Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un salı günü Harp Akademileri’nde yaptığı iki saatlik konuşmasında ‘Türkiye halkı’ deyimi ilgi çekti.

Türkiye’de cumhuriyetle birlikte ‘ulus-devlet’in kuruluşuyla ilgili olarak Atatürk’ün şu sözünü aktardı Orgeneral Başbuğ:
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Türkiye halkına, Türk milleti denir.”

Orgeneral Başbuğ, öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de ulus-devletin kuruluşunda asimilasyon olmadığını, ‘Türk etnik kimliği’nin diğerlerine dayatılmadığını savunuyor.

Devletin resmi söyleminde, Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü de böyle yorumlanır, Türk milliyetçiliğinin etnik nitelik taşımadığı belirtilir.

Bunları şimdi böyle yorumlamak, bugünlere dönük bir iyi niyetin ifadesi de olabilir.

Ama yaşanan gerçek nedir?

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte örneğin “Kürt yoktur, Türk vardır!” denildi. Kürtçe konuşmak, Kürtçe öğrenmek ve öğretmek yasaklandı. Doğan çocuklara Kürtçe isim konulması da yasaklandı. Mezraların, köylerin, yerleşim merkezlerinin Kürtçe isimleri Türkçeleştirildi. Kürt diyen hapse atıldı.

Öyle değil mi?

O zaman yaşanan bu gerçeği, ‘Türkiye halkı’ tarifinin neresine koyabilirsiniz?

“Türk etnik kimliği dayatılmadı, asimilasyon yok!” diyorsanız, o zaman “Kürt yok, Türk var!” politikasını ne yapacaksınız?

Sayın Genelkurmay Başkanı;

Ne kadar alıntı da yapsanız, yaşanan gerçek karşısında hepsi maalesef birer klişe olarak boşlukta kalmaya mahkumdur.
Ayrıca, Kürtçe’yle ilgili yasaklar geçmişte kalmadı. Örneğin 12 Eylül askeri yönetimi de Kürtçe konuşulmasını çıkardığı bir yasayla yasaklamıştı.

Bugün de yasaklar bitmedi.

O kadar çok örneği var ki.(*)

Kürtçe’nin kullanımına ilişkin yasaklardan kurtulmak için hem yasalarda, hem de devlet idaresinin resmi zihniyetinde demokratik değişim şart.

Yoksa, Orgeneral Başbuğ’un konuşmasında yer alan bütün bu üst kimlik-alt kimlik tarifleri, entegrasyon konusu kağıt üstünde kalır ya da kimilerinin kulağına güzel gelir, o kadar...

Türk ulus-devletinin kuruluşunda örnek aldığımız ülke Fransa’ydı. Bakın, Baskın Oran bu konuda ne diyor:
“Türkiye’nin ‘laik ve üniter’ ulus-devlet açısından örnek aldığı ülke, malum, Fransa. 1925’te bu ülkenin Milli Eğitim Bakanı şöyle demişti:

‘Fransız tarihsel birliği için Brötoncanın bitirilmesi gerekir.’
Bugün Fransa ‘azınlık’ kavramını hâlâ reddediyor ve Anayasa madde 2 “Cumhuriyetin dili Fransızcadır” diyor ama, sadece Avrupa’daki Fransa sınırları içinde tam 16 dil ‘Fransa dilleri’ ilan edildi.

Resmi dil Fransızcanın yanında bunların konuşulup yazılması, öğretilmesi, yayın ve sanat konusu yapılması, vb. tamamen serbest.

Fransa deli mi?

Çok akıllı.

1981’de, Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın ağzından dinleyiniz:

‘Fransa’nın kurulabilmesi için, geçmişte, güçlü ve merkeziyetçi bir iktidar gerekmiştir. Bugün ise, dağılmaması için, siyasal iktidarın ağırlıklı olarak yerel yönetimlere bırakılması zorunlu hale gelmiştir.’(Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar, s. 154) Demek ki kurmak başka, sürdürmek bambaşka...”(**)
Biliyorum, bu açıdan Fransa örneği verildiğinde, “Türkiye Fransa değil ki” denilecek, “Türkiye’nin coğrafyası”ndan dem vurulacak, “Türkiye’nin özel koşulları” öne sürülecek.
Aslında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un konuşmasının satır aralarında da bu anlayışın ipuçları yok değil.

Ama yinelemekte yarar var.

Türkiye coğrafyası ve koşullarının farklılığından, özelliğinden kaynaklanan resmi devlet zihniyetine dayanan politikalar bugüne kadar ‘Kürt sorunu’nu çözemedi.

PKK sorununu çözemedi.

DTP’nin 56 olan belediye başkanlığı sayısını 29 Mart seçimlerinde 99’a çıkarmasını engelleyemedi.

DTP’nin oylarını Diyarbakır’da yüzde 65’e, Hakkari’de yüzde 79’a, Batman’da yüzde 60’a, Iğdır’da yüzde 37’ye, Siirt’te yüzde 49’a, Şırnak’ta yüzde 54’e, Van’da 52’ye çıkarmasını önleyemedi.

Ve şimdi DTP’ye baskılar artıyor, operasyonlar yapılıyor.

PKK bundan mutludur!

Tekrar konuşmaya dönersek...

Orgeneral Başbuğ’un konuşmasının kimlikler ve milliyetçilik ile ilgili bölümüne bir başka açıdan yaklaşılabilir.

Asimilasyon, ‘alt kimlikler’in bastırılması, ırkçılık gibi konulara Başkan’ın konuşmasında olumsuz gözle bakılıyor.

Böyle düşünülüyorsa, bu konular demokrasi ve barışa, çağdaş bir hukuk düzenine ayak bağı olarak görülüyor ve Orgeneral Başbuğ’un konuşmasındaki ince ayar çabaları da bu düşünceden kaynaklanıyorsa, o zaman bugüne de farklı açıdan bakılması gerekir.

Çünkü kimliklere dönük ve demokrasiye aykırı baskılar bugün hâlâ fazlasıyla var. Ve geçmişte bu baskılar dağın yolunu açtı, siyasete şiddeti karıştırdı.

Bugün ise dağın yolunu kapatmak için demokrasinin yolunu açmak gerekir.

Üçüncü yazı yarın.

HASAN CEMAL
MİLLİYET


—————————
* Kürt kimliğinin bastırılmasıyla ilgili bazı örnekler için Baskın Oran’ın Radikal 2’deki iki yazısına bakılabilir: Lanetli Harfler Ülkesi, 15.02.09; Yumurta ile tavuk, 25.05.08.
** Baskın Oran, Türkiye (ve AKP) nasıl kurtulur; Radikal 2, 15.03.09.