Barack Obama şerefine düzenlenen törenin, Abraham Lincoln'ün anıtının bulunduğu mekânda yapılmasının özel bir anlamı vardı.

Obama'nın, iç savaş döneminde, ABD Başkanı koltuğunda oturan Lincoln'ün düşüncelerinin takipçisi ve hayranı olduğu biliniyor.

Zenci haklarının savunucusu Martin Luther King de, "Bir hayalim var" diye başladığı konuşmasını, 1963'te, bu anıtın merdivenlerinde gerçekleştirmişti.

Anıtın duvarlarında, Lincoln'ün, iç savaşta ölen askerlerin mezarlarının açılışında yaptığı ünlü Gettysburg konuşmasının bir bölümü de yer almakta.

Lincoln'ün seslendirdiği düşüncelerin izlerini Obama'nın, ABD'nin yeni başkanı sıfatıyla yaptığı ilk konuşmada da gördük. Lincoln, "Güvenlikleri için özgürlüklerinden vazgeçenler, gün gelir her ikisini de kaybederler" diyordu.

Obama, "Güvenliğimiz için ideallerimizden vazgeçmeyiz" dedi; kurucu babaların, en zor zamanlarda hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını ön plana çıkaran metinler kaleme aldıklarını hatırlattı.

ABD Anayasası, birinci ek maddesinde, düşünce ve inanç hürriyetini, vazgeçilmez bir hak olarak kabul eder ve bu özgürlükleri ortadan kaldıracak hiçbir yasa yapılamayacağını öngörür.

Kurucu metinlerde teminat altına alınan insan haklarına rağmen, ABD'de, zenciler, köle olarak çalıştırılmış ve onların beyazlara göre ikinci sınıf sayılması, güney eyaletlerinde genel kabul görmüştü.

İşte Abraham Lincoln, Gettysburg konuşmasında, bu ayrımcılığa karşı çıkıyordu: "Tam 87 sene önce, atalarımız, bu kıtaya, insan özgürlüğü üzerine kurulmuş bir ülke hediye etti.

Atalarımız, bu ülkeye, 'her insanın eşit doğduğu' ilkesini armağan etti.

Yaşadığımız iç savaş, aynı zamanda, bu idealler üzerinde kurulan bir ülkenin ayakta kalıp kalamayacağının da test edilmesidir...

Bu bitmemiş görevi, cesur insanların ilerlettiği noktadan alıp, daha ileriye taşımak zorundayız; bu insanların hiç uğruna ölmediğini ispatlayalım ve Tanrı'nın şahitliğinde, yeni bir özgürlük hamlesinin doğmasını sağlayalım. Halkın oluşturduğu, halk için, halkın yanında yer alan devletin yok olmayacağını herkese ispat edelim." (that government, of the people, by the people, for the people, shall not perish from the earth.)

Çoğumuz, törenleri hayranlıkla seyrettik. Ama acaba, ABD'nin başarısının temelinde yatan "kurucu felsefeyi" kaç kişi fark etti?

Başarıya giden yol, insan haklarına (farklı kimliklere ve inançlara) saygıdan, "mozaik yapıyı" zenginlik olarak görmekten geçiyor.

İntihar ve yargısız infaz

JİTEM Diyarbakır Grup Komutanlığı yaptığı dönemde, çok sayıda cinayetten sorumlu tutulan emekli Albay Abdülkerim Kırca'nın intiharını, medyanın yargısız infazına bağlarsanız, Türkiye'de belirli mevkilere gelmiş pek çok insanın hayata veda etmesi gerekirdi.

Sözgelimi, andıçlarla karalanıp PKK işbirlikçisi ilân edilen meslektaşlarımız; bu andıcı açıkladığım için, Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu tarafından "kötü niyetli, karanlık emeller taşıyan biri" olarak kamuoyuna takdim edilen bendeniz.

Daha fazla teferruata girmeye lüzum yok. Yalan yanlış haberlerle gündelik hayatında taciz edilen, suçlanan bir yığın insan mevcut: yargı mensubu, öğretim üyesi, siyasetçi ya da medya patronu.

Bir hatırlatma yapmak istiyorum: Kırca hakkında bu suçlamalar yeni değil ki! Abdülkadir Aygan, itiraflarını (kimisine göre iftiralarını) 2004'te yaptı; 1992-1994 arasında, PKK'ya yardım ettikleri iddiası ile kaçırılan 8 kişinin sorgulandıktan sonra infaz edildiğini, emri, JİTEM Diyarbakır Grup Komutanı Abdülkerim Kırca'nın verdiğini, bundan 4 yıl önce söyledi.

Mağdur ailelerinin başvurusu üzerine, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı iddianame hazırladı ve 2005'te, Diyarbakır 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde, aralarında Kırca'nın da bulunduğu sanıklar hakkında dava açıldı.

Kırca, "Bir suçu söyletmek için işkence yapmak, taammüden adam öldürmek ve cürüm işlemek için teşekkül oluşturmakla" suçlanıyordu.

Asker olduğu için dosyası askeri mahkemeye gönderildi.

Askeri mahkeme, suçun, Kırca'nın göreviyle ilgili olmadığı gerekçesiyle "görevsizlik" kararı verdi.

Dosya, bunun üzerine Ankara Uyuşmazlık Mahkemesi'ne taşındı. Uyuşmazlık Mahkemesi, yargılama yetkisinin Diyarbakır Ağır Ceza'da olduğunu kararlaştırdı (Kasım 2008).

Ayrıca, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın 1998 tarihli raporunda da, Kırca'nın, JİTEM Diyarbakır Grup Komutanı olduğu dönemde, bölgede işlenen faili meçhul cinayetler sıralanmış ve Ahmet Demir ile Alaattin Kanat'ın yanı sıra, Kırca'ya, (Kerim Binbaşı adı altında), "Bahse konu olayların planlayıcısı ve yürürlüğe koyucuları arasında" yer verilmişti.

Bu durumda, medyanın "yargısız infazından" ya da bir itirafçının iftiralarından nasıl söz edilebilir?

Savcı, iddiaları ciddiye almış, askeri ve sivil hâkimlerin arasında dosya gidip gelmiş.

Kutlu Savaş da iddiaları ciddiye almış. Şu işe bakın ki, yakınları kaybolan mağdurlar da "yargısız infazdan" şikâyetçi.

Genelkurmay'ın titizliğini anlıyorum ama "Yok nalıncı keseri gibi hep bana, Rab bana / Var testere gibi bir bana, bir sana" demekten de kendimi alamayacağım.

Türkiye'de, adaletin zaman zaman sekteye uğratıldığı hatırlanırsa, medyanın, yakınlarını şaibeli bir şekilde kaybedenlere de kulak vermesini anlayışla karşılayabiliriz.

Engin Çeber'e işkence yaptıkları için yargılanan sorumluların isimleri de basında yer almıyor mu?

Aralarından biri intihar etse, Emniyet Teşkilatı'nın, tam kadro cenazeye katılması makul karşılanabilir mi?

Nazlı Ilıcak
[email protected]
Sabah