Ertuğrul ÖZKÖK

DÜN sabah erken saatlerde AKP’nin önemli simalarından biri aradı."Yazınızı okurken benim de tüylerim diken diken oldu" dedi.

"Kábe ve Çankaya" başlıklı yazımı kastediyordu.

Arkasından ilave etti:

"Evet bu çok vahim bir benzetme. Ayrıca Çankaya’yı fethetme diye bir duygu da çok vahim. Ama bu iddiaları AKP’ye mal etmek doğru bir şey mi? Birtakım marjinal kafalar böyle diyorsa, biz ne yapalım? Ben sadece şunu söylüyorum: Biz bu tür marjinal yaklaşımları asla tasvip etmiyoruz."

Zaten benim de günlerdir anlatmaya çalıştığım şey bu.

Marjinal hastalıklar hızla toplumun makul alanlarına sirayet ediyor.

Toplumun makul kesimi sustu, marjinal öfkeler hepimizi burnundan tutup sürüklemeye başladı.

Bu sadece AKP için değil, bütün öteki siyasi partiler, biz gazeteciler için de geçerli.

Hepimiz, kendi tarafımızdaki öfkelerin, nefretlerin esiri haline geliyoruz.

Bu çok tehlikeli bir şey.

* * *

Ama cesur olmak lazım.

Herkes, kendi evinde bir "mıntıka temizliği" yapıp marjinal öfkeleri, nefretleri evinden kovmalıdır.

Bu krizden herkesin ders çıkarması gerekiyor.

Önce AKP’nin...

Kendi payıma şu bilançoyu çıkarıyorum:

Türkiye son 4.5 yılda, ekonomik açıdan "iyi yönetildi".

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim:

Özal’ın ilk döneminden beri en iyi ekonomi yönetimi bu dönemde gerçekleştirildi.

Türkiye bu dönemde çok önemli, hatta tarihi sayılabilecek reformlara imza attı.

Türkiye bu dönemde ihracatını 100 milyar dolara çıkardı.

Türkiye bu dönemde dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasına girdi.

Türkiye bu dönemde Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başladı.

Türkiye bu dönemde uluslararası planda önemli bir aktör haline geldi.

Evet istediğimiz kadar kızalım, istediğimiz kadar öfkelenelim, biz kabul etmesek de tarih ileride bu dönemi böyle yazacak.

* * *

Diyeceksiniz ki, o kadar iyi yönetildiyse, neden tarihinin en ağır "siyasi krizlerinden" biriyle karşı karşıya?

İşte herkesin sorması gereken asıl soru budur.

Bu kriz artık bütün siyasetçilere şunu ispat etmiştir:

Türkiye’yi yönetmek, sadece ekonomiyi yönetmekten ibaret değil.

Aynı zamanda o halkın "psikolojisini", "endişelerini", "hassasiyetlerini" de yönetmek gerekiyor.

Hem de çok iyi yönetmek...

AKP’nin "görev tanımında", halkın bir bölümünde bile olsa, bu endişeleri giderme de vardır.

Nasıl ki, öteki partilerin "görev tanımında", halkın "Bu partiler ekonomiyi iyi yönetemez" endişesini giderme konusu da varsa...

Bu krizden öteki partilerin de çıkaracağı dersler var.

Geçen gün mitinge katılan arkadaşlarımdan biriyle konuştum.

"Ben mitingdeydim, ama kürsüde değil" dedi.

Mitinge katılan insanlarla müthiş bir gönül beraberliği içindeydi.

Türkiye’nin modern hayat tarzının, Anayasa’nın temel ilkelerinin korunması konusunda sahici endişeleri vardı.

Bu arkadaşım, liberal ekonomiye de gönülden inanıyordu.

Ve bu arkadaşımın hálá bir endişesi vardı.

Seçimde ne olacak?

"Meydanlar bizim, ama sandıklar kimin?"

Bu sorunun tam cevabını veremiyordu.

En büyük miting sandıktır...

Ben de diyorum ki, o sandığa giderken, bütün siyasi partilerin, halkı ikna etmeleri gereken eksiklikleri vardır.

Kimilerinin "halktaki, rejim endişelerini"...

Kimilerinin de "Bunlar ekonomiyi batırır" endişelerini.

En başarılı parti, bütün bu endişeleri gidereceğine halkı inandıran parti olacaktır.

AKP de bunu başardığı takdirde, görecektir ki, gerçek mesele türban falan değildir. (Hürriyet)