Cihat Aslan - Antalya’nın Manavgat ilçesinde 12 gün önce başlayan orman yangınları sona ererken orman ve canlı yaşamı büyük zarar gördü. Yangın arkasında büyük bir enkaz bırakırken, yangının geçtiği yerler artık savaş bölgesini andırıyor. Yangınların bitmesi ve soğutma çalışmalarının ardından ortaya çıkan görüntüler, olayın vehametini gösteriyor.

Alevin esir aldığı ve yıktığı yerlerden biri de Ulukapı Köyü Çaltılıbük mevkiinde yer alan, 70 dönüm üzerine kurulu Hazal Tunalı Çiftliği oldu. Çiftliğin kapısından girildiğinde korku filmini andıran görüntüler, yangının şiddetini en iyi şekilde anlatıyor. İki ayrı bölgeden gelen yangının ortasında kalan çiftliğin sahibi, iş insanı, müteahhit Mahmut Tunalı, yangını ve sonrasını Milliyet’e anlattı:

‘MERMİ GİBİ ATIYORDU’

‘MERMİ GİBİ ATIYORDU’ 

“Yangın sabahı saat 04.00’te köyden bir çalışanım telefon açtı. ‘Anons yapılıyor, köyü boşaltın’ diyorlar. Ben de tabii giyindim, geldim. Geldikten sonra söylenilen yangına bir baktım, ‘1-2 güne buraya gelmez’ dedim. Saat 05.20’de çiftliğe döndüm. Şıhlar Köyü’nün tepesinde bir anda alev aldı.

İki ayrı yerden yangın çıkmaya başladı. Hemen hayvanların bulunduğu ahırların kapılarını açtım, kaçıp kurtulabilsinler diye. Yangının bize atladığını gördüğümüz gibi kaçmaya başladık. Ben arabama, çalışanım motoruna bindi, terk ettik. 15-20 dakikada doğudan bir başladı, batıya doğru atladı, gitti. Kozalaklar mermi gibi atıyordu.

Zor kaçtık, rüzgar da vardı. Arkama baktığımda alev alev geliyordu. Her yer ağaç, mevsim de kuruydu, anında zaten tutuşuyordu. Bir alev kitlesi üzerimize geliyordu. Dumanlar, alevleri artık durdurulamayacak derecede görünce kaçtık. Yoksa terk eder miyim, bu kadar emek çektiğim bir yeri.”

‘EVLER HÂLÂ YANIYOR’

‘EVLER HÂLÂ YANIYOR’ 

“Yangın bittikten tahminen 45 dakika sonra çiftliğe geri geldiğimde her yerin küle döndüğünü gördüm. Evlerin içi hâlâ yanıyordu. Ne yanarken ne yandıktan sonra, bugüne kadar bir tek arazöz, görevli yangın ile ilgili kimse gelmedi. Birkaç yere telefon açtım, cevap veren olmadı. O dakika itfaiye olsa da gerçi iş işten geçmişti.

Ama en azından sahipsiz olmadığımızı bilirdik. Hayvanlarımız da şu an neredeler bilemiyoruz. Koyunlarımız ve keçilerimiz kaçamamış, onlar yandı. Bu kadar yıkım varken bir konteyner bile verilmedi. İkametgahım Antalya’da görünüyormuş. Doğrudur. Buraya PTT gelmiyor. Şirketlerim var, o yüzden ikametgahım Antalya’da ama ben yıllardır buradayım, burada yaşıyorum.”

‘ÖLÜ BİR ŞEHİR GİBİ’ 

“Çiftliğimizde meyve ağaçlarından, dünyanın dört bir yanından getirilmiş bitkilere, çeşitli hayvanlarımız vardı. 40-50 yıldır biriktirdiğim antikalarım, koleksiyonlarım, eşyalarım hepsi yandı kül oldu. Buraları bu yaşlarım için yapmıştım. Çok çalıştım. O da yandı, kül oldu.

50 yıllık birikimim yandı diye de çok üzüldüm. Ama ne yapalım. Yapacak bir şey de olmadı. Burası 1996’da kurulan bir yerdi. Çok elit, cüce keçilerimiz, Alman koyunları, tavus kuşları, tavuklar, hindiler..

Örnek bir yerdi. Bir daha yapamayız herhalde. Çok büyük masraflarla yapıldı. Gördüğünüz gibi her yer kömür gibi. Allah beterinden saklasın diyeceğim ama daha beteri var mı, bilemiyorum. Yangından önce çiftliğin bitkileri, hayvanları her şeyi içinde değeri 3.5 milyon dolardı.

Şimdi ise değeri 1 milyon dolara indi. O zaman yemyeşildi, muhteşem bir yerdi. Şu an sadece bir ölü şehir. Bu kadar güzel doğayı, toprağı, hayvanları, bitkileri bugünler için yaptım. Gezdikçe gördükçe kahroluyorum.”

‘HER KARESİNDE EMEĞİM VAR’

‘HER KARESİNDE EMEĞİM VAR’ 

“Bir haftadır çiftliğe gidip geliyorum, çektiğim acıyı görüyorsunuz. Her temelinde her karesinde emeğim var (Ağlıyor). Hepsi heba oldu. Gelip burada seyrediyoruz. Belki bazı bitkiler kurtulur diye sulama yapıyoruz. Bir terlik, bir şortla, tişört böyle çıktım. Evraklarım, her şeyim gitti.

Yani gideni tarif edemem. İnsanın çocukluktan anıları, hatıraları hepsi vardır. Burada sel olur belki, ırmak kenarıdır diye evleri, ahırları yükseğe yaptım. Ama yangını hiç düşünmemiştim. Bütün bitkilerin hepsini kendi ellerimle diktim. Bu halde görmek istemezdim. Her tarafım orman, önüm ırmak.

Huzurlu, mutlu yaşayan bir insandım. Kendi cennetimi kurmuştum ama cehennem oldu. İki ev, iki misafirhane, iki işçi evi, ahırlar, binlerce liralık piyano, gramafonlar, dikiş makineleri, 2. Dünya Savaşı’ndan kalma BMW marka motor, beş tane Chopper motor, mescid ve içindeki el yazmaları, yapay şelale, 1950’lerin depo mobilyaları, yağlı boya tabloları, yedi tane sera, pahalı çiçekler, özel mavi bodur palmiyeler, bakır tencereler, antikalar, ev eşyaları, her şey yok oldu gitti.”