vasfı ortadan kaldırılmıştır.

Egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu ilkesi de bu suretle iptal edilmiş ve yargıçlar iktidarına (jüristokrasi) mı gidiliyor, endişesini doğurmuştur.

Bu tablo karşısında toplum artık şu soruları kendi kendine sormaya başlamıştır:Yasama organının görevi nedir? Nerede başlar, nerede biter? Yasama organı ne işe yarar? Yasama organına acaba bu ülkede bir dekor rolümü biçilmektedir?

Bu yaklaşım devletin sahip olması gereken niteliklerinden uzaklaşmasına sebebiyet verecektir. Zira devletin tüm organları aldıkları kararlarda herkesin düşündüğünü, inandığını yaşamasına özgürlük sağlayarak tarafsız olur. Düşüncenin inancın yaşanmasına yasak koyan devlet inanca şaşı bakanların tarafını tutmuş olur ve tarafsızlığını yitirir.

Gözüken o ki, ülkemizde yargı, tek kuvvet haline getirilmek istenmektedir. Dolayısıyla seçilenlerin aksine atananların, yani halkın temsilcilerinin değil, bürokrasinin yasama üzerinde hâkimiyeti tesis edilmeye çalışılmaktadır. Bu tutum açıkça yetki gaspı manasına gelmektedir.

Zaten fiili durum bunun açık bir göstergesidir. Anayasamızın 148. maddesi “Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler.

Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler" demektedir. Fakat Anayasa Mahkemesi yapılan değişikliği esastan görüşerek iptal etmiştir. Bu durum ise milletin iradesinin tezahürü olan TBMM’nin iradesini devre dışı bırakma anlamına gelmekte ve ülkemizdeki demokratik rejimin özü zedelenmektedir.

Zira Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bu karar, hukuki olmaktan çok siyasi bir karardır ve milletin vicdanında izleri derin yaralar açabilecek boyuttadır. Alınan bu karar, milletin taleplerini hiçe sayarak, toplumsal huzursuzluğun da artmasına sebebiyet verecek niteliğe haizdir.

Bu noktada yapılması gereken, alınan bu kararla zedelenmiş olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin yeniden tesis edilip, oluşması muhtemel kaos ortamının bertaraf edilmesidir.

Anayasa Mahkemesi’nin bir yasa koyucu gibi hareket ederek, Türk hukukunda daha fazla yara açmadan yetki alanını genişletici tutumunun önüne geçilmeli ve Anayasa Mahkemesi’nin, hareket sınırları açık bir şekilde yoruma mahal bırakılmadan bir an önce çizilmelidir. Bu çok acil ülke meselesi olarak halledilmeyi bekleyen bir ihtiyaç haline gelmiştir. Yetkileri zaten bilinen bu organın, hangi alanlarda yetkisinin olmadığı yazılı olarak kayda geçirilmelidir.

Aynı zamanda “laiklik” ilkesinin çıktığı ülke olan Fransa’da bile üniversite eğitiminde kılık-kıyafete yönelik bir sınırlama söz konusu değilken, bizde tam tersine içinden çıkılmaz bir rotaya girilmiş olması, demokrasi, insan hakları, cinsiyet ayrımcılığı karnemiz, hem de eğitim-öğretim, inanç ve özgürlüklerimiz bakımından düşündürücüdür.

Yapılması gereken; yüce milletimizin yegane temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en kısa zamanda demokratik-sivil bir anayasa değişikliği yaparak, bu türlü müdahalelere son vermesi, milletin egemenliği, meclisin itibarı ve çocuklarımızın geleceği bakımından ertelenemez, vazgeçilemez bir zorunluluktur.

Türkiye’nin 21. yüzyıla girerken demokratik bir hukuk devleti olma yolunda atacağı bu adım büyük önem taşımaktadır.

Şu da unutulmamalıdır ki, her türlü olumsuzluğa rağmen Türk milleti bu adımı atabilecek kudrettedir. Ülkemizi yine “milletimizin göstereceği kendi azim ve kararlılığı” düzlüğe çıkaracaktır.

Abdurrahman ACER
Memur-Sen Kahramanmaraş İl Temsilcisi