Siyasal Kürt hareketinin nasıl başladığını, daha doğrusu nasıl ivme kazandığını kamuoyu yeterince tartışmıyor. Oysa en az terör meselesini çözmek kadar önemli ve irdelenmesi gereken bir konu.

12 Eylül döneminde Güneydoğu Anadolu'da nelerin yaşandığını tam olarak bilmiyoruz ya da yeterince tartışmıyoruz. Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere bölgedeki cezaevlerinde yapılan olağanüstü işkenceler ve yasaklamaların küçük bir örgütü bir terör makinesi haline getirmesinin hikâyesini bütün Türkiye'nin okuması lazım. 12 Eylül darbesine Türkiye'yi hazırlayan yerli ve yabancı güçler acaba 12 Eylül cuntasına Güneydoğu konusunda da akıl verdi mi merak ediyorum.

Bölgedeki cezaevlerinde çok yoğun işkence yapılması hatta işkence taktikleri öğretilmesi büyük bir planın neticesi miydi bilinmez. Yıllarca PKK'ya çok önemli bir argüman olacak Kürtçe konuşma yasağını da gerçekte hangi zekâ akıl etti belli değil. Ama bütün bu uygulamaların Türkiye'ye çok pahalıya mal olduğu kesin. Kürtçülükle hiçbir ilgisi yokken ve bölgede saygın bir işadamıyken 12 Eylül ile birlikte tutuklanıp cezaevinde gördüğü işkenceler sonucu hayatını kaybeden Bedii Tan'ın oğlu Altan Tan, dönemi anlatırken cezaevlerinde o güne kadar Türkiye'de görülmemiş işkence tekniklerinin uygulandığını, muhtemelen de bunu yabancı istihbaratların öğrettiğini söylüyor.

Ortadoğu'da milliyetçilik bütün bölgeye giydirilmiş bir deli gömleğiydi. Buradaki bütün kavmiyetçi arayışlar bölücüdür ve mutlaka dışarıdan ciddi destek görmüştür, hâlâ da görmeye devam ediyor.

Batı, Ortadoğu'da her zaman kavmiyetçiliği destekledi, hatta körükledi. 12 Eylül darbesinin şartlarını oluşturanlar, ayrılıkçı bir Kürt hareketinin oluşması için de zemin hazırlattılar. O dönemde Diyarbakır ve bölge cezaevlerinden çıkan herkese dağa çıkmaktan başka bir yol bırakmadılar. Bütün bunlardan PKK'nın haklı gerekçelere dayandığı sonucu çıkartılmasın. Nihayetinde PKK uluslararası güçlerin isteğine göre hareket eden bölücü bir örgüttür. Şüphesiz bir insanın köklerine uygun yaşaması ya da yaşamak istemesi ayrı, bunu bölücülüğe bir malzeme yapması ayrıdır. Bu anlamda PKK, kavmiyetçilik yapan ve bunu bölünmeye gerekçe yapmak isteyen çok kötü niyetli bir örgüttür. Öyle ki dağlara çıkmaya ikna ettiği gençlerin ölmesini, ölürken de binlerce Türk askerini katletmesini istiyordu. Böylece Türkler ile Kürtler arasındaki nefret çok derinlere inecek, kan davasına dönecek, bir arada yaşayabilmesi imkânsız hale gelecekti.

Diyarbakır'da tabanı olduğunu iddia ettiği insanları öldüren, herkese korku salıp, korku diktatörlüğü kurmak isteyen bir örgütle siyasî çözümlere oturulmaz. Türkiye'nin etnik meseleden çok özgürlük meselesi var. Yapılması gereken en önemli şey, bir etnik yapıya göre ülkeyi yeniden şekillendirmek değil, özgürlüğü alabildiğine yaygınlaştırmaktır. Devletin, ideolojisini dayatmaktan vazgeçip gerçek görevlerine dönmesi hayatî önem arz ediyor. Devletin sadece Kürt kimliğiyle sorunu yok, devletin kendi ideolojisine iman etmeyen herkesle sorunu var. 22 Temmuz seçimleriyle derin Türkiye, derin devlete derin bir tokat attı. Ama asıl tokat, faili meçhul cinayetlerin ve çetelerin bir bir çözülmesiyle atılıyor. Türkiye bu hallere faili meçhulleri gün yüzüne çıkaramadığı için geldi. Ama artık yeni hadiseler faili meçhul kapsamına girmeden çözülüyor. Karanlık suikastlar, faili bilinmez bombalamalar, devlet adına teşekkül ettiği iddia edilen çetelere göz açtırılmıyor.

Bombalar patlamadan önleniyor, patlasa bile en azından bombacıların kim olduğu hemen tespit ediliyor. 12 Eylül öncesi gibi Türkiye'yi olağanüstü şartlar ülkesi haline bir türlü getiremiyorlar. Yoksa derin devletin sonu mu ki?

MEHMET KAMIŞ
[email protected]
12 Ocak 2008, Cumartesi