Bu bir Gazze dramı yazısıdır. Fakat konuyu çok kritik bir noktadan Gazze’ye bağlamak için sıkılmayacağınızı umduğum bir örnek üzerinden kısaca bir iki noktanın altını çizmek gerekiyor.

Bu ülkede acılar, kederler, yıkıp geçen doğal afetler, binlerce insanın ocağını söndüren ekonomik krizler, hatta bir zamanlar sağ sol çatışmaları, son 25 yılda da terör kaynaklı kahpe tezgâh hiç eksik olmadı ve çok canlar yandı. Pekâlâ, siz tüm bunlar olurken devleti yöneten, örneğin Türkiye’nin son 50 yılına damgasını vuran siyasetçilerimizden Bülent Ecevit ya da Süleyman Demirel’in milletin yüreğini dağlayan bu tür olaylar karşısında bir damla gözyaşı döktüğüne tanık oldunuz mu? Biraz sabredip yazının geri kalan kısmını okuma fırsatınız olursa nedenini izah edeceğim.

1968 yılındaki ABD başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti’den başkan adayı olan Edmund Muskie (1914-1996), kampanya dönemindeki bir konuşması sırasında devam etmekte olan Vietnam Savaşı’nda hayatını kaybeden askerlerden söz ederken bir ara duygulanır ve yanaklarından aşağıya birkaç damla gözyaşı dökülür.

Amerikan basını bu durumu, ülkeyi yönetmek için gerekli duygusal dengeye ve başkanlık gibi bir ağır sorumluluk isteyen görevi yerine getirmek için lazım olan güçlü iradeye sahip olmadığı şeklinde yansıtır. Edmund Muskie artan eleştiriler üzerine; ‘Ben bir insanım. Duygulandım ve ağladım’ diyemez. "Onlar gözyaşı değil, kar tanesiydi" diyerek geçiştirmeye çalışır.
Son ana kadar kampanyayı açık ara önde götüren ve başkanlığı garanti gibi olan Edmund Muskie’ye tek damla gözyaşının maliyeti ağır olur ve seçimi sürpriz bir şekilde yarım puanla Nixon karşısında kaybeder. (Muskie 42.72%, Nixon 43.42%)

Hollywood’un o dönemde resmettiği değerler bütünlüğü içinde şekillenen Amerikan toplum yapısı bugünkünden farklıydı ve gözyaşı kadınsı bir zayıflık olarak algılanıyordu. Nitekim kovboy filmlerinin ünlü kahramanı John Wayne erkekliği tanımlarken; "Bir erkek atı, köpeği ya da arkadaşı için ağlayabilir, ama bir kadın için asla!" demekten çekinmedi.

Seçimi kazanan Nixon Vietnam Savaşı’nın en kanlı döneminde başkanlık yaptı. Duygusal yönü zayıf, ağlayarak ruhunu rahatlatamayan ve içini boşaltamayan başkanların ülkenin başına ne sorunlar açtığının farkına varan Hollywood, Vietnam Savaşı sonrası tavır değiştirerek Amerikan toplumu için yeni bir bakış açısı resmetmeye çalışır.

Hollywood’un senaristleri, ağlamayı erkekliği ve devlet adamlığını gölgeleyen bir unsur olarak görmekten vazgeçtiler. Artık herkes rahatça ağlayabiliyor. Bugün Hollywood filmlerinde Rambo ağlayabiliyor, John Wayne’ye inat, Leonardo DiCaprio sevgilisi için gözyaşı dökmekten çekinmiyor.

Gazze’deki ateşi söndüren gözyaşları;
Sanırım herkesin ortak kanaati şudur ki, Gazze’de dün sağlanan ateşkeste en büyük katkıyı Türk halkı ve ona uygun bir hassasiyet dili geliştiren Türk devlet erkânı yaptı. Türkiye’de sel olan gözyaşları, edilen dualar, okunan Fetih süreleri Gazze’nin hararetini düşürdü.

Başbakan Erdoğan daha ilk günden bir oraya bir buraya koşturdu. Konuyu dünya gündemine taşıyan tek lider oldu. Birleşmiş Milletleri (BM) harekete geçirdi. Prof. Ahmet Davuoğlu muazzam bir mekik diplomasisi yürüttü. Alınan sonucun görünmez kahramanı oldu. Bu tür konularda benzer hassasiyeti yaşasa da dışa vurmakta tutuk davranan CHP örgütü bile dün İstanbul Zeytinburnu meydanından dünyaya haykırdı. Tekbirler getirildi. Filistin halkıyla dayanışma mesajı verildi.

Nitekim Türkiye’yi ayağa kaldıran hassasiyetin Türk devlet adamlarının tavrında somutlaşan duruşundaki güçlü mesaja dünya kayıtsız kalamadı. Ancak 3 hafta sonra harekete geçebilen ve dün Kahire’de bir araya gelen Avrupalı devlet adamları Türkiye’nin çabalarını müteaddit defalar teslim ettiler.

Gelelim yazının başındaki olaya;
Gözü yaşlı ve duygusal başkan adayı olan Edmund Muskie seçimi kazanabilseydi, Vietnam’da ABD çok sayıda askerini kayıp vermez, Vietnamlının da canı bu kadar yanmazdı. Bush ağlayabileydi, Iraklı ve Gazzeli analar bu kadar ağlamazdı.
Dönemin Başbakanı Özal, PKK’nın bir köy baskınında çok sayıda vatandaşımızı şehit ettiğini haber alınca helikopterle olay mahalline gitti ve şehit kadın ve çocukların başına çökerek dakikalarca ağladı. İşte o Özal bu ülkeye hizmet etti.

Demirel ve Ecevit ağlayabilseydi, bu ülkenin anaları evlat acısıyla o kadar gözyaşı dökmezdi. Gazze için gözyaşı akıtan gözü yaşlı karıkoca (Başbakan Erdoğan ve eşi Emine Hanım) bir milletin vicdanına karşılık verdi ve çabaları ateşin sönmesi için bir anlam kazandı.

Tahminim o dur ki, eğer Gazze’de ateşkes kalıcı olursa, bu yılki Nobel Barış Ödülü büyük olasılıkla Başbakan Erdoğan’a verilecektir.
Nobel’i önemsediğimden değil. Barışa yönelik samimi çabaların fark edilmesini önemsemekten söz ediyor ve tüm Türk halkını dünyayı harekete geçiren maşeri vicdanından dolayı kutluyorum. Aslında mümkünse böyle bir ödül tüm Türk Milleti’ne verilmeli. Tarih boyu hep böyle davrandı.
Siz bu dünyanın sigortasısınız ve iyi ki varsınız.
Yazımı, Nazlı Ilıcak’ın dünkü yazısından bir anekdotla kapatalım:
Hintli bir adam, suda bata çıka ilerlemeye çalışan bir akrep görür. Onu kurtarmaya karar verir; parmağını uzatır ama akrep sokar. Hintli, akrebi sudan kurtarmaya gene çalışır; akrep onu tekrar sokar. Yanındaki kişi Hintliye, "Vazgeç, görüyorsun akrebi" der.

İşte Hintlinin cevabı: "Sokmak akrebin doğasında vardır. Benim tabiatımda ise sevmek var. Niçin, sokmak akrebin doğasında var diye, tabiatımın gereği olan sevgiden vazgeçeyim ki?"
Bu hikâyeyi, aman İsrail’i kızdırmayalım, başımıza iş alırız diyen Türk basınının İsrailsever kalemlerine ithaf ediyorum.

Bize gelince; Akrep’e rağmen onu da kurtarmaya devam.


Prof. Dr. Osman ÖZSOY
Haber7