Cumhurbaşkanı seçiminden değil, yeni hükümetin gündeminden söz etmek istiyorum.

AKP, 2002 yılı sonunda seçimleri kazandıktan sonra Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olduğu için Abdullah Gül başbakanlık koltuğuna oturmuştu.

O dönemde Gül-Erdoğan ikilisi iyi bir başlangıç yapamayınca, değerli bir zaman dilimi boşa harcanmıştı.

Bu konuda bir yandan deneyimsizlik, diğer taraftan Çankaya'yı da yanına alan asker-sivil bürokrasinin engelleyici karşı ağırlığı rol oynamıştı.

Yeni hükümet bu yüzden dört alanda atılması gereken bazı ivedi adımları atamamıştı:

Kıbrıs...

Avrupa Birliği...

Kürt sorunu...

Ekonomi...

2002 yılı sonunda AKP hükümeti kurulurken Kıbrıs'ta Annan Planı sahneye çıkmıştı. Hükümet, Avrupa Birliği'yle ilişkiler açısından yaşamsal öneme sahip bu konuyu nereden tutacağını bilemedi.

Çankaya-Genelkurmay-Denktaş üçgenindeki ret cephesi ile, hükümetteki kararsızlığı tespit eden Dışişleri'nin de ikircikli tutumu, Kıbrıs'a ilişkin çok iyi bir fırsatın kaçmasına neden oldu.

Hükümet eğer bir yıl sonra gecikmeli olarak göstereceği kararlılığı, daha işin başında benimsemiş olsa ve Annan Planı'nı kabul etmiş olsaydı, bugün Türkiye'nin AB yolunu engebeli kılan Güney Kıbrıs vetoları yaşanmayacaktı.

İşin başında kaçan bu fırsat, Türkiye'nin AB ilişkilerinin kıskaca alınmasına yol açtı.
2002 sonu ile 2003 başlarında kaçan ikinci bir fırsat daha vardı. Kürt sorunu çerçevesindeki bu fırsatın adı şöyle konulabilirdi:

Dağdakileri indirmek!

Bu konuda hükümet iyi bir çalışma yapmıştı. Perde arkasında bazı şeyler iyi pişirilmiş, umut verici bir taslak plan ortaya çıkarılmıştı.

Ama sonra geri basıldı.

Hükümet, Annan Planı'nda olduğu gibi bu konuda da asker-sivil bürokrasi önünde, deneyimsizlikten de kaynaklanan kararsızlığı nedeniyle ağırlığını koyamadı. Dağdakileri indirmekle ilgili plan böylece ölü doğdu.

Abdullah Gül, kendisiyle birkaç yıl sonra yaptığım bir sohbette, hükümet olarak bu konularda işin başında fırsat kaçırdıklarını açık dille teslim etmişti.

Ekonomiye gelince...

AKP hükümeti 2002 yılı sonunda kurulurken, ekonomi alanında biraz ayakları yerden kesik bir havadaydı. Türk ekonomisinin IMF'siz yol alabileceği sanısına kendini fazla kaptırmıştı. Yapısal reformları pek o kadar önemsemeyen izlenimler yayıyordu.

Kısacası, başlangıçta hükümet ekonomide de gereken radikal adımları atmakta geç kaldı.

Beş yıl çabuk geçti.

Şimdi yeni hükümet kapıda.

Üstelik, Başbakan Erdoğan'ın bu yeni hükümetinin meşruiyet tabanı yüzde 47 oy (eskisinin arkasında yüzde 34 oy vardı) nedeniyle çok daha geniş.

Ayrıca şu var:

Çankaya'da da Sezer olmayacak.

Geçen beş yıl içinde, yukarıda değindiğim alanlarda hiç kuşkusuz önemli mesafeler alındı. Ancak, bu konular yine Türkiye gündeminin baş köşelerini işgal etmeyi sürdürüyorlar. Türkiye yol alacaksa çözümlere ihtiyaç var.

Kıbrıs yine ön sırada!

Eğer AB ile ilişkilerin kilitlenmesinden sakınmak istiyorsak, limanların açılması konusu gene kapımızda.

AB diyorsak, ifade özgürlüğü diyorsak, 301 gündemde. Vakıflar Yasası'nın çıkması gerekecek. Heybeliada Ruhban Okulu gündemden düşmeyecek vs...

Türkiye'nin siyaseten normalleşmesini, demokratikleşme yolunda hızla mesafe almasını önemsiyorsak, Kürt sorunu, Kuzey Irak, dağdakileri indirmek yine ülkemizin bir numaralı gündem maddesi olmak zorunda...

Ekonomide ise başta sosyal güvenlik reformu olmak üzere bazı köklü adımların daha bismillah derken işin başında atılması lazım.

En zorlar en başa alınır!

Çünkü, her iki seçmenden birinin oyunu almış olan bir siyasal iktidar, kolları sıvarken en güçlü olduğu noktadadır. Bu yüzden en zor adımları başlangıç döneminde atmak, siyasette zamanlama açısından genellikle en uygun tutumdur.

Başbakan Erdoğan ve yeni hükümet, geçen beş yılın deneyimiyle, önüne çıkan bu yeni fırsat kapısını iyi değerlendirebilirse, zamanlamayı iyi yaparsa, 2002 ve 2003'tekinin tersine gecikmezse, Türkiye'nin önü bir anda açılır.

Boğayı boynuzlarından yakalamadan bir yere gidemeyiz.

İyi pazarlar!

HASAN CEMAL
[email protected]