Kahramanmaraş'ın düşman işgalinden kurtuluşunun 92. yıldönümü, valilik ve belediyenin hazırladığı programlarla kutlanıyor.


Anadolu'da milli mücadele ateşini yakan ve 12 Şubat 1920'de kendi kendini kurtaran şehir olarak tarihe geçen Kahramanmaraş, Fransız işgalinden kurtuluşunun 92. yıldönümünü kutluyor. Kurtuluş etkinliklerinin kapsamını her geçen yıl biraz daha genişleten Kahramanmaraş Belediyesi ve valilik bu yıl da çok sayıda kültürel, sanatsal ve spor faaliyeti düzenliyor.


Bugün düzenlenen 6. Uluslararası Güreş Turnuvası ile başlayan kurtuluş etkinlikleri, 12 Şubat Pazar gününe kadar devam edecek. Hafta boyunca tüm ev ve işyerleri bayraklarla donatılırken, belediye anons bürosundan da kahramanlık türküleri ve mehter marşları dinletilecek. KSÜ Öğretim üyesi Prof. Dr. Orhan Doğan tarafından verilecek konferansla kurtuluş ve kurtuluşta öne çıkan simalar anlatılacak.


Resim sergileri, tiyatro gösterileri ve mevlit programlarının da yapılacağı kurtuluş etkinliklerinde, bu yıl ilk kez Milli Piyango çekilişi de yer alacak. 9 Şubat'ta Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezi'nde yapılacak çekilişte, sanatçı Kıraç ve TRT ses sanatçıları da konser verecek. 11 Şubat günü gerçekleştirilecek etkinliklerde ise Atatürk Anıtı'na çelenk bırakılıp Sütçü İmam'ın mezarı ile şehitlik ziyaret edilecek. Aynı gün gerçekleştirilecek diğer bir programda tarihi Bayrak Olayı canlandırılıp mehteran gösterisi sunulacak.


11 Şubat gecesi Trabzon Bulvarı üzerinde yapılacak programlarda ise Sütçü İmam Olayı ve Abdal Halil Ağa olayları sahnelenecek. Programlar Grıp Ayna konseri ve havai fişek gösterisi ile son bulacak.


12 Şubat Pazar günü Trabzon Bulvarı üzerinde düzenlenecek törende ise Vali Şükrü Kocatepe, Belediye Başkanı Mustafa Poyraz ve Garnizon Komutanı Sadık Yıldız halkın bayramını kutlayacak. Başkan Poyraz'ın kırmızı şeritli istiklal madalyasını al bayrağa takmasıyla devam edecek törende askerler ve mahalli çeteler resmi geçit yapacak. Kurtuluş programları TRT Belgesel kanalında yayınlanacak "Kurtuluş Yolunda Maraş" belgeseli ile son bulacak. 


Bu vesile ile Maraş’ı Kahraman yapanları bir kez daha hayırla ve minnetle anıyoruz.


TARİH SAYFALARINDAN KESİTLER:


Mütarekede Maraş   


1914'de başlayıp 1918'de sona eren I.Dünya Savaşı'na Osmanlı Devleti, İttifak Devletleri yanında katılmıştı. Dört yıl süren bu savaş, Avrupa ve Osmanlı topraklarını kan ve ateş içinde bıraktıktan sonra Osmanlı Devleti'nin ve taraf olduğu ittifakın yenilgisiyle sonuçlandı. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması'nın 7.maddesine (İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik noktayı işgal hakkına haiz olacaktır.) dayanan İtilaf Devletleri, ülkenin stratejik ve ekonomik bakımdan değeri büyük ve önemli bölgelerini işgale başladılar. Maraş da bu işgal sahaları içinde yer aldı.


İngilizlerin bu niyeti Yıldırım Orduları Grup Komutanlığınca değerlendirilerek, Maraş Asker komutanlığına çekilen 15 Şubat 1919 tarihli telgraf emrinde, Maraş'taki askeri ağırlığın Ceyhan Nehri'nin batısına çekilmesi ve bu işin 22 Şubattan evvel bitirilmesi istendi. Bu emri alan ilgililer, silah ve cephaneleri batı köylerinin ormanlıkları arasına sakladılar. Şehirdeki Ermenilerin olayı öğrenmesinden dolayı, İngilizlerin Maraş'a geldiğinde haber alacakları düşünülerek, bu ağırlıklar daha sonra Kayseri' ye taşındı.


İngilizlerin Maraş'a Gelişi   


İngilizlerin Kilis ve Antep' i işgal etmeleri, Maraş'ta da İngilizlerin şehri işgal edeceğine dair bir çok şayianın çıkmasına neden oldu. Halk şaşkın bir vaziyette ne yapacağını bilemez bir durumda idi. Şehre gelen haberler birbirini tutmuyordu. İngilizlerin Maraş' ı işgallerini önlemek için Antep'i Maraş'a bağlayan yol üzerindeki Aksu Köprüsü halk tarafından tahrip edildi.


Antep'ten çıkan İngilizler Aksu'ya gelince dar bir köprü kurdular ve oradan geçerek ilerlemeye devam ettiler. Bu sırada Maraş' ta ki Ermeniler, İngilizleri karşılamak için hazırlıklarını sürdürüyorlardı. 22 Şubat 1919'da önlerinde Trasanta rahiplerinin bandosu ve ellerinde çiçek buketleri olduğu halde hükümet caddesinden geçerek, şehrin güneyinde Şeyhadil denilen mevkiin ilerisinde İngiliz kuvvetleri ve beraberindeki Ermenileri karşıladılar.


Bu acı günümüzde bizi sırtımızdan hançerleyen Ellik Gavuru (Maraş halkı, yerli Ermenilere Ellik Gavuru demektedir) Ermeniler, şehre giriş ve kışlaya gidiş sırasında haddi aşan taşkınlık ve çılgınlıklarda bulundular, "yaşasın İngilizler, yaşasın Ermeniler, kahrolsun Türkler" diye avazları çıktığı kadar bağırdılar. Bu manzara karşısında Türklerin gururu incindi. Çünkü Ermeniler, yıllardır Türklerin hoşgörülü yönetiminden yararlanarak yaşıyorlardı. Onların bu nankörlüğü ibret alınması gereken önemli bir ders niteliğinde idi.


İşgalci İngilizler ve onları karşılayan Ermeniler Uzunoluk Caddesini geçerken kışla önüne geldiklerinde, Ermeni taşkınlıkları karşısında Teğmen Cemal'in kılıcını çekerek emrindeki bir bölük askere silah başı emrini vermesi üzerine, İngiliz komutanı Ermenileri azarlayarak yürüyüş istikametini değiştirdi. Nihayet İngiliz kuvvetleri Amerikan Koleji (Ticaret Lisesinin arkasındaki Halk Eğitimin kullandığı bina) civarında karargahlarını kurdular. Bunu müteakip bir İngiliz subayı hükümete giderek mütareke hükümleri gereğince güvenliği sağlamak için Maraş'ı işgal ettiklerini bildirdi. Mutasarrıf Ata Bey subaya, memlekette güvenliği bozan bir hal olmadığından, kendilerini işgalci değil, ancak bir misafir sıfatıyla kabul edecekleri cevabını verdi. Maraş'a gelen İngiliz kuvvetleri bir alay süvariden (Çoğunluğu Hintli Müslümanlardan) oluşuyordu. Böylece İngilizler halkın his ve maneviyatına ters düşmediler, halka hoşgörülü davranmak istediklerini belirttiler. Maraş halkı ile İngiliz askerleri arasında bulunan Hintli Müslüman süvariler çok çabuk anlaşarak kaynaştılar. Aralarında dini yönden bir dostluk başladı. Ermeni zulmü karşısında Hintli Müslüman süvariler, Müslüman Türk kardeşlerine gizli gizli silah ve cephane verdiler. Maraş'ın Fransızlara devri söz konusu olmaya başlayınca, Hintli Müslümanların silah dağıtma işi daha açık bir şekilde yapıldı.


