Yerel Seçimlerin yaklaştığı şu günlerde partilerin ve adayların karşılıklı suçlamaları artarak devam ediyor. Hz. Peygamber'in bu konuda öyle bir öğüdü var ki, kulaklara küpe olacak türden.

Yerel Seçimlerin yaklaştığı şu günlerde partilerin ve adayların karşılıklı suçlamaları artarak devam ediyor. Kuşkusuz hiç hoş bir manzara yok ortada.


Sırf seçim kazanma ve bir koltuğa yerleşme uğruna her şey göze alınmalı mı diye sormadan edemiyor insan. İddialar yalan yanlış bu kadar ortaya saçılmalı mı?

Bırakın rakip adayları gözden düşürmek için böyle davranmayı, düşmana bile husumet beslerken hakkaniyete riayet etmeli, adil olmalı, kusuru olduğundan fazla abartmamalı, hakikate dayanmayan bir dedikoduyu iddia olarak ortaya saçmamalı insan.

Geçtiğimiz günlerde bir serlevha gibi her yere asılmasının iyi olacağını düşündüğüm bir hadis-i şerifi okuduğumda aklıma hemen yerel seçim atmosferi geldi. Keşke her aday okusa diye geçirdim içimden. Derken, bu muhteşem hadisi şerifi ola ki birkaç adaya faydası olur diye buraya taşımanın uygun olacağını düşündüm. Dilerim dikkate alan olur.

Ebû Cürey b. Süleym (r.a.), Peygamber Efendimiz (s.a.s)'e, “bana bir şeyler öğret, bir tavsiyede bulun” deyince, Rasûlullah Efendimiz:

"Hiç kimseye sövme!" buyurduktan sonra, tavsiyelerinin sonuna şunu da ekledi: "Eğer bir kimse sana söver veya sende bulunduğunu bildiği bir şey sebebiyle seni ayıplarsa, sen o kimse hakkında bildiğin şeyler sebebiyle onu ayıplama. Onun bu (hareketinin) vebâli/sorumluluğu kendisine aittir." (Ebû Dâvûd, Libâs, 24; Tirmizî, İsti'zân, 27.)


Siyaset ortamına, medya diline veya gündelik yaşamdaki sohbet ortamlarına dikkat edildiğinde, sevmediğimiz, dünya görüşünü paylaşmadığımız kişi, zümre, cemaat, parti, grup, fraksiyon veya benzerleri hakkında ölçüsüz bir üslup ve saldırganlık duygusunun hakim olduğu dikkati çekmektedir. Bizden olmayanı, bizim gibi düşünmeyi imha anlayışına dayalı zihniyet yapısı giderek yaygınlaşmaktadır.

Sevmediğimiz kişi veya grupların bir açığı ortaya çıkmaya görsün, bunu fırsat bilerek ve olayı gereğinden fazla abartarak onlarda sanki hiç iyi haslet yokmuş gibi tamamen sıfırlayıcı, yok edici bir yaklaşım sergilenmektedir.

Siyasi propaganda yaparken bile, sırf muhalif parti veya rakip aday diye onda olmayan kusurları sanki varmış gibi yansıtmak, eksiklerini, yanlışlarını gereğinden fazla abartmak insafa sığmaz.

Ne buyuruyor Peygamber Efendimiz; "Eğer bir kimse sana söver veya sende bulunduğunu bildiği bir şey sebebiyle seni ayıplarsa, sen o kimse hakkında bildiğin şeyler sebebiyle onu ayıplama.”

Ne kadar zor değil mi? Başkaları sizin veya ait olduğunuz sosyal çevrenin bir kısım ayıp, eksik veya kusurlarını sıralarken onlara aynıyla mukabelede bulunmamak... Susmak ve sabretmek.

Ama eğer rehberimiz Peygamber Efendimiz ise, örnek alacağımız rol model de O (s.a.v) olmalıdır. Bireysel ve toplumsal yaşamın her yanını saran kirlenmeden en az düzeyde etkilenmenin yolu ve bu bataklıktan salimen çıkmanın anahtarı, yol göstericimizin tavsiyelerine uymaktır.

Kimi örnek alacağız?

Mustafa Akkad’ın yönettiği ve ünlü aktör Anthony Quin’in başrolünü oynadığı 1980 yapımı Lion of Desert (Çöl Aslanı) filmini bilirsiniz.

Hatırlanacağı gibi filmde, Libya’daki direnişin öncüsü ve sembolü Ömer Muhtar’ın son nefesine kadar ülkesi için verdiği bağımsızlık mücadelesi sinematografik bir dille perdeye aktarılmaktadır.

Filmde yer alan en etkileyici repliklerin başında, Ömer Muhtar’ın çatışmalarda ele geçirilen ve esir edilen İtalyan askerlere iyi davranılması yönünde mücahitlere yaptığı tavsiye gelmektedir.

Mücahitler kendisine, “ama onlar bizden birini ele geçirdiklerinde çok kötü muamele ediyorlar ve öldürüyorlar” cevabı verince, Ömer Muhtar; “onlar bizim hocamız değil” cevabı verir. Kısacası, bir Müslüman en zor anlarında bile Müslüman’ca davranmayı asla hatırdan çıkarmamalıdır. Aklıselimi ve ilahi fermanları göz önünde tutmayı ihmal etmemelidir. Nasıl davranması gerekiyorsa öyle davranmalıdır. Onun davranış biçimini rakiplerinin tutumları değil, hakikatin bizatihi kendisi belirlemelidir.


Ömer Muhtar’dan söz etmişken yazımızı yine onunla bitirelim.

Ömer Muhtar’ı esir alan ve 15 Eylül 1931 de İtalyan Sıkıyönetim Mahkemesi önüne çıkarılıp idam edilmesini sağlayan İtalyan General Rodolfo Graziani, hatıralarında Ömer Muhtar’dan söz ederken şunları söyler;

“O, dinine ait hiçbir şeyi ihmal etmeyecek ve dinini herhangi bir maddi menfaat karşılığında satmayacak üstün bir kişiliğe sahipti. Dünyevi hiçbir çıkar peşinde olmayan bir kişiydi. Üstelik hayli fakir bir adamdı. Din ve vatan sevgisinden başka hiçbir dünyevi şeye malik değildi. O vatanına saldıranlara karşı da korkusuzca savaşıyordu. Vatanına yapılacak herhangi bir saldırıyı karşılıksız bırakmayı kabullenecek bir şahsiyet değildi.”

Ömer Muhtar’ın mücahitlerinin “ama onlar bize böyle yapıyorlar” diyerek zulmüne işaret ettikleri General Graziani’nin son tahlilde Ömer Muhtar hakkındaki değerlendirmesi işte bu şekildedir. Sehpaya çıkarılsa bile, fazileti önünde düşmanın bile eğildiği bir kişilik var karşımızda. Sizce bu savaşı gerçekte kim kazandı dersiniz?

Şunu demek istiyorum.
Öyle fazilet timsali hayatlar sürdürmeliyiz ki, bize ait her şeyden ve değerden nefret edenler bile, gün gelip hakkı teslimi edebilsinler.
Seçim kazanıp bir koltuk sahibi olacağız diye, tüm değerleri ayaklar altına almaya değmez.


Biraz ölçü lütfen.


Prof. Dr. Osman ÖZSOY
Haber7