1 Haziran 1956’da Nevşehir’de dünyaya gelen Abdullah Çatlı, Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarihine damgasını vuran, hakkında en çok konuşulan ve en karmaşık ilişkiler ağına sahip figürlerden biridir. Organize suç örgütü lideri kimliğiyle tanınan Çatlı’nın yaşamı, kontrgerilla faaliyetleri, uyuşturucu kaçakçılığı ve devlet içi kliklerle kurduğu derin bağlantılar etrafında şekillendi.

1970’li yılların sonlarında Ankara Ülkü Ocakları İl Başkanı ve Ülkücü Gençlik Derneği Genel Başkan Yardımcısı olarak aktif görevler üstlendi. Bu dönem, siyasi cinayetler, bombalamalar, silahlı saldırılar ve zorla alıkoyma gibi bir dizi ağır suç iddiasını beraberinde getirdi.

SİYASİ EYLEMLER VE HUKUKİ TAKİP

Çatlı’nın adı ilk kez 1978 yılında, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Bedrettin Cömert’in öldürülmesi olayında geçti. 23 Ağustos 1978’de Sakarya’da kısa süreliğine tutuklanan Çatlı, serbest kalmasının ardından yeraltı faaliyetlerine devam etti.

Aynı yılın 9 Ekim'inde Ankara Bahçelievler’de gerçekleşen ve 7 Türkiye İşçi Partili (TİP) öğrencinin ölümüne neden olan katliamın planlayıcısı olarak gösterildi. Bu olaylar zincirinden sonra yasa dışı örgüt kurmak, patlayıcı madde kullanmak ve ruhsatsız silah bulundurmak gibi suçlardan hakkında 1982’de yakalama kararı çıkarıldı. Çatlı’nın adı ayrıca, 1 Şubat 1979’daki gazeteci Abdi İpekçi suikastında ve 13 Mayıs 1981’deki Papa II. Jean Paul’e düzenlenen silahlı saldırıda da zanlılar arasında yer aldı.

YURT DIŞI KAÇIŞI VE MİT İLE TEMASLARI

12 Eylül Askerî Darbesi’nin ardından yurt dışına çıkan Çatlı, Bulgaristan, Avusturya, İsviçre ve Fransa gibi çeşitli Avrupa ülkelerinde saklandı. 22 Ekim 1983’te Paris’te, Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile temas kurduğunu gösteren belgeler daha sonra kamuoyuna sızdı ve bu durum, devlet kurumları içindeki karanlık ilişkiler hakkında ciddi spekülasyonlara yol açtı.

Fransa'da 22 Ekim 1984’te yakalandı ve 7 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak 21 Mart 1990’da İsviçre’deki Bostadel Cezaevi’nden firar etmeyi başardı. 1993 yılında sahte bir pasaportla Türkiye’ye döndü, kısa süreli gözaltının ardından yeniden serbest kaldı.

SUSURLUK KAZASI VE DERİN DEVLETİN ORTAYA ÇIKIŞI

Abdullah Çatlı’nın hayatı, 3 Kasım 1996 tarihinde Balıkesir’in Susurluk ilçesinde meydana gelen trafik kazasıyla dramatik bir şekilde sona erdi. İlk başta sıradan bir trafik kazası gibi görünen olay, kazaya karışan Mercedes marka otomobildeki kişilerin kimlikleri ortaya çıkınca Türkiye siyasi tarihinin en büyük skandalını tetikledi.

Aral Şimşir kimdir, nereli, hangi takımlarda oynadı? Aral Şimşir'in kariyeri hakkında bilgiler
Aral Şimşir kimdir, nereli, hangi takımlarda oynadı? Aral Şimşir'in kariyeri hakkında bilgiler
İçeriği Görüntüle

Kazada, Çatlı’nın yanı sıra İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ve o dönemin DYP milletvekili Sedat Bucak bulunuyordu. Bucak kazadan yaralı olarak kurtulurken, Çatlı ve Kocadağ hayatını kaybetti.

Bu kaza, yeraltı dünyasının kilit isimlerinin, resmi devlet görevlilerinin ve siyasetçilerin aynı amaç için bir araya geldiği bir "derin devlet" veya "kontrgerilla" yapılanmasının varlığını gözler önüne serdi. Dönemin Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin’den polis memurlarına kadar uzanan bu bağlantılar, dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’a kadar dayandırıldı.

Kaza sonrası yapılan incelemelerde fren arızası şüphesi ve Çatlı’nın cesedindeki boyun kırığı, olayın basit bir kaza değil, bir suikast olabileceği iddialarını uzun süre gündemde tuttu. Abdullah Çatlı’nın cenazesi, memleketi Nevşehir’de Nejdet Ersan Mezarlığı’na defnedilerek yakın tarihin en büyük sırlarından birini de beraberinde götürdü.