İngilizlerin Maraş'ı işgali sırasında kaplarına sığmayan Ermeniler, bunu bir fırsat sayarak kin ve düşmanlıklarını kusmaya başladılar. Şehre gelip giden köylüleri tenha yerlerde fırsat buldukça öldürmekten çekinmediler. Türkler aleyhinde tahrik, iftira ve şikayetlerde bulunarak, İngiliz himayesinde bu girişimlerini sürdürdüler.


Satıp parasını aldıkları menkul veya gayrimenkul malları, Türklere emanet verdiklerini işgal kumandanına bildirerek kendilerine geri verilmesini istediler. Gözlerine kestirdikleri Türklerin kendilerine borçlu olduklarını iddia edip, iki yalancı Ermeni şahidi bularak, alacaklarının tahsil edilmesini sağladılar. Yıllarca evvel Türklerle evlenerek mutlu bir hayat süren Ermeni kızlarının listesini yaparak, Türkler tarafından zorla kaçırıldıklarını ileri sürmek suretiyle bunların ailelerinden alınarak Ermenilere teslim edilmelerini talep ettiler. Zamanla bütün bunların ve bunlara benzer Ermeni şikayetlerinin asılsız ve yalan olduğu ortaya çıktı.


Yine bu dönemde Ermenilerin bir takım şikayetleri üzerine Maraş'ta gerginlik artmıştı. Ermenilerin şikayetlerinin doğru olduğunu sanan işgal komutanı Kolonel Max Andrio bir tezkere ile şehrin ileri gelenlerinden Müftü Tekerek Zade Hacı Mehmet Tevfik, Müderris Dayı Zade Keskin Hacı Mehmet, Liva Müderrisi Seyit Han Zade Osman, Müderris Leblebici Zade Hafız Ali ve Emir Abdülcelil Zade Şeyh Ali Sezai Efendileri karargahına davet etti. Bu kişiler Müftü Efendi'nin başkanlığında işgal komutanının makamına gittiklerinde, orada Ermeni Papazlarını da hazır buldular. Biraz bekledikten sonra komutan içeri girerek orada hazır bulunan davetlilere, Türkler tarafından Ermenilere bazı tecavüz ve haksızlıkların yapıldığına dair kendilerine bazı şikayetlerin geldiğinden söz ederek, bundan böyle Ermenilere karşı bu gibi hareketlerden sakınılmasının halka telkinini istedi.


Komutan sözünü tamamladıktan sonra grup adına söz alan Şeyh Ali Sezai Efendi gerekli cevabı vermek suretiyle yapılan yanlışlıkları anlattı. Böylece Max Andrio'nun Ermeniler hakkında fikrinin değişmesini sağladı.


Önceleri Ermenilerin iddia ve itiraflarını haklı gören İngilizler çok geçmeden Ermenilerin ne karakterde insanlar olduğunu anladılar ve onlara yüz vermemeye başladılar. Türklere karşı olan davranışları ise gün geçtikçe esnekleşti, mahalli hükümetin işlerine karışmamaya, Türk polis ve jandarmasının görevlerine müdahale etmemeye dikkat ve özen gösterdiler.


Ermenilerin ardı arkası kesilmeyen asılsız ve yalan şikayetleri karşısında, İngiliz işgal kuvvetlerinin yetkili siyasi komiseri Mısırlı Yüzbaşı Hasan Rufai :


"Biz buraya emniyet ve asayişi temin için geldik. Müracaat merciiniz hükümet daireleridir. Oraya müracaat ediniz." diyerek şikayetleri reddetti. Bu durum karşısında Ermeniler kendilerine alet olmayan İngiliz işgal kuvvetleri aleyhine döndüler.


İngiliz işgali sırasında Maraş'ta çok önemli bir olay olmadı. Ancak o güne kadar Türklerin koruması altındaki silah deposu İngilizlerin eline geçti ve silahlar kullanılmaz hale getirildi. Mısırlı Yüzbaşı Hasan Rufai ile Şeyh Ali Sezai ararsındaki İslâmî ilkelere dayalı dostluk, İngilizlerin himayesinde olan Ermenilerin halka zulüm yapmasına engel oldu.


 Fransızların Maraş'a Gelişi ve İşgali   


Osmanlı Devleti, daha I. Dünya Savaşı devam ederken 1916'da yapılan ve Sykes-Picot adı verilen gizli bir anlaşma ile İtilaf Devletleri arasında paylaşılmıştı. Bu antlaşmaya göre Musul Fransızlara bırakılmıştı.


İngilizler çok eskiden beri devam ettirdikleri araştırmalar sonucunda ekonomik tespitler yaptırmışlardı. Böylece Musul'da zengin petrol yataklarının varlığını ve önemini çok iyi biliyorlardı. İngilizlerin amacı Irak petrolleri ile Basra Körfezi'ne hakim olmaktı. Çünkü Hindistan yolunun güvencesi ancak böyle sağlanacaktı.


15 Eylül 1919'da İngilizlerle Fransızlar arasındaki kararlaştırılan Suriye İtilafnamesine göre; Musul ve çevresini, bu bölgedeki petrol alanlarını İngiltere'ye devreden Fransa, buna karşılık onlardan boşalacak olan Maraş, Antep ve Urfa Sancaklarını işgal edecekti.


Maraş halkı arasında 15 Ekim 1919 tarihinden itibaren İngilizlerin gideceği, yerlerine Fransızların geleceği söylentileri dolaşmaya başlandı. Her geçen gün bu haber daha da netleşti. İngilizlerden yakınlık göremeyen Ermeniler Fransızları dört gözle beklemeye başladılar. Çukurova bölgesinde halka karşı sert ve kırıcı bir tutum sergileyen Fransızların Maraş'ı işgal edeceklerini duyduklarında halk endişeye kapıldı. Fransızların Maraş'a girmelerini önlemek için çareler düşündüler ve mitingler yaptılar. Ayrıca İngiliz ve Amerikan makamlarına çekilen telgraflarla olayı protesto ettiler. Fakat halkın bu gayret ve istekleri netice vermedi.


29 Ekim 1919 Çarşamba günü Fransız öncü kuvvetleri Yüzbaşı Julie komutasında Maraş'a geldi. 30 Ekim Perşembe günü de De Fontzine komutasında 1000 Fransız ve 500 Cezayir asıllı asker ile Fransız askeri elbisesi giymiş 400 Fransız eşkiyası Maraş'ı işgal etmeye başladılar.


Maraş'ta bulunan Ermeniler Fransız işgal ordusunu coşkun gösterilerle karşıladılar. İşgalci Fransızlara çiçek buketleri sunularak "Yaşasın Fransızlar ve Ermeniler, Kahrolsun Türkler" diye bağıran Ermeniler taşkınlık ve çılgınlıklar gösterdiler. Türklerin milli ve dini değerlerine saldırdılar. İngilizlerin Türklere karşı Yunan ve Arapları kullandığı gibi Fransızlar da Ermenileri kullanıyorlardı. Daha önce Suriye'ye tehcir edilmiş Ermenilerden asker temin edilerek ve bunlara Fransız üniforması giydirilerek Maraş' ı işgal etmek için getirdiler. Fransızların Maraş ve çevresini işgali İstanbul' da mitingler yapılarak protesto edildi. Maraş halkının da yaptığı mitingle işgal protesto edildi. İngiliz ve Fransız komutanlıklarına telgraflar çekildi.


Güney cephesindeki gelişmeleri yakından izleyen Mustafa Kemal Paşa Maraş ve Antep'te halkı teşkilatlandırmak için yüzbaşı Kılıç Ali Bey'i ve Süvari Yüzbaşısı Yörük Selim Bey'i görevlendirdi. Yapılan görev taksimine göre Kılıç Ali Bey Pazarcık' ta karargahını kurarak halkı teşkilatlandıracak. Ayrıca Fransızların Antep'teki birliklerinin Maraş'taki birlikleri takviye etmelerine engel olacak ve İslahiye Türkoğlu üzerinden Maraş'a intikal edecek Fransızların yolunu kapayacaktı. Yüzbaşı Yörük Selim Bey ise Fransızların Maraş üzerinden İç Anadolu'ya doğru ilerlemelerine engel olmak için Göksun'da teşkilatlanacaktı. Ayrıca bunlar gerektiğinde Maraş içindeki muharebelere katılacaklardı.


