Kanal 46 yazarı Mecit Bayton bugünkü yazısında, "Liyakat gelmeden bu ülke toparlanmaz" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Liyakat gelmeden bu ülke toparlanmaz. Çünkü bugün yaşadığımız ekonomik çöküş, hukuktaki belirsizlik ve toplumsal güvensizlik bir kader değil; ehliyetsizliğin ve yanlış tercihlerin doğal sonucudur.
Bu ülke bir girdaptan geçmiyor; bu ülke bilerek ve isteyerek bir girdabın içine sürükleniyor. Ekonomi çökerken, hukuk erirken, toplum her geçen gün biraz daha güvensizleşirken bizden beklenen tek şey var: Susmamız, sorgulamamamız ve önümüze konulan şeye bakmamız. Yani cambaza.
11. Yargı Paketi çıkar çıkmaz 12.’si konuşuluyor. Daha biri yürürlüğe girmeden diğeri mahkûmların ağzında dolaşıyor. Hukuk, adalet üretmesi gerekirken artık beklenti üreten bir mekanizmaya dönüşmüş durumda. Suç işleyenin değil, yasa takibini iyi yapanın kazandığı bir düzen oluştu. Sokaktaki vatandaş ise haklı olarak şunu soruyor: “Bu ülkede güvenlik kime ait?” Bu sorunun cevabı yok. Çünkü adalet, güven vermekten çok belirsizlik dağıtıyor.
Asgari ücret meselesi artık bir ekonomi başlığı değil, açık bir hayatta kalma sorunu. Rakamlar açıklanıyor, kürsülerden müjde veriliyor ama mutfakta tencere aynı sessizlikle duruyor. Asgari ücret artıyor deniyor, fakat asgari hayat her geçen gün biraz daha küçülüyor. Enflasyon, daha para cebe girmeden zammı geri alıyor. Bugün bu ülkede milyonlarca insan çalışıyor ama yoksul. Bu tesadüf değil; bu, tercih edilmiş bir ekonomik modelin sonucudur.
Ekonomi yönetimi hâlâ “sabır” çağrısı yapıyor. Peki bu sabrı kim gösteriyor? Hep aynı insanlar. Aynı kesimler. Aynı yoksullaşan milyonlar. Üretim yok, planlama yok, öngörü yok. Günü kurtaran kararlarla ülke yönetiliyor. Oysa bir ülke günü kurtararak değil, geleceği planlayarak ayakta kalır.
Ve tam da bu noktada klasik yöntem devreye sokuluyor: Gündemi değiştir. Bir tartışma çıkar, bir polemik büyüt, yapay krizler üret. Toplumun dikkati dağılırken gerçekler görünmez hale gelsin. “Cambaza bak” deniyor, biz de sirkteymişiz gibi izliyoruz. Oysa ipte yürüyen bir cambaz değil; bu ülkenin hukuk devleti, ekonomik dengesi ve toplumsal huzurudur. Ve düşerse hepimiz düşeriz.
En tehlikelisi de şu: Bu çöküş artık normalleştiriliyor. Hukuksuzluk olağan, yoksulluk kader, belirsizlik rutin gibi sunuluyor. İnsanlar itiraz etmiyor çünkü yoruldu. Ama bilinmesi gereken bir gerçek var: Bir ülke sessizleştiğinde düzelmez; çürümeye başlar.
Artık isim koyalım. Yaşananlar bir yönetim krizi değil; bu açık bir yönetememe halidir. Bu tablo dış güçlerle, küresel şartlarla ya da geçici dalgalanmalarla açıklanamaz. Bu sonuç, yanlış tercihlerle, ehliyetsiz kadrolarla ve hesap vermeyen bir anlayışla ortaya çıkmıştır.
Ve artık oyalama lüksü yok. Bu ülkenin kaybedecek tek bir günü bile kalmadı. Hükümet, bir an önce tüm bakanlıkların yönetici kadrolarını baştan aşağı gözden geçirmek zorundadır. Sadakatle değil, liyakatle atama yapılmadığı sürece ne ekonomi düzelir, ne hukuk ayağa kalkar, ne de toplum nefes alır. Devlet, ehil olmayan ellerde deneme tahtası değildir.
Eğer gerçekten bu ülke düşünülüyorsa; bakanlıklar vitrin olmaktan çıkarılmalı, koltuklar ödül gibi dağıtılmamalı, devleti yönetenler işinin ehli insanlardan seçilmelidir. Aksi halde cambaza bakarak geçirilen her gün, bu ülkenin geleceğinden çalınan bir gündür.
Bu bir temenni değil, bu bir zorunluluktur.
Ya liyakat gelir, akıl devreye girer ve ülke toparlanır…
Ya da bu sirk devam eder.
Ama sonunda ışıklar mutlaka söner.