Çarşamba günü Antakya üzerinden memlekete gittim. Beni havaalanından alan arkadaş, “gel anneme uğrayalım, bir şeyler yer, sonra İslahiye’ye geçeriz!” deyince olur dedim.
Köyü Suriye ile komşu. Hatta burun buruna ve halkı da Arapça konuşuyor. Akşam kardeşleri de geldi.
Ben olaylardan habersizdim. Meğer Kastamonu’da Başbakan’ın konvoyuna saldırılmıştı. Arkadaşımın kardeşi olayı ‘başbakana suikast düzenlediler’ şeklinde aktarınca aklım gitti geldi. Saniyeler içinde bir kitaplık senaryo aklımdan geldi geçti. Çünkü karanlık tüm bakış ve niyetlerin Türkiye üzerinde odaklandığını görmemek için kör olmak lazım.
Avrupa ve ABD’den bu tarafa bakanlar Türkiye’nin kontrolden çıktığını görüyorlardı. Ayaklarımızın üstünde durma çabalarımız hep ayaklanma sanılıyordu. Türkiye, bu asrın başında, kendisine zorla giydirilen ‘yenilen taraf’ gömleğini sırtından atmak istedikçe onlar ‘eksen kayıyor’ diyorlardı. O yüzden ‘bir şey yapacaklar’ diye endişem vardı hep.
Komünistlik- Faşistlik oyununu ile milleti birbirine düşüremediler. Alevilik - Sünnilik zokasını yutturamadılar. Darbeleri sonuç vermez oldu. Sonunda en can alıcı yerden vurmaya karar verdiler. Yaklaşık bin senedir ciddi bir niza, bir kavga yaşamadan her türlü acıyı ve sevinci, İslam kardeşliği ekseninde birlikte savuşturmayı ve yaşamayı bilmiş olan Türk ve Kürdü birbirine düşürmek istediler!
İnsanlığın tanık olduğu bu, en kadim ve en sağlam dostluğu yok etmek için –tıpkı 1900’lerin başında Ermenilerle aramızı açmak için kurup besledikleri Taşnak örgütü gibi- PKK’yı kurdular. Ona sayısız cinayetler işlettiler. Bir yandan da güya onlarla mücadele adı altında derin devlet içindeki cuntacıların gayri insanı dayatmalarıyla Doğu insanı devletten soğutmaya çalıştılar. Yetmeyince terör örgütüne destek olsun diye bir de parti kurdurdular.
Tam da artık ellerini ovuşturmaya başladıkları bir zamanda beklenmedik bir adam çıktı. Kendileriyle her türlü işbirliğine açıkmış gibi görünüyordu ama bir yandan da milleti uyandırıyordu. Milletin manevi değerlerine sahip çıkmasını, kendisine güvenmesini, vesayetçi kurumlara karşı direnmesini örgütlüyordu.
Öbür yandan bin bir iftira ile bu vatandan sürdükleri hoca efendi, manevi desteği ve ruhani şefkatiyle, milleti İslam kardeşliği etrafında yeniden bir araya getiriyor, bölgeye ekilen nifak tohumlarını ıslah ediyor ve kardeşlik bağlarıyla yaraların sarılmasına çabalıyor, milyonları mağdur edilmiş insanlarımızın yaralarını sarmaya koşturuyordu.
Tam da işlerin raya girdiğini sandıkları bir anda ortaya çıkan bu iki zat ve bu iki plan dışı gelişme ciddin canlarını sıkıyor ve planlarını bozuyordu. Tam zamanıydı sarsıcı, umutları kırıcı bir darbe vurmanın! O yüzden ‘suikast’ kelimesi yüreğimi ağzıma getirmişti.
Tam kendi kendime “Hocaefendi’ye evelallah bir şey yapamazlar ama başbakan her gün herkesin gözü önünde, Allah korusun!” diyordum ki haberi veren “Allah’tan Başbakan konvoyda değilmiş” deyince rahatladım.
SURİYE BİR CEHENNEM
Genç bu haberi verir vermez, arkadaşımın annesi, “Yaparlar yapar, bu zalimler her şeyi yaparlar. Bak alıyorlar işte her köyden iki masum genci öldürüyorlar ki, korksunlar da bu zalime baş kaldırmasınlar’ dedi.
“Ne zalimi?’ der gibi arkadaşımın yüzüne bakınca Annem “Beşşar’dan söz ediyor” dedi. “Nasıl yani?” deyince de anlatmaya başlattı.
Bu anlatacaklarım, Suriye sınırına yakın tüm Türk köylerinde biliniyor ve konuşuluyor..
Efendim malumunuz, Suriye’deki olaylar Dar’a da başladı. İş tam efsanevi bir ‘zalim kral’ masalına dönüştüğü için ne kadar doğru yanlış bilemiyorum. Ben anlatılanları aktarayım ki, Suriye’deki Müslüman halk ne haldedir bir nebze biline!
Evet, önce Dar’a’da bir lise öğrencisi, okulun veya okulun yakınındaki bir duvara ‘Doktor sıra sana da gelecek’ demiş. Malum Beşşar Esad göz doktoru…
Ertesi gün askerler gelmiş okula. Başlarında aşkar gözlü –bu ifade ile askerin Nuseyri olduğunu kast ediyor- bir komutan. Okul müdürüne derki ‘Bana bunu bulacaksınız, hemen!’
Okul müdürü nereden bulsun. Müsaade istemiş bir süre için bulacağım demiş. Komutan,lisenin son sınıfından bir kızı gözüne kestirmiş ve vermiş askerlere “Gidin bunu…. Belki müdür kim olduğunu hatırlar!” demiş.
Ben anlatılanınlar yalancısıyım. Bu şekilde bir sınıftaki tüm kızlar kirletilmiş. Bu arada vaveylalar okulun dışına taşmış, veliler okulu basmış. Askerler bir şekilde olay yerinden kaçmayı başarmışlar!. Olay kısa zamanda tüm Dar’a’da duyulmuş. Şehir ayağa kalkmış, isyan başlamış
Ertesi gün cemseler dolusu asker gelmiş. Okulu ablukaya almışlar. Veliler, keplerini çıkarıp yere koymuşlar. (Bu, Araplarda ben ölümü göze aldım demekmiş.) Komutan keplerin yerde olduğunu görünce, “Siz isyan mı ediyorsunuz” diye sormuş.
Veliler “Hayır, biz isyan etmiyoruz. Biz o askeri istiyoruz. O askeri bize verin, eğer Dar’ada tek kişi isyana kalkışırsa onu biz halledeceğiz” diyorlar.
Komutan biraz düşünüyor, sakalını sıvazlıyor ve askerlere dönüp emir veriyor:
Tarayın!
İşte Suriye’de isyan böyle başlıyor. Suriye’de yaşananlar tam cehennem kâbusu boyutunda. Diyorlar ki, içeride yaşanan felaketin boyutunu dünya henüz bilmiyor. Sadece şehirlerde o da videolu cep telefonları olanlar sayesinde çekilebilen basit şeylerdir. Onların da çok çok azı dışarıya çıkarılabiliyor. Sizin bildikleriniz devede kulak. Siz asıl o insanlar dinleyin…
Daha geçen hafta –yani iki hafta önce- şu köylerin hepsinde, ileri gelen ailelerin çocukları olmak üzere ikişer genci alıp kurşuna dizdiler. Her köyden iki genç öldürdüler. Gözdağı vermek için. Hâsılı, öyle bir Suriye’den söz ettiler ki, orada yani Suriye’nin yanı başında bulunmaktan korktum. Sanki Sırp kasap Miloseviç Karaziç’in ruhu dirilmiş de Suriye’nin üstüne çökmüş gibi bir intibaya kapıldım.
Gayr-ı ihtiyari, “E içinde biraz da abartı vardır herhalde anlatılanların” diyecek oldum, dört bir ağızdan, ‘hayır eksiği vardır fazlası yoktur’ dediler.
Yüreğim daraldı. Sinema icat edildiğinden bu yana insanlar gerçek dramı filmlerden ayırt edemiyorlar. Ben o hali yaşadım. Sanki ilk defa duyuyordum suriyede insanların acı çektiğini. Nuseyrilere mi kahır etmeli, kuzuları kurtların idaresine bırakan canavarlara mı? Şu yurtları böyle canavarlara teslim edip giden İngiltere ve Fransa nasıl can verecek acaba?
Evet Suriye cidden derin bir acı içinde. Türkiye, başkaları gelip topyekun imhaya geçmeden önce, ne yapıp edip, Beşşar Esad’ı o koltuktan indirmeli. Yahut arkadaşımın ifadesiyle, “aç sırtlanlar” gibi halkın üzerine çullanmış Nuseyri askerlere dur demeli!.
Suriye’de direnişçilerin elinde yer yer Türk bayrağı görülüyormuş. Bu dahi bir manipülasyondur sanırım. Türkiye’nin iktidar nezdindeki itibarını kırmaya yönelik! Nitekim orada bulunduğun akşam, yarı resmi bir televizyonda konuşan bir yetkilinin ‘Türkiye ile balayı bitti’ dediğini aktardılar.
Onların dediğine bakılırsa “Beşar Esad, Kaddafi’den de Mübarek’ten de daha inatçıdır. Kaddafi merhamete gelip bırakabilir ama Beşşar bırakmaz. Çünkü ne Mısır’da, ne de Libya’da halk ile idareciler arasında bir mezhep sorunu var. Suriye’de ise iş hemen mezhep çatışmasına dönüştürüldü iktidar tarafından. Nüfusun yüzde 85’i Sünni ama Nuseyriler iktidar ve tam 42 yıldır halka göz açtırmamışlar. Hiç kimsede bir gram cesaret bırakmadılar. Ama sanırım halk artık ölümü göze aldı”
Suriye’de bir hafta nezarethanede kalmış olan arkadaşım, “Suriye hapishanelerindeki tutuklu ve mahkûmların sadece yüzde onu adi suçlu, gerisinin tamamı ya Müslüman kardeşlerden oluşuyor ya da rejimden rahatsızlığını dile getirmiş olanlardan… “diyor.
Evet, Suriye için, Suriye’nin burnunun dibindeki köylerde anlatılanlar böyle…
Türkiye ne yapar ne eder bilmiyorum ama en azından demokrasiden nasip almaları için o halklara el uzatma hakkı vardır. Elin Amerikalısı ta nerelerden gelip bu coğrafyaya demokrasi getirebiliyorlarsa(!), biz de komşumuza demokrasi konusunda yardımcı olmamızda beis olmasa gerek…
Tabii Türkiye, birinin uçkur derdinden, öbürünün iftira kampanyasından, berikinin ihale yolsuzluğundan, şunun ergenekonundan, berikinin ‘Türkiye bir başbakana çok’ evelemesinden başını kurtarabilirse… (Bu arada, ‘Türkiye bir başbakana çok’ diyen zat, belli ki cihan padişahını; ‘dünya bir padişaha çok iki padişaha azdır’ diyen Yavuz Sultan Selim’i unutmuş!)
BİR ‘ONE MİNUTE’ DE ÇAKMA LAVRENSE LAZIM?
Bu son cümleyi özellikle vurguladım. Evet, Türkiye’ye fırsat verirlerse Türkiye bir şeyler yapar. Zaten bir şeyler yapabileceği için başına bu işler gelmeye başladı ya!
İki hafta önce Almanya’da idim. Köln’de ve Lewerkusen’de, Arap Lavrens filminin afişleri vardı her yerde. “Hayırdır, Almanlar ne zamandan beri bir İngiliz Kahramanı’na böyle muhabbet ediyorlar!” diye sorunca beni gezdiren ve 20 yıldır orada bulunan arkadaşım, “Alman hükümeti ne zaman Türkiye’de veya Ortadoğu’da karanlık işler çevirmeye başlarlarsa hemen bu film piyasaya koyar ki halkı yanına alsın” dedi.
Ben pek anlam veremedim fakat Türkiye’de mezhepsel olayların yeniden kaşınmaya başlandığını, ABD’nin Türkiye büyükelçisi Francis Joseph Ricciardone’nin –ünlü Komplo Teorisi filminin bir tezine göre büyük suikastçılar üç isimli olurmuş- ikide bir Türkiye’nin işlerine burnunu soktuğunu düşününce bir takım şeyler zihnimde oturmaya başladı.
Riccardone’nin ‘Çakma Lavrens’ edalarıyla işler çevirdiği biliniyor. En son olarak da biliyorsunuz, hükümetin, “ABD, PKK’ya karşı bize yeterli destek vermiyor” şeklindeki serzenişine sert çıkış yaptı. Oda Tv konusundaki çıkışını hatırlıyorsunuzdur eminim.
Ne ise bu zat, tamamen Obama’nın özel yetkisi ile Türkiye’ye gönderildiğine göre yabana atmamamız gerekiyor. Çünkü Senato’nun muhalefetine rağmen Obama onu elçi olarak Türkiye’ye gönderdi? Anlaşılıyor ki, Riccardone, fevkalade bir niyetle burada bulunuyor.
Zahire bakılırsa Riccardone Türkiye için pek de hayırlı niyetler beslemiyor. Türkiye’nin yaralarını kendince sarmaya niyetlendiği, teröre karşı dostlarının desteğine en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde, sanki adam, doğrudan bunun tersini yapmakla görevlendirilmiş. Eğer ABD’nin yeni Ortadoğu politikaları bu adamın kriptoları ve Wikiliksleriyle oluşacaksa Türkiye’yi zor bir dönem bekliyor. Artık asker Amerika’yı sevmediği için ona darbe yaptıramazlar! Buna karşılık bir takım toplumsal kışkırtmalar olabilir. Terörden güya canı yanmış bir Amerikanın bunu aleni yapmayacağını malum. Ne yapar, işte böyle bir takım karanlık adamlar eliyle faili meçhuller işletir, halkları birbirine düşürür. Ortadoğu’yu ve Ortadoğu’daki halkları iyi bilen ve “terör uzmanı” olan Çakma Lavrens Ricciardone sanırım tam da bu amaçlara uygun bir isim!
“1995-99 yıllarında Ankara Büyükelçiliği’nde müsteşar olarak görev yaptığı dönemde Irak işgalini hazırlama aşamasında ciddi sorumluluk üstlendi” deniliyor.
Şimdi de Sürekli Silivri ile meşgul. Sanırım eski dost ve ahbaplarının çoğu orada olunca kendisini orya bakmaktan alıkoyamıyor. Nasıl olsa her mızıklanması, her beyanatı malum medyada hemen manşetlere çekiliyor. Nerede ise muhalefet partisi gibi.
Son zamanlarda CHP’ye bilgi servisi yaptığı da söyleniyor –mamafih Amerika’nın huyu budur. Bir yandan, eski darbelerle ilgili bilgileri iktidara sızdırırken diğer yandan da muhalefetin eline pekâlâ iktidar aleyhine olabilecek bilgileri verebilir. Bu tavşan kaç tazı tut politikasıdır. Ve yazık ki her seferinde de oyuna geliyoruz-
Adam mahir ve müthiş bir vukuat kartviziti var. Gittiği her yerde büyük hadiseler vuku bulmuş. Bölge dillerini iyi biliyor. Çok rahat diyalog kurabiliyor ve lehçelerde konuşabiliyor. Tıpkı Lavrens gibi. Galiba biraz de o misyonu severek oynuyor.
Onun döneminde Ankara medyasının Irak işgalini nasıl övdüğünü bir düşünün! Tabii tesadüfen aynı dönemde, Türk ekonomisinde ciddi düzelmelere yol açan Refah Yol hükümetinin nasıl katakullilerle yıkıldığını, ardından RP’nin kapandığını… Erbakan rahmetli, son günlerinde partisini ABD tarafından kapatıldığını gösteren bir faks göstermişti millete.
ABD, askerlerimizin başına çuval geçiren adamı genelkurmay başkanı yaptı, işgali hazırlayan adamı da Ankara büyükelçisi!
Ne dersiniz. ABD, 1 Mart teskeresinin hesabını mı soruyor yoksa. Belki de Ricciardone yeni cesur adam; vurduğunu alacak bir savaşçı bulmaya geldi!
E herhalde, Ak Parti’nin eli de o sıralarda armut devşiriyor olur. Öyle değil mi?
Yahut bakarsınız başbakan bir one minute de ona çeker!
Dünyanın sonu gelmez ya!
M. Ali Bulut
Haber 7>
[email protected]
Bu içeriğe tepkiniz
Yorumlar
Trend Haberler

Kahramanmaraş İstiklalspor otobüsüne saldırı

Zonguldak'da tur Kahramanmaraş İstiklalspor'un

Kahramanmaraş İstiklalspor'un play-off ilk maçı bugün

Kahramanmaraş-Adana yolunda feci kaza: otomobil tırın altına girdi

Kafasına şekerlikle vurdu... Görevden alınan başkan yardımcısı tutuklandı

Jandarma Kıdemli Başçavuş Hüseyin Uzun kimdir, nerelidir? Nevşehir’de nasıl şehit oldu?
Ekonomiden memnun musunuz?
Ankete Katıl