Sütçü İmam Olayı   


31 Ekim 1919 günü yerli Ermeniler Fransız askerleriyle birlikte şehri dolaşıyorlar ve önlerine gelen Türklere hakaretler ederek saldırılarda bulunuyorlardı. Bir grup Fransız askeri de hükümet konağındaki nöbetçi askere sataştılar, devleti küçültücü ve tahrik edici sözler söylediler, nöbetçiden fuhuşhaneyi göstermesini istediler. Oradan geçmekte olan bir posta dağıtıcısını da dövdüler. Bütün bu haberler şehre yayılıyor, patlamaya hazır Türklerin nefret ve kinini arttırarak, sabırlarını taşırıyordu.


Fransız askerleri hürriyetine bağlı şeref ve namusuna son derece düşkün bu uğurda ölümü hiçe sayan Maraşlıları, henüz tanımıyor her yaptıklarının yanlarına kalacağını sanıyorlardı. Türkler için son derece ıstıraplı ve ağır geçen bir gün yavaş yavaş sona eriyordu. İkindi üzeri bir grup Fransız askeri ve Ermeni eşkıyası kışlalarına dönüyorlardı. O sırada Uzunoluk Hamamı'ndan çıkmış ve evlerine gitmekte olan Maraşlı kadınları gören işgalcilerden biri onlara yaklaşarak "Burası artık Türklerin değildir. Fransız memleketinde peçeyle gezilmez" diyerek kadının peçesini açtı. Peçesi açılan kadın olayın şokuyla bayılınca diğer kadınlar da feryada başladılar. Hamamın yakınındaki Kel Hacı'nın kahvesinde bulunan Maraşlılar olay yerine gelerek Ermenilere uyarılarda bulundular. Fakat Bunları dinleyen olmadı. Bunun üzerine Çakmakçı Said ve Gaffar Kabuloğlu Osman, hanımları işgalcilerin elinden almak isterken dipçik ve kurşunla ağır yaralandılar. Bu sırada civarda küçük bir dükkanda süt satan ve olayları soğukkanlılıkla seyreden Sütçü Hacı İmam karadağ tabancasını alarak olay yerine geldi. Silahını kadınların peçesini açan ve Çakmakçı Said'i yaralayan Ermeni'nin üzerine doğrultarak ateşledi. Kurşun isabet eden Ermeni yere düştü diğerleri ise kaçtılar. Maraş' ta düşmana sıkılan bu ilk kurşun ile Türk milletinin işgalcilere ve Ermenilere yaptıklarının yanlarına kalmayacağı gösterildi.


Bu olayda Çakmakçı Said şehit düşmüş yaralanan Ermeni ise ölmüştü 1 Kasım 1919 tarihinde ölen Ermeni için büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Şehri terk etmeyen İngiliz ve Fransız askerleri olay yerine yetişti. Sütçü İmam ise Nalbant Bekir'den aldığı bir atla Bertiz'in Ağabeyli köyünde bulunan Beyazıt oğlu Muharrem Bey'in yanına gitti. Ermenilerin ve Fransızların bütün çabalarına rağmen Sütçü İmam bulunamadı. Ancak olayın intikamını almak isteyen Ermeniler sağa sola ateş ederek Zülfikar Çavuş oğlu Hüseyin'i şehit ettiler. Bu arada Türkleri öldürüp kadınlarını alacaklarını, camilerine çan takacaklarını söylemeye başladılar. Fransızlar da misilleme hareketlerine girişerek Sütçü İmam'ın dayısının oğlu Tiyekli oğlu Kadir'in ellerini ve ayaklarını arkasından bağlayarak burun ve kulaklarını kestikten sonra boğazlayarak şehit ettiler.


Diğer Olaylar ve Guvernör Andre'nin Maraş'a Gelişi   


1 Kasım 1919 Cumartesi günü Ermenilerin kurtarıcı olarak karşıladığı ve büyük şenlikler yaptığı İngilizler Maraş'ı terk ederek Antep' e çekildiler.


Sütçü İmam'ın yaraladığı Ermeni'nin ölmesiyle Fransız-Ermeni işbirliği arttı. Ayrıca Fransız askerlerinin çoğu Türk düşmanı Ellik Ermenilerden meydana gelmesi, yerli Ermenileri cesaretlendirip şımartıyordu. Bu nedenle fırsat buldukça Türklere karşı her türlü sataşma hakaret ve öldürme olaylarını gerçekleştiriyorlardı.


Maraş'ta peş peşe gelişen çirkin olaylar ve Ermeni askerlerinin tutumları gerginliğin artmasına neden oldu. 2 Kasım 1919'da Fransızların Antep'teki komutanlığına başvuran şehrin ileri gelenleri durumu protesto ettiler. Bu protestoya karşılık İngiliz ve Fransız komutanlarının ortak imzasını taşıyan bir beyanname yayınlanarak bundan sonra güvenliğin sağlanacağına dair söz verildi. Bu verilen söze rağmen durumda değişiklik olmadı.


Birkaç gün sonra Fransızların Adana'da bulunan Valisi Albay Bremond, Mutasarrıf Ata Bey'e ve şehir eşrafından bazı kişilere gönderdiği telgrafta Cebel-i Bereket (Osmaniye) Guvernörü Andre'nin Maraş Guvernörlüğünün de üzerine aldığını belirterek kendisinin iyi karşılanmasını tavsiye etti.


Sözde güvenliği sağlamak amacıyla Osmaniye'den gönderilen Guvernör Andre 26 Kasım 1919 Çarşamba günü Ermenilerin düzenlediği parlak bir törenle karşılandı. Yanında Osmaniye eşraf ve memurları, bir bölük suvari ki, bunlar Osmaniye havalisi ahalisinden bol maaş vererek kandırdıkları ve "Fransız Jandarma Milisleri" ismini taktıkları süvarilerdi. Bu süvarilerin tabur komutanı Binbaşı Sıtkı, Bölük Komutanı Amasya'lı Yüzbaşı Mithat, Takım Komutanı Teğmen Kenan'dı.


Ermeniler önceden hazırladıkları büyük bir Fransız bayrağını açarak "Yaşasın Fransa, yaşasın Ermenistan, kahrolsun Türkler" gibi naralar atarak, Guvernörü şehre getirdiler. Bu hareketler karşısında Türklerin endişesi bir kat daha artmıştı.


Guvernör ve mahiyeti hükümete yaklaştıklarında, çok gayretli ve fedakar bir subay olan jandarma Bölük Komutanı Mahmut Bey, hükümet kapısındaki görevli nöbetçi askere Guvernör ile tercümanından başka kimseyi içeri almamasını emretti. Ermenilerin taşkın hareketleri nedeniyle nöbetçinin duruma hakim olamayacağını anlayan, Maraş'ın Göllü köyünden Yusuf Çavuş, Mahmut Bey'den nöbet değiştirme izni aldı ve nöbete kendisi geçti.


Yusuf Çavuş nöbetçi sıfatıyla ve cesaretle, çılgınca gelen Ermeni kalabalığın önüne geçerek silahını onlara yöneltti. Andre ve tercümanından başka hiçbir kimsenin hükümete giremeyeceğini sert bir dille ifade etti. Biraz evvel Türk’e, Müslümana küfreden Ermeni kabadayılarının sesi çıkmaz oldu. Hükümete sadece Andre ve tercümanı girdiler.


Guvernör hükümette mutasarrıf Ata Bey'le bir müddet görüştü. Konu bayrak meselesine gelince, Guvernör kaleye Türk Bayrağı'nın çekilmemesinde ısrar etti. Mutasarrıf Ata Bey bunun kötü sonuçlar doğuracağını açıklayarak kabul edemeyeceğini söyledi. İkna olmasına rağmen Guvernör sinirli bir şekilde oradan ayrıldı.


Guvernör Andre şehrin ilim adamlarına ve ileri gelenlerine birer tezkere çıkararak, onları konuşmak için Kadir Paşa'nın konağına davet etti. Çağırılanlar Boğazkesen Camiinde toplandılar. Görüşmelerin bayrak meselesi üzerine olacağını düşünerek, gitmemeye karar verdiler. Davetlilerden hiç kimsenin gelmemesi üzerine çok sinirlenen Guvernör Andre'ye ev sahibi büyük bir mahcubiyet içerisinde özür dileyerek bunun bir kasıt olmadığını, alafranga saat ile alaturka saat arasındaki farktan dolayı bir yanlışlık olduğunu anlatmaya çalıştı. Guvernör Andre gayet sert ve tehditkâr bir dille, toplantının Cumartesi günü belediye binasında yapılması için yeniden davetiyeler yazılmasını emretti.


Aynı gün akşamı (27 Aralık 1919) Ermeni Hırlakyan'ların evinde bir ziyafet tertip edildi. Hırlakyanlar Maraş Ermenileri içinde en nüfuzlu ailelerden biri idi. Sultan'ın müteahhitliğini yaptıklarından dolayı son derece zengin olmuşlardı. Ziyafette yemekler yenilip içildikten sonra baloyu açmak ve Hırlakyan Ailesini şereflendirmek için Agop Hırlakyan'ın iki torunundan Osep'in kızı müstakbel Ermenistan Prensesi Helena'yı dansa davet eden Guvernör Andre, nazik bir şekilde reddedildi. Buna sinirlenen Guvernör Andre sebebini sorunca, kız "Sizinle dans etmemekten üzgünüm, çünkü kendimi hala esaret ve zillet içinde yaşayan bir kadın olarak görüyorum. Kalesinde Türk Bayrağı dalgalanan bir memlekette Fransızların hakim oldukları ve bizim emniyet ve hürriyet içinde yaşadığımızı nasıl düşünebiliyorsunuz?" diyerek, Guvernör Andre'yi tahrik etti.


Bunun üzerine kaledeki Türk Bayrağı'nın derhal indirilmesi için emir verildi. Bu emri duyan Helena kendini Guvernör Andre'nin kollarına attı. Bu emir gereğince Binbaşı Sıtkı adamlarını göndererek kaledeki Türk Bayrağı'nı indirtti. Kalede askerlik şubesi tarafından yerleştirilen beş Türk ihtiyat askeri, sayıları yetersiz olduğu için bayrağın indirilmesine ses çıkaramadılar. İçleri kan ağlayarak seyrettiler. Daha sonra şehre inerek dağıldılar ve durumdan halkı haberdar ettiler.


28 Kasım 1919 Cuma sabahı Maraşlının kara sabahı oldu. Uyanan her Türk dalgalanmasına alıştığı kale burcunda bayrağını göremeyince büyük bir endişeye kapıldı. İşgalcilere karşı nefretleri arttı.


Mehmet Ali Beyin Beyannamesi   


Kısakürek Ailesinden Avukat Mehmet Ali Bey, kalenin karşısındaki evinde hasta yatıyordu. Kalede dalgalanan Türk bayrağını göremeyince kaleme sarıldı. Gayet okunaklı ve güzel bir şekilde "Alem-i İslâm'a Hitap" adıyla bir beyanname hazırladı. Yedi nüsha olarak çoğalttığı beyannameyi ayrı ayrı zarflara koyarak, ikisi kendi, diğerlerini oğlu Şahap, Ulu Camii, Çarşıbaşı Camii, Sarayaltı Camii ve Arasa Camii'nin görülebilecek yerlerine astı. Cuma namazına gelenler bu beyannameyi okudular. Halkın heyecanını şahlandıran beyannamede şunlar yazılıydı :


"Alem-i İslâm'a Hitap


Ey millet-i necibe-i Osmaniye, vaktine hazır ol. 1300 küsür seneden beri Hz. Allah'ı ve Peygamber-i Zîşan'ının hizmetine razı ettiğin bir din ölüyor. Yani ecdadının kanı pahasına fethettiği bir kalenin burcu barusundaki Al Sancağın bugün Fransızlar tarafından indirilip, yerine kendi bandıraları konuldu. Şimdi acaba bunu yerine koyacak sende birkaç yüz İslâm gayreti hiç mi yok ! İğtişaş arzu etmeyin. Yalnız pür vekar ve azamet olarak ol Al Sancağımızı geri yerine koyalım. Tekrar kemal-i mehabetle yerlerimize avdet edelim. Korkma, korkma seni buradaki birkaç Fransız kuvveti kıramaz. Sen mütevekkilen Alellah kendi mevcudiyetini gösterecek olursan, değil birkaç Fransız kuvveti, hatta bütün Fransız milleti kıramaz. Buna emin ol." 28 Teşrin-i Sani 335


Bildiriler kısa zamanda etkisini gösterdi. O gün sanki manevî bir kuvvet bütün halkı Ulu Camii'ye çağırdı. Bayrağın tekrar yerine takılması hususunda bütün gönüller birleşti. Namaz vakti geldi. Sünnet kılındı. Ulu Camii imamı Rıdvan Hoca minbere çıkarak hutbeye başladığı sırada dışarıda bir gürültü koptu. Şerbetçioğlu Mehmet "Sancağı çıkarın" diye bağırırken gürültü içeriden duyuldu. İçerde de "Bayraksız namaz kılınmaz" sesleri işitildi. Buna Rıdvan Hoca'nın "Hürriyeti olmayan bir milletin Cuma Namazı kılması caiz değildir" sözü de eklenince, cemaat minberdeki sancağı alarak dışarı çıktı. Bu sancağın altında toplanan insan seli kaleye doğru akarken, kalede bulunan Fransız jandarmaları, silahlı bir çatışmayı göze alamayarak arka kapıdan kaçtılar. Tekbir ve tevhit sesleriyle kaleye ilk ulaşanlardan Zalhocaoğlu Osman (Osman Erşan ), bir kenara atılmış olan Türk Bayrağı'nı hürmetle öpüp başına koyduktan sonra tekbir sesleri arasında onu eski yerine astı. Bazılarının beraberinde getirdikleri bayraklara gerek kalmamıştı. Cuma namazı toplu olarak Bayrağın gölgesinde eda edildi. Birkaç el silah atılarak bayrak selamlandı ve sevinç gösterisinde bulunuldu. Kin ve nefretten ağlamayı unutmuş olan gözlerden sevinç gözyaşları akıyordu.


Kaleye çekilen Türk Bayrağı Maraşlıların heyecanını yatıştırmaya yetmedi. Halk heyecan içinde hükümet konağının önüne geldi. Orada Mutasarrıf Ata Bey ve Guvernör Andre ile karşılaştılar ve onlarla tartışmaya başladılar. İşte bu sırada Guvernör'ün Ermeni tercümanı Vahan söze karışarak "Bir bez parçası için bu kadar gürültü çıkarmaya ne lüzum var" deyince halk hiddetle tercümanın üzerine yürüdü. Bunun üzerine Guvernör'ün Yaveri İshak kamasını çekerek halka hücum etti. Kayabaşı Mahallesi'nden Nacar Ahmetoğlu Mehmet yaverin bir şey yapmasına fırsat vermeden elindeki kamayı aldı. Kocabaş Hacı Nacioğlu Mahmut da yaveri bir güzel dövdü. Guvernör Andre silah kullanmamaları için Fransız Jandarmalarına emir verdi ise de Türk jandarmaları ellerini daha çabuk tutarak süngü taktı ve vuruşmaya hazır oldu. Mutasarrıfın müdahalesi ile o an için vuruşma önlendi. Bu olay Fransızları hem sinirlendirdi hem de daha tedbirli olmalarını sağladı.


Guvernör Andre hükümetten ayrıldıktan sonra halk Mutasarrıf Ata Bey'e şu ültimatom verdi:


Türk Bayrağı Cuma günleri kaleye ve hükümet konağına çekilecek.


Fransız Guvernör'ü hükümet binasından çıkarılacak.


Fransız jandarmaları şehri terk edecek.


Bu isteklerimizi yapabilecek kudrette değilseniz, biz yapacağımızı biliriz diyerek de tehditte bulundular. Mutasarrıfın bu konuda güvence vermesi üzerine dağıldılar.


Şehirde olaylar olurken İslahiye yönünden Maraş'a gelmekte olan bir Fransız müfrezesi, Türkoğlu'nun15 km. güneyinde imha edildi.


Ertesi gün dükkanlar, çarşı ve pazar açılmadı. Guvernör yanına tercümanını da alarak sokağa çıktı. Amacı şehri dolaşarak Türklerle konuşmak, halkın nabzını yoklamak ve kamuoyunu sakinleştirmekti. Nakip Camii önüne geldiğinde Aşıklıoğlu Hüseyin adındaki gençle karşılaştı. Aralarında özetle şu konuşma geçti:


Guvernör Andre:


"-Bir bez parçasından başka bir şey olmayan bayrak için dün bu kadar gürültü yaptınız. İstesem hepinizi yok edebilirdim, yapmadım. Yarın top tüfek kullanacak olursam ne yaparsınız? Çoluk çocuğunuza acımıyor musunuz?"


Aşıklıoğlu Hüseyin:


"-Ben anamdan doğdum kalede bayrağımı gördüm. Ölünceye kadar da göreceğim. Biz bütün Türkler böyleyiz. Onu görmemek için ya kör olmak ya da ölmek lazım. Kör değilim. O halde onu görmezsem öldüm demektir. Hem bilir misiniz, bayrak için ölmek bizde şehit olmaktır ve en büyük şereftir. Yalnız ben değil, küçük-büyük, kadın-erkek bütün Maraşlı Türkler, her Cuma sabahı uyanınca ilk önce kaleye bakar, bayrağımızı görürüz. Yaşadığımızı anlar ve Allah' a şükrederiz. Sen bizi topla tüfekle susturacağını sanma. Bir gün senin silahlarınla karşılaşacak olursak, biz çoluk çocuğumuza top tüfek sesi duyurmayız. Önce onları biz öldürürüz, sonra evlerimizi ateşe veririz. Arkamızda bekleyenimiz, ağlayanımız kalmadıktan ve şehir kül olduktan sonra da karşına çıkarız. O zaman istersen bütün dünyanın silahlarını getir, bizi ölümden korkutamazsın."


Aşıklıoğlunun bu konuşması daha sonra mücadele parolasının kaynağı olacaktır.


"Maraş bize mezar olmadan, Düşmana gülzar olamaz."


Guvernör Andre Aşıklıoğlu'na verecek cevap bulamadı, oradan çarşıya indi. Çarşıda karşılaştığı bir köylüyü durdurarak :


Guvernör :


"-Hükümetiniz bizden ödünç para almıştı. Geri vermedi. Biz de buraları istedik. Paramızı çıkarıncaya kadar kalacağız. Hükümetiniz razı oldu." dedi.


Köylü:


"Sizin bu alış verişiniz doğru değildir. Hükümet kimin malını satıyor? Kimin malını rehin veriyor? Buralar bizimdir. Biz kimseye vekalet vermedik. Sen git paranı hükümetten al. Biz malımıza sahibiz." diye cevap verdi.


Guvernör Andre şehri daha fazla gezmeye gerek görmeyerek karargahına döndü.


29 Kasım 1919 Cumartesi günü Guvernör Andre tarafından bir toplantı yapılması daha önce kararlaştırılmıştı. Bu toplantıya şehrin ileri gelenleri, ilim adamları , daire müdürleri, hakimler, komiser ve jandarma komutanı katıldı.


Bu toplantıda Guvernör şu konuşmayı yaptı :


"-Ben memleketin tımarına, ahalinin refah ve mutluluğuna çalışıp hakkınızda lütufla muamele edecektim. Dünkü gün kuvve-i işgaliyem aleyhine kıyamda bulundunuz. Ben isteseydim, bayrak için kaleye hücum eden ahaliyi makineli tüfek ateşine tuttururdum. Binlerce adam ölür ve yaralanırdı."


Önce sağ, daha sonra sol kolunu kaldırarak:


"-Şu kolum kuvvettir, şu kolumda lütuf, hangisine sarılmak istiyorsunuz? Yani amacınız harp yapmak mı, yoksa af ve lütuf dilemek midir? Söyleyiniz." diye ekledi.


Orada bulunan Şeyh Ali Sezai Efendi tercümana dönerek


"İyice dinle ve tamam söyle"


diye söze başladı.


"-Dört yüz küsur sene evvel Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa Devleti ve Milleti hakkındaki iyi niyet ve himayeleri tarihi bir hakikattir. Devletler arasında adil, medeni ve dost olarak tanıdığımız Fransızların dili de Osmanlı okullarında okutulmaktadır. Sizden evvel İngilizler buradayken kumandanları hükümetimizin işlerine karışmamıştı, dini ve millî sembolümüz olan sancağımıza el uzatmamıştı. Fransız işgal kuvvetlerinin tarafsız hareket edeceğine, hükümet işlerine karışmayacağına dair yayınlanan beyannamenin aksine hareket edildiğinden Ermeniler Türklere karşı hunharca cinayetlere başlamışlardır. Dünkü gün de sancağımıza tecavüz edilmesi, halkın heyecan ve galeyanını doğurmuştur."


Guvernör, Mutasarrıf'a dönerek hiddetle:


"-Milletin galeyanına sebep sensin." deyince;


Ali Sezai Efendi:


"-Galeyana asıl sebep sizsiniz, Mutasarrıf Bey değil." diyerek, hür olan bütün İslâm ülkelerinden senede iki bayram ve haftada bir Cuma Namazı kılındığını, milletimizin istiklâl ve hakimiyet şerefinin alameti olan ay ve yıldızlı Osmanlı Sancağı'nın öteden beri kaleye çekildiğini, sancağa el uzatıldığını gören halkın Cuma Namazı'nı kılamayacağından galeyan doğurduğunu ve meşru hakkı olan sancağını yerine diktikten sonra dağıldığını, bunun işgal kuvvetlerine yapılan bir ayaklanma olmadığını sert bir dille ifade etti.


Bu konuşma üzerine Guvernör:


"-Sancağın dini inançlarınızdan olduğunu bilmiyordum. Bilseydim kaleye asker koymaz ve onu kaldırtmazdım." diyerek hatasını kabul etti.


Daha sonra Ermenilerin Türklere karşı yaptıkları katliam, vahşet ve cinayetler kanıtlarıyla birlikte ortaya atılarak tartışıldı ve iki saat kadar süren toplantıdan bir sonuç alınamadı.


30 Kasım 1919 günü Guvernör Andre Maraş'ta tutunamayacağını anlayınca Antep'e gitti.


Maraş'ta Kuvay-ı Milliye'nin Kurulması ve Savunma Teşkilatı   


Bayrak olayından iki gün sonra Veziroğlu Mehmet'in evinde toplananlar, aralarında sekiz kişilik bir heyet seçerek" Milletin ve vatanın selameti uğrunda feda-i can edeceğime, meşru ve millî teşkilatımıza karşı hainlik edenlerin velev öz kardeşimiz olsa dahi idamına ve sır saklayacağıma vallahi ve billahi" şeklinde yemin ettiler.


Diğer yandan Şekerli ve Hatuniye semtlerinde de başka bir heyet kurularak faaliyete geçildi. Ayrıca bayrak olayında gururu kırılan Fransızların, yeni kuvvetlerle kırılan gururlarını kurtarma yoluna gidebilecekleri ihtimali gözönünde tutularak bir müteşebbis heyet kurulmasına karar verildi. Heyet; İlyas Efendi Zade Refet Efendi'nin başkanlığında, Belediye Reisi Bekir Sıtkı, Kocabaş Zade Hacı Naci ve Hacı Ahmet, Şişman Zade Arif, Dede Zade Mehmet, Beşen Bey Zade Hacı Nuri, Hancı Zade Hafız Ali, Karaküçük Hacı Mustafa, Kısakürek Hacı, Fatmalıoğlu Derviş, Hüdayi Tahsin, Çanakoğlu Hüseyin ve Mühendis Abdüllatif Bey'lerden kuruldu.


Bu heyet sonraları daha da genişleyerek " Merkez Heyeti " adını aldı. İşlerin tek elden yürümesi gerekçesi ile ayrı ayrı çalışan gruplar dağılarak, Merkez Heyeti'ne katıldılar.


Bir süre sonra Heyet Başkanlığı'na Arslan Bey getirildi. Merkez Heyeti yönetimi kolaylaştırmak için şehri on bölgeye ayırdı. Her bölge ve bir yönetim kurulu oluşturuldu.


Şehirde on bölgede bulunan yönetim kurullarının ve başkanlarının isimleri şunlardır:


Çavuşlu (Yürükselim) Mahallesi Reisi Çuhadar Zade Hacı Mustafa Efendi.


Bektutiye (Fevzi Paşa) Mahallesi Reisi Ser Müsevvid Ahmet Efendi.


Restebaiye (Gazi Paşa) Mahallesi Reisi Baba Halil Zade Ahmet Efendi.


Acemli (Şehit Evliya) Mahallesi Reisi Evkaf Memuru Evliya Efendi.


Kayabaşı Mahallesi Reisi Tapu Memuru Faik Efendi.


Divanlı Mahallesi Reisi Hasan Bey


Ekmekçi Mahallesi Reisi Sapsız Hacı Efendi.


Cığcığı (Hayrullah) Mahallesi Reisi Muhacir Memuru Nasrullah Efendi.


Alemli (Sakarya) Mahallesi Reisi Zülakdiroğlu Süleyman Bey


Hatuniye (Kurtuluş) Mahallesi Reisi Şeyh Ali Sezai Efendi.


Merkez Heyeti'nin, yönetim kurulları kurulduktan sonra kısa bir süre içinde girişilen para, erzak toplama, silah temini faaliyetleri çok faydalı oldu. Tüccarlardan Beşen Bey Zade Hacı Nuri Bey kurulun veznedarlığını yaptı.


Bu arada şehir dışından da silah ve cephane teminine başlandı. Jandarmanın elindeki silahlar da bir müddet sonra bu kahraman yurt evlatlarının fedakarlıkları ile depolara taşındı. Jandarmadan faydalanma işinde Merkez Bölük komutanı Yüzbaşı Mahmut Bey üstün bir gayret gösterdi. Maraş, Antep ve Şanlıurfa'da bulunan Fransız komutanı General Keret'in, 15 Aralık 1919'da Maraş'a gelişinde, yanında Miralay Saint Mari ve 1500 kişilik bir kuvvet bulunuyordu.


Maraş, Antep ve Şanlıurfa Fransız kuvvetleri komutanlığına atanan General Keret, 6 Aralık 1919'da Maraş'a geldiğinde şehrin ileri gelenlerini hükümet konağına çağırarak bir toplantı yaptı. Pazarcık'ta faaliyet gösteren Kılıç Ali'nin yakalanarak teslim edilmesini istedi. Amaçlarının Maraşlılara yardım olduğunu kendilerine zorluk çıkarılmaması yolunda sözler söyledi. Orada bulunan Refet Hoca "Kumandan Bey, himayeden medeniyetten bahsediyorsunuz, fakat kötülükler yaptırıyorsunuz. Kadınlara taarruz edildi. Sebepsiz ve sonuçsuz olarak bir çok can’a kıyıldı. Ermenileri silahlandırıyorsunuz. Bu kadar işi yapmaya iktidarınız yetişiyor, eşkıya başı dediğiniz adamı tutamıyorsunuz..." dedi. Yine aynı toplantıda bulunan Şeyh Ali Sezai Efendi, Fransız kuvvetlerinin günden güne artmasının ve Ermenilerin şımarık hareketlerine göz yumulmasının üzüntü ile karşılandığını, dolayısıyla hiçbir yabancı yardımını kabul etmeyeceklerini belirtti. Bu konuşmaya kızan General daha ileri gidemeden toplantıya son verdi


General Keret ve Miralay Saint Mari bu konuşmadan sonra ikindi vakti arabalarına binerek Antep'e gittiler. 16 Aralık 1919 günü akşamı Çukuroba Camii'ne bomba atılması ve müezzine kurşun sıkılması üzerine, Evliya Efendi'nin gayreti ile şehrin ileri gelenleri tarafından 17 Aralık 1919 günü bir protestoname hazırlanarak General Keret'e gönderildi. Bu beyanname ile işgal kuvvetleri komutanlığı ikaz edildi. Aksi taktirde millî direnmenin kendileri için çok kötü sonuçlar doğuracağı, Türklere yakışır bir vakarla ihtar olundu.


Antep ve İslahiye'den erzak, silah ve cephane getiren Fransız birlikleri ve takviye kuvvetleri sürekli Türk çetelerinin baskınına uğrayarak, kayıplar veriyordu.


Bu ciddi darbeler karşısında ne yapacağını şaşıran General Keret aşağıdaki bildiriyi yayınladı.


Üzerinde silah bulunduran Türkler, soruşturma yapılmadan kurşuna dizilecektir.


Öldürülen bir Fransız askerine karşılık, Türklerden kur'a çekilmek suretiyle iki kişi öldürülecektir.


Bir evden silah atılırsa, o ev yakılacaktır.


Böyle bir hal meydana gelmesi durumunda Osmanlı memuru olanlar işlerinden atılacaktır.


Sokaklar, küçük bir olay meydana geldiği taktirde makineli tüfek, bomba ve gazlı mermilerle ateş altına alınacaktır.


Bu bildiri şehirdeki havayı tamamen bozdu. General Keret hükümet işlerine müdahale etmeye başladığı gibi baskıyı da arttırdı.


Bu ortam içerisinde savaşın kaçınılmaz bir hal aldığını gören Türkler, hazırlıklarını hızlandırdılar. 20 Ocak 1920 günü şehirde heyecan doruk noktasına ulaştı. Dükkanlar kapatıldı. Her an patlamaya hazır olan halkta büyük bir sessizlik başladı.


21 Ocak 1920 günü General Keret şehrin ileri gelenlerini ve memurlarını son defa olarak toplantıya çağırdı ve onlardan galeyan halinde olan halkı yatıştırmalarını istedi. Toplantıya katılanların bir kısmının karargahta tutulması halkın heyecanını büsbütün arttırdı ve savaşın başlamasını kaçınılmaz hale getirdi.


Çarpışmaların Başlaması   


Maraş'ta şehir içi çarpışmalar başlamadan önce iki tarafın askeri ve silah güçleri şöyleydi.


Fransızların; bir piyade alayı, dört topçu bölüğü, iki süvari bölüğü, dört zırhlı otomobil, 5000 kadar silahlı kuvvet (bunlar Fransız, Senegal'li, Cezayirli askerlerle, 2000'in üzerinde Ermeni gönüllüsünden oluşmaktadır.) vardı.


Türklerin : Jandarma dairesinden aldıkları 850 silah, iki makineli tüfek, iki adi top (bu toplardan yararlanılamadı), yerli av tüfekleri, bıçak, satır, balta, kılıç gibi silahları vardı. Silahsız olanlar bir düşman askeri öldürüp, onun silahına sahip oluyordu. Çete sayısı da 2500 kadardı.


Merkez Heyeti'nin (Maraş Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) karargahı Bayezitli Mahallesi'nde Hükümet Konağı civarındaki Katip Zade Mehmet Efendi'nin evinin alt katıydı. Arslan Bey harekatı buradan yönetti. Harbin başlaması üzerine silah ve yardım temin etmek için şehir dışında bulunan bazı Maraşlılar derhal şehre dönerek çeteleriyle birlikte mücadeleye katıldılar.


Sivas ve diğer merkezlerle haberleşmenin daha sağlıklı yapılabilmesi için Merkez Heyeti'nin emriyle telgraf merkezi, Sarıçukur mevkiinden Bertiz'in Maksutlu Köyü'ne taşındı.


Bertiz'den İncebel'e inen Cineviz Mustafa ve Eczacı Lütfi Bey ( Köker) emrindeki çeteler, şehrin kuzey ve batı yönündeki Fransız kuvvetleriyle sonuna kadar savaştılar.


21 Ocak 1920 Çarşamba günü General Keret'in çağrısı üzerine yapılan toplantıdan taraflar yay gibi gerildi. Fransızlar tarafından atılan kurşunla bir Türk jandarmasının yaralanması ve hükümete doğru ilerlemekte olan bir Fransız birliğine, Türkler tarafından ateş açılmasıyla savaş başladı. Daha evvel kararlaştırılan parola gereğince her mahallede birer el silah atıldı.


Mustafa Kemal Paşa tarafından desteklenen Maraş Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Arslan Bey, savaşın başladığını ilan eden bir beyanname yayınladı. Bu beyannamede şöyle deniliyordu:


"Arkadaşlar harp başlamıştır. Allah'ın inayeti, Peygamber'in ruhaniyeti, din kardeşlerimizin fedakarlığı ile her şey göze alınmıştır. Vatanımız tek kişi kalana kadar düşmana teslim olunmayacaktır. Gayret bizden yardım Allah'tan."


21 Ocak 1920 Çarşamba savaşın ilk günü, silahlar patlar patlamaz, Fransızlar şehrin her tarafını makineli tüfek ateşiyle taradılar. Toplar, Ahır Dağı'nı ve çevrede bulunan yolları dövmeye başladı.


23 Ocak 1920 Cuma günü Antep'ten Maraş'a gelmekte olan bir Fransız kolu Şeyh Adil mevkiinde Türk çeteleri tarafından pusuya düşürüldü. Komutanları ve bir çoğu çatışma sırasında öldürüldü, on iki kişi de esir alındı. Daha sonra esirlerin Maraş Ermenileri olduğu görülünce derhal idam edildiler.


Bu olay üzerine Türklerin toplu olarak bulunduğu mahalleler, Fransızlar tarafından şiddetli topçu ateşi altına alındı. Şehir bir yangın yerine döndü, her taraftan dumanlar yükselmeye başladı.


Şehrin zenginleri ellerindeki bütün erzakı teşkilat emrine verdiler. Mahalleler arasında yiyecek, içecek, silah ve malzeme yardımını kolaylaştırmak için yollara hendekler kazıldı. Evlerin avlu duvarları yıkılmak suretiyle geçitler açıldı. Kadınlar ve çocuklar çetelere yiyecek yetiştiriyorlardı.


Harbin başladığını haber alan Kılıç Ali Bey, Antep'ten gelmesi muhtemel olan Fransız birliklerine karşı, Aksu Köprüsünü tutmak üzere bir miktar kuvvet bıraktıktan sonra Maraş'a geldi. Karargahını Arapkirli Çiftliği'nde kurdu. Daha sonra halkın maneviyatını yükseltmek için şu beyannameyi yayınladı.


"Memleketi kurtarmak, düşmanla göğüs göğüse çarpışmak için şehre girdim. Düşmanı şehirden çıkaracağız. Allah'ın inayeti bizimle beraberdir."


24 Ocak'ta Kayabaşı Cephesi'nin düşme ihtimalinin belirmesi üzerine, Abarabaşı Kilisesi'nin baskı altına alınması ve Fransız karargahı ile bağlantısının kesilmesi için Karakızoğlu Muhittin Bey, bir teneke gaz dökerek kendi evini yaktı. Aynı şekilde Abdullah Çavuş da kışla bölgesindeki evini yakarak bölgedeki Ermeni evlerinin yanmasını sağladı.


25 Ocak'ta Mustafa Kemal Paşa'nın emri üzerine Sivas'ta hazırlanan 200 kişilik süvari bölüğüyle iki Şınaydır topunu Maraş'a getiren Yüzbaşı Kamil (Polat) karargahını Cancık'ta kurdu. Kışlayı ateş altına aldı.


Evliya Efendi'nin emrindeki çeteler ile diğer çeteler bundan sonraki günlerde şehirdeki Ermeni kilise ve evlerini yakarak bunları ortadan kaldırmaya çalıştılar.


İslahiye ve Antep'ten Maraş'a gönderilen Fransız takviye kuvvetleri durdurularak şehre girmeleri engellendi. Bir kısmı da tamamen yok edildi.


29 Ocak Perşembe günü çocuklar, kadınlar ve savaşamayacak durumda olanlar şehir dışına ve civar köylere gönderildi. Böylece halkın "Kaç Kaç" adını verdiği göç başladı. Soğuk ve karlı bir ortamda güçlükle gerçekleştirilen bu harekattaki amaç, çetelerin çoluk çocuğunu düşünmeden daha rahat bir şekilde savaşabilmelerini sağlamak ve insan kaybını en aza indirmekti.


30 Ocak Cuma günü hakim bir noktada bulunan ve etrafını ateş altında tutan Tekke Kilisesi'ni Evliya Efendi'nin çeteleri kuşattı. Bir bakır sürahiye (güğüm) çivi, nal parçaları ve barut koyup bir fitil taktıktan sonra ağzını kapattılar. Kilisenin içerisine atılan bu yerli bomba, yangına da sebep oldu. Kaçan Ermenilerin hemen hepsi öldürüldü. Bu çatışmalar sırasında kahramanlık destanı yazan Göllü'lü Yusuf Çavuş şehit oldu.


1 Şubat 1920 tarihinden itibaren savaş şiddetini daha da arttırmaya başladı. O gün Fransızlar çarşıyı ateşe verdiler. Mevlevîhaneyi, Üdürgücü Camii'ni ve Belediye Dairesi'ni yaktılar. Şehir yangın alanına döndü.


2 Şubat 1920 günü Yürük Selim, Göksun ve çevresinden topladığı seksen süvari ve 120 piyade ile Maraş'a gelerek, Sulutarla mevkiinde düşmanla savaşa başladı. Kuzey taraftan başlatılan bu saldırı, arazinin açık ve örtüsüz olması nedeniyle başarısız oldu.


3 Şubat 1920 Perşembe; Kuyucak mıntıkasında düşmanla göğüs göğüse savaşan, gözü pekliği ile tanınan Mıllış Nuri, Kümbet Kilisesi'ne yapılan baskın sırasında karnından yaralanarak şehit oldu.


4 Şubat 1920 Çarşamba günü Evliya Efendi bütün kuvvetleriyle Taşhan'a yüklenmişti. Burada sıkıştırılan düşman kuvvetleri beyaz bayrak açıp teslim olacaklarını belirterek Evliya Efendi'yi kapıya istediler. Evliya Efendi kapıya yaklaşır yaklaşmaz bu askerler arasında bulunan Ermeniler, derhal ateşe başlayarak Evliya Efendi'yi şehit ettiler.


İşgalin başından beri cansiperane çalışan, Ermeni ve Fransızları korkutan Evliya Efendi'nin şehâdeti, millî kuvvetlerin maneviyatını bozdu ve Evliya Efendi'nin çeteleri dağıldı.


5 Şubat 1920 Perşembe günü de şehirde savaş bütün hızıyla devam ederken, Ermenilerin çoğunlukta olduğu köylerden gelen haberlere göre Türk ahaliye yapılan zulüm son noktaya geldi. Alınan bilgilere göre çocuklar ve bebekler duvarlara çarpılarak, elleri ve ayakları koparılarak, gözleri oyularak öldürüldü, kızartılarak analarına zorla yedirildi.


6 Şubat 1920 Cuma günü İslahiye tarafından gelen bir Fransız uçağı şehrin üzerinde uçarak kışla ile haberleşmeye çalıştı.


7 Şubat 1920 Cumartesi , büyük bir düşman takviye kuvvetinin gelmekte olduğu haberi üzerine tedbir almak, takviye kuvvetlerini şehre sokmamak ve şehirde mahsur bulunan düşmanla birleşmesine engel olmak için çalışmalar başlatıldı. Ayrıca şehrin tamamen boşaltılarak yakılması ve düşmanın bu yangınla yok edilmesi fikri ağırlık kazanmaya başladı.


Bu arada Miralay (Albay) Norman komutasındaki takviye kuvvetlerinin Aksu Köprüsü civarında At İzi'nde karargah kurduğu haberi şehre yayıldı. Bu kuvvetler iki süvari bölüğü, iki piyade taburu ve biri uzun menzilli olmak üzere dört top bataryasından ibaretti. Ağırlığını ise 400 araba taşıyordu.


Günlerden beri geceli gündüzlü devam eden top, tüfek ve bomba sesleri cephaneliklerin havaya uçurulması sırasında meydana gelen sesler, barut ve kan kokuları yangın dumanı ve alevleri, adım başı görülen kafa, kol, bacak ve parçalanmış insan cesetleri yaralanan ve şehit olanların dayanılmaz halleri, bilhassa kadın ve çocukların sinirlerini bozdu. Bununla beraber şehit olan kocasının yerine silaha sarılan kadınlar, cephane taşıyan ve posta görevi yapan çocuklar da vardı.


8 Şubat 1920 Pazar günü Albay Norman’ın askerleri şiddetli bir topçu ateşinin desteğinde Mercimek Tepeyi işgal ettiler. Düşman Mercimek Tepe, Sıtma Pınarı ve Aksu’ya yerleştirdiği toplarla şehri döverken bir taraftan da var gücüyle batıda bulunan kuvvetlerimiz üzerine yüklendi. Amacı kışlada mahsur kalan General Keret’le bağlantı kurabilmekti. Batıdaki kuvvetlerimiz geri çekilmek zorunda kaldı. Maraş, kışladaki topların da şehri dövmeye başlamasıyla iki ateş arasında kaldı.


Bu yardım kuvvetinin gelişi, kısa sürede halk arasında umutsuzluğa neden oldu ise de pek uzun sürmedi. Kaç Kaç ağır kış şartlarına rağmen devam etti. Düşmanın ateş hakimiyeti altında olmayan yerler tamamen boşaltıldı. Fransızlar bu kaçanlar üzerine de top ateşi açtı.


Albay Norman, Maraş’taki Fransız Generali Keret’e Adana Genel Valisi General Dufieux’un geri çekilme emrini iletti. General Keret geri çekilmek istemiyordu. Fakat Fransızlar için tek kurtuluş yolu Maraş’ı terk etmekti. Bu yüzden bu karara uymak zorunda kaldı.


9 Şubat 1920 Pazartesi, durum her iki taraf için tehlike arz etmeye başladı. Fransızlar şehrin her tarafını yoğun top ateşine tuttular. Cephanenin tükenmesi nedeniyle Türklerde ümitsizlik işaretleri belirdi. Halk arasında teslim olunacağı söylentileri başladı. Fransızlar ve özellikle Ermenilerin yapabileceği bir katliamdan korkuluyordu. Fransız cephesinde durum Türklerinkinden daha kötü idi. Fransız askerleri yarım öğün besleniyorlardı. Hayvanlarına ancak günde bir kilo un verebiliyorlardı. Haberleşme hatları kesilmişti. Fransızlar ancak uçaktan verilen işaretler veya atılan bildirilerle haberleşebiliyorlardı. Kısaca ifade etmek gerekirse şehirde mahsur kalmışlardı.


Şehrin güneyinde bulunan Ermenileri korumak için Binbaşı Corneloup komutasında on piyade ve üç makineli tüfek bölüğü görevlendirildi. O gün Türklerin baskısı daha da arttı. Kışın şiddeti, açlık ve yokluklar Türklerin azminden hiçbir şey kaybettirmedi, hatta topyekün hücuma kalktılar.


10 Şubat 1920 Salı günü de Fransız bombardımanı devam etti. Buna karşılık çetelerimiz de tesirli ve isabetli atışlarına devam etti. Fransızların hareket serbestisine meydan verilmedi.


9-10 Şubat günlerinde belirli bir sahayı ateş altında tutan Fransız bombardımanından, kendileri çekilmek için yol açma çabasında oldukları anlaşılıyordu. Şehir bu günlerde yanmış, yıkılmış ve harabeye dönmüştü.


General Keret geri çekilme planı hazırladı. Aralarında vardıkları karara göre, General’in vereceği ışıklı mermi işareti üzerine geri çekilme başlayacaktı. 10-11 Şubat 1920 gecesi saat 21.00’de geri çekilme başladı. Fransızlar geri çekilişlerini maskelemek için şehri son defa top ateşine tuttular. Maraş’tan çekilirken atlarının ayaklarını keçelerle sardılar. Fazla yüklerini attılar. Yanlarına aldıkları Ermenilerle birlikte kışladan ayrılan Fransız kuvvetleri, sessizce şehri kuzeybatısındaki araziyi aşarak Mercimek Tepe’ye ulaştılar. Daha sonra da ovaya inerek Sıtma Pınarı mevkiinde kendilerini bekleyen diğer Fransız kuvvetleriyle birleştiler.


11 Şubat 1920 Çarşamba günü Fransız’ların Maraş’tan çekilmekte ve kaçmakta olduğu haberi şehrin her tarafına yayıldı. Fransızlar şiddetli soğuk ve kar altında ilerlerken çok perişan oldular. Maraş-Fevzi Paşa yolunda ağırlıklarının büyük bir kısmı kar altında kaldı ve askerlerinin çoğunu kaybettiler. Ayrıca kaçan düşmanı takip eden birliklerimiz ağır kayıplar verdirerek onları İslahiye’ye kadar takip ettiler. Fransızların çekilmesine rağmen Maraş’ta bulunan Ermeniler ateşe devam ettilerse de, kısa zamanda susturuldular. Silahlarını teslim ederek kurtuluşu milli Türk Hükümetinin adaletine sığınmakta buldular.


Kadın-erkek, çoluk-çocuk her yaştan Maraşlının tüm yokluklara rağmen 22 gün 22 gece büyük özveri ile sürdürdüğü bu savaş, Türk’ün vatanı, bayrağı, din ve namusu uğruna ölümü hiçe saymasının ve yenilmezliğinin ifadesi olan bir kahramanlık örneğiydi.


Kurtuluş savaşımızın ilk zaferi olarak tarihe geçen bu mücadele daha sonra ülkenin diğer şehir ve yörelerine de örnek olması bakımından son derece önemlidir.


Maraşlı mücahitler memleketlerini kurtardıktan sonra çevre illerin de yardımına koşarak milli bütünleşmenin en güzel örneğini gösterdiler.


12 Şubat 1920 günü şehrin düşmandan temizlenmiş olması ve zafere ulaşılması nedeniyle bayram yapıldı. O günden beri her yıl Maraşlı 12 Şubat gününü büyük bir heyecan içinde, o günleri yad ederek kutlamaya devam etmektedir.


Maraş' 5 Nisan 1925 tarihinde TBMM kararı ile Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası, 7 Şubat 1973'de de 'Kahraman'lık unvanı verilerek kendi kendini düşman işgalinden kurtarması taltif edildi. 
 (www.kanal46.com)