Tayyip Erdoğan’ın dikkatine...“Baykal’ın partisinden olmasa, oyum Kılıçdaroğlu’a giderdi!”

Başbakanlıkla tüccarlık bir arada gidebilir mi? Erdoğan bunu denedi.

2003’de Başbakan olduğunda, bazı ürünlerin dağıtımını yapan aile şirketlerinde hisse sahibiydi. Ancak eleştiriler üzerine bu hisseleri elden çıkardı.

Doğru olanı yaptı.

Peki, Başbakan’ın çocukları, gelin ve damatları ticaretle uğraşabilir mi?

Elbette uğraşırlar.

Gemi işi de yapabilirler, mısır işi de, pırlanta işi de. Bir büyük holdingin ya da medya kuruluşunun tepe yöneticisi de olabilirler.

Bunları yapabilirler.

Ama nasıl?..

Hangi ilkelere uyarak?..

Öncelikle şeffaflık gerekir.

Başbakan’ın çok yakınları ticaret yapıyorlarsa, bunun gizlisi saklısı olamaz. Ticari sırlar dışında her şey olanca açıklığıyla yürütülmek zorundadır.

‘Pırlanta’da bunu görmedik.

Gemi işinde düşük fiyat sorusu gündemdeydi.

Damatların tepe yöneticiliğinde, devletten ihale almış ve daha da alabilecek durumda olan bir grup gündemdeydi.

Devletle iş ilişkisi içinde olan bir holdingte, eğer Başbakan’ın yakınları görev yapıyorsa, bu dünyanın her demokrasisinde soru işaretlerine yol açar ve sorgulanır.

Bunun istisnası olamaz.

Bunun adı, ‘çıkar çelişkisi’dir.

Ve siyasetle ticaret arasında böyle çelişkilerin yaşanmaması için Amerika’da, Avrupa’da bu açıdan yasal düzenlemeler yapılmış, aynı zamanda ‘etik‘le ilgili yasalar çıkarılmıştır.

Devlet ihaleleri kılı kırk yararak düzenlenmiş, şeffaf hale getirilmiştir.

Siyasetin finansmanı da öyledir.

Seçim dönemlerinde siyasal partilere yapılacak yardım ve bağışlar kuyumcu titizliğiyle birtakım ilke ve kurallara bağlanmıştır.

AKP’nin son Tunceli örneğinde olduğu gibi, rahatça seçim rüşveti çerçevesine girebilecek ve siyaseti kirletebilecek olayları önlemek, öteden beri demokrasilerin başlıca dertlerinden biri olmuştur.

Bizim böyle dertlerimiz var mı?

Sanmıyorum.

Oysa AKP, AK vurgusunu özellikle yaparak iktidara geldi 2002 yılı sonunda. ‘Temiz siyaset’ iddiasıyla geldi.
Altıncı yılında iktidarının.

Etik yasası hâlâ çıkmadı.

Siyasetin finansmanı alanında titiz düzenlemeler yok.

Devlet ihale düzeni gerektiği gibi değiştirilmiş değil.

‘Çıkar çelişkisi’ne bugün hâlâ el sürülmedi.

Yolsuzlukla mücadele açısından kurumsal düzenlemeler altı yıldır doyurucu olmaktan uzak...

Neden öyle?

Önemsiz mi bunlar?

Üstelik, Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde yer alıyor bu konuların tümü. AB Komisyonu’nun yıllık ilerleme raporlarında da eleştiri konularını oluşturuyorlar.

Niçin ipe un serildi öyleyse?

Örneğin bir etik yasası çıkarılmış olsaydı, AKP milletvekili ve AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış, eşiyle birlikte belki ticarete atılmamış olurdu.

Ya da Tayyip Erdoğan ve Ali Babacan örneklerinde olduğu gibi Egemen Bağış da şirket hissesini devrederdi.

Veya gemi işinde, pırlanta işinde itina ve şeffaflık geçerli olurdu.

Veyahut ‘çıkar çelişkisi’ yasalara bağlanmış olsaydı, devletle iş ilişkisi içindeki holdinglerde ‘tepe yöneticiliği’ konusu ister istemez daha bir ciddiyetle düşünülürdü.

Bakın Amerikan demokrasisine.

Başkan Obama’nın bakan yapmak istediği kişi, otuz bin dolarlık vergi borçlusu çıkınca, adaylıktan derhal çekildi.

Başkan Clinton döneminde, yine bir bakanlık görevine getirilmek istenen kişi, evinde çalışan Meksikalıların sigortasını ödemediği ortaya çıkınca affını istemişti.

Avrupa’dan da çok örnek var.

Uzun lafın kısası:

Erdoğan ve AKP yıpranıyor.

Bu süreç önce orasından burasından ufak ufak başlar, sonra hızlanır ve bir gün bakarsınız, iktidar partilerinin önünde dipsiz kuyular açılıvermiş...

Türkiye çok yaşadı bunları.

Siyaseti temizlemek zor bu ülkede. Seçim kazanmak yetmiyor, ‘temiz siyaset özlemi‘ni gerçekleştirmek için...

Geçen gün halktan biri bana şöyle dedi:

“Kemal Kılıçdaroğlu, Baykal’ın partisinden olmasa 29 Mart’ta oyumu ona verirdim.”

Tayyip Erdoğan’ın dikkatine...


HASAN CEMAL
MİLLİYET