Kanal 46 yazarı Nesih Tanrıverdi bugünkü yazısında, "Yeni Bir Türkiye..." başlıklı bir yazı kaleme aldı

Evet, Türkiye’nin ayağına takılan prangalardan kurtulacağı tarihi bir dönemece girmiş bulunuyoruz…

Geldiğimiz aşamada PKK silahları bırakarak kendisini feshettiğini açıklamış bulunuyor ki, böylelikle ülkemizde federasyon, özerklik, ayrı bir devlet vb. ayrılıkçı talepler tarihin çöp sepetine atılmış oluyor. 

Süreç işlemeye başlayacak;

-          Silahlar, Süleymaniye ve Erbil’de teslim edilecek,

-          Örgütün üst düzey yