Raden, Beraris, Rulin ve Sajen Sağocak kardeşlerin akrabalarıyla konuşuyoruz. Bir aile yakını, annelerinin sevgisinin çocuklara ağır geldiğini belirterek “Öyle bağlandılar ki, dünyanın geri kalanını göremediler. Akıllarınca da annelerine gittiler” dedi.

Çocuklar annelerini ne kadar sever? Peki ya bir anne çocuklarını? Bu bağ, bu sevgi ne zaman çok gelir, nasıl olur da can yakar, ne olur da anneni sevdiğin için ölürsün? Ya da öyle sanırız? Ve annemize gerçekten nasıl kavuşuruz?

Kahramanmaraş’ı konuşuyoruz. Bir bağ evinin dört ayrı köşesinde hayatına kıyan dört kardeşi konuşuyoruz. Efsaneler duyuyoruz; “Tarikat” diyorlar, “Şamanist inanışa sahiplerdi” diyorlar, “zaten asosyallerdi arkadaşları bile yoktu” diyorlar. Konuşuyoruz ama “neden”leri sormayı unutuyoruz... Bir aile yakını “depresyon sorgulamasına” kalkışan bendeniz gazeteciye şöyle diyor:

“Bak kızım, bu sevgi bu çocuklara fazla geldi. Bu sevgiye öyle bir bağlandılar ki, dünyanın geri kalanını göremediler. Akıllarınca da annelerine gittiler. Bunu bizim anlamamıza imkan yok. Biz bir başkasının aşkını nasıl tarif edelim, çektikleri acıdan ölümü seçmelerine nasıl bir ad verelim?”

Zararsız, sessiz...

Kahramanmaş’ta geçtiğimiz günlerde canlarına kıyarak, ölen anneleri Neyran Sağocak’ın peşinden giden kardeşler Raden, Beraris, Rulin ve Sajen’in “nedeni” peşindeyiz.

Her şey, astıma bağlı nefes darlığı şikâayeti sonucu fenalaşan anne Neyran Sağocak’ın tedavi için İstanbul’a götürülmesi ve çocuklarının da peşinden gitmesiyle başlamış. Hastalık sürecinde annelerinin başından bir an olsun ayrılmayan kardeşler, anneleri daha sağken etraftaki akrabalara “Biz annem olmadan yaşayamayız” diyorlarmış.

Aile yakını Servet Çuhadar’ın anlattıklarına göre, hastanede beklerken kardeşlerin hiçbiri tam bir hafta boyunca ağzına yemek koymadı.

Annenin ölümünden sonra birkaç kez intihara kalkışan kardeşler, babanın zorlamasıyla psikolojik destek de almış ama nafile...

‘Babam ödeyecek deyip gitti’

Ailenin hikayesini araştırmaya baba Necdet Sağocak’ın Abdülhamithan Mahallesi’ndeki eviyle başlıyoruz. Ev sessiz; dış dünya ile tüm bağlantıları kesilmişçesine. Kapı zilini çalanlara yanıt verilmiyor, evin bütün perdeleri sımsıkı kapalı. Komşuları ise ağızbirliği etmişçesine, ailenin “zararsız”, ancak “sessiz” olduğunu vurguluyor.

Mahalle muhtarı bakkal Ali Fıstık’a göre de son derece kibar, az konuşan kardeşler markete sigara kola ve ekmek almak için uğrar ya da telefonla sipariş verirdi. Yaklaşık 15 yıldır aynı marketten alışveriş yapmalarına rağmen selamlaşmanın ötesinde bir sohbette bulunmadıklarını söyleyen Fıstık, “Mahalle okulunda okudular, bir tane arkadaşları olmadı. Kimseye zararları olmadığı için dikkat de çekmezlerdi. İntiharlarından iki gün önce gelen en küçük kız çocukları ‘borcumuz ne kadar?’ diye sordu. ‘Yarın babam gelip ödeyecek’ diyerek gitti. Son görüşüm o oldu” diyor.

Aileye ait evde taziye ziyareti kabul edilmiyor. Aile hem kendilerine yoğun ilgi gösteren basın mensuplarının ilgisinden korunmak, hem de babayı acıdan uzaklaştırabilmek üzere belediyeye ait Taziye Evi’nde ziyaretçi kabul ediyor.

Taziye Evi’nde ilk kez Milliyet’e konuşan birinci dereceden aile üyeleri ve yakın aile dostları Sağocak ailesi hakkında çıkan “Şamanist”, “ateist”, “hasta” gibi iddialara oldukça kızgın. Ailenin hikayesini amca oğlu Nevzat Sağocak, teyze oğlu inşaat mühendisi Yaşar Balık, kardeşlerin kuzeni mühendis Mihriban Sağocak, aile dostu işadamı Servet Cünadar ve diğer akrabalar bazen öfkelenerek, bazen dertlenerek anlattı.

Anlatılanlara göre, Sağocaklar, Maraş’ın tanınmış ailelerinden. Dedeleri Aile Rıza Sağocak da Cumhuriyet döneminin ilk ziraatçilerinden ve adını “Dama üstadı” olarak duyurmuş bir dahi. Bu yüzden ailede dama, briç gibi oyunlar çok yaygın.

Sokrates gibi adam

Zamanının çoğunu briç klübünde geçiren, çocuklarıyla briç dereceleri olan Nevzat Sağocak da Kahramanmaraş’ın tanınmış avukatlarından. Kendisi için “Her konuda fikri sorulan, sağcının solcusunun danışmak için kapısını çaldığı, Sokrates gibi adam” gibi nitelendirmelerinde bulunuyorlar.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Sağocak’ın, 1970’lerin başında Maraş’ta da tanınmış bir avukatken, İstanbul’da baktığı boşanma davasıyla kaderi değişiyor. Boşanma davasının tarafı, geçtiğimiz günlerde kaybettiği heykeltraş eşi Neyran. Bu süreçte birbirine aşık olan çift, ayrılamayacaklarını anlıyor ve Neyran Sağocak’ın ilk eşinden olan iki kız bebekle Maraş’a dönüyorlar.

Put yapıyor diyorlardı

Ancak “gerçek bir İstanbul hanımefendisi” olarak anılan Neyran Sağocak, Maraş’taki yaşama uyum sağlayamıyor. Bir aile üyesinin “Heykel yapıyorum diyordu, arkasından put yapıyor diyorlardı” sözleriyle açıkladığı durum, genç kadının önce içine kapanmasına, sonra da çocuklarına sığınmasına neden olmuş. Çocuklarına gösterdiği aşırı ilgi ve sevgi karşılığını da bulmuş, çocuklar bir anlamda anneyi güneş, kendilerini gezegen sanıp, yörüngeden hiç ayrılmamışlar.

Söylenenlere göre, aile yıllar içinde giderek içe kapanmış, zaten yaşadıkları muhitte komşuluk yapabilecekleri kimse yokmuş. Okumaya çok düşkün, felsefe, tarih ve sanata aşırı ilgili bu aile, çok sınırlı sayıda aile dostu ve akraba ile görüşürmüş.

Hepsi iyi eğitimli

Anlatılanlara göre, kardeşlerin içine kapanmasına anneye olan bağlılıkları kadar, isimleri de neden. Mitolojik olduğu söylenen, ancak öz Türkçe hecelerin anlamlı birlikteliklerinden oluşan isimleri kardeşlere ağır geldi, açıklamaktan yorgun düştüler ve isimlerinin ağırlığı altında kaldılar.
“Temiz kalp” anlamındaki Beraris, KKTC’deki Yakın Doğu Üniversitesi’nde bilgisayar ve elektronik eğitimi gördü ancak ilk yılında bıraktı. Eski Mısır’da adalet tanrısının adını taşıyan Raden, İngiltere’de iktisat okudu, İstanbul Beykoz’da askerliğini yapıyordu. “Değişim” demek olan Rulin ise Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde muhasebe eğitimi alıyordu, hayali resim okumaktı. Sodaylarının ilk hecesi ve gen kelimesinden bir araya gelen Sajen ise Bolu İzzet Baysal Üniversitesi Kaynaşlı Meslek Yüksek Okulu’nda bina tasarımı bölümü öğrencisiydi.

Kötülükten korkuyorlardı

Nevzat Sağocak şöyle diyor: “İsimleri dikkat çekiciydi, entelektüel düzeyi çok yüksek, hele Kahramanmaraş için fazla yüksek bir aileydi. Kendilerine steril, izole bir yaşam seçtiler. Anne ve çocuklar dışarıdan bir kötülük görmekten korkuyordu. O yüzden kendi içlerinde kalmak istiyorlardı. Ailede gördükleri sevgiyi dış dünyada bulamayınca iyice annelerine yöneldiler. Necdet abimiz bile çocuklarla annelerinin arasına giremediğini söylerdi. Anne çok korumacı, çok dominant bir karakterdi. Neyran da İstanbul’dan getirdiği dinamikler ile Maraş şartlarına uyum sağlayamadı. Biz de çok sık ziyaret edemezdik. Her çağırmaya da gelmezdi. Ama uyumlu bir aile birliktelikleri vardı. Abim eve birgün bile çiçek almadan gitmezdi.”

Ailenin ev sevdiği hobi, sanat faaliyetleri. Kardeşler de anneleri gibi resim ve heykel ile ilgileniyordu. Aynı zamanda ateist değillermiş, bilakis İslam şartlarına da uzak bir aile değilmiş, Necdet Sağocak’ın 30 gün oruç tuttuğu, dinine bağlı bir Müslüman olduğu söylenenler arasında.
Anne ile çocuklar arasında “sizli bizli” hitap da detaylar arasında. Ancak kimse hastalık sayılabilecek bir aşırılık görmediklerini anatıyor.

Yamyamlar anlamıyor

Baba Sağocak’ın en yakın arkadaşlarından, akraba Yaşar Balık ise ailece görüştüklerini ve çocukların anneye aşırı düşkün olmasının bir hastalık olarak görülmemesi gerektiğini söylüyor. Balık, “Maraşta kaç kişi briç ve satranç oynar? Ev gezmeleri sınırlıydı, çocuklar çok birikimliydi, biri ingiltere’de okudu, söylendiği gibi olsa oralarda nasıl gidip kalacak? İsimleri çok yadırganırdı. Fransız zannederlermiş. Sanatçı ruhla büyüyen, felsefeye, Mevlana’ya meraklı çocuklardı. Ama buradaki bazı yamyamlar bu aileyi anlamıyor” diyor.

Kuyudan çektikleri su miktarını not etmişler

Kahramanmaraş merkeze yaklaşık yarım saatlik uzaklıkta bulunan intiharların gerçekleştiği, Dereli köyü, Alıçseki mevkiinde bulunan aileye ait bağevine girdik. İki katlı evin bahçesi bakımlı ve yemyeşil... Geniş bir varendası bulunan ve dışarıdan oldukça bakımlı görünen evin içi ise dışının aksine son derece dağınık.

Çok az eşyanın bulunduğu evin giriş katında bir masa ve bir çekyat var. Bu katta aynı zamanda açık bir mutfak var. İntihar gününden kaldığı belli olan açılmış bisküvi paketleri, yarım kalmış puding kaseleri, şişeler, yerde bir su ısıtıcısı, eşi görünürde olmayan ayakkabılar, çöpler arasında iki boş viski şişesiyle, bira kutuları ve cipsler dikkat çekiyor.
Bu arada, bu katta çocukların kendi el yazılarıyla not tutukları bazı kağıtlar da var. KKuyudan çekilen günlük su miktarları litre olarak düzenli bir şekilde not edilmiş. Mutfakta ne bir ocak, ne düzenli bir kapkacak göze çarpıyor.

Açık salonun bir köşesinde düzenli sulandığı belli, saksılar içerisinde çiçekler, bir diğer köşede kurutulmuş biberler, çekyatın üzerindeki erkek giysileri kapı girişinde eskimiş ayakkabılar, mutfak lavabosunda kirli bulaşıklar, yerlerde karton bardaklar dikkat ve boş iki viski şişesi...
Üst kata ise ahşap merdivenlerden çıkılıyor. Odalar küçük, adım atıldığında dahi ses çıkaran parkelerle kaplı. Odaların birinde yataktane hissi verircesine yan yana ikişer olmak üzere dört yatak var. Diğer odalar ise boş.

Sağocakların akrabaları olayı bazen öfkelenerek, bazen üzelerek anlattı. İnşaat Mühendisi Yaşar Balık da onlardan biri... (KAYNAK: ŞÜKRAN PAKKAN KAHRAMANMARAŞ / MİLLİYET GAZETESİ'NDEN ALINMIŞTIR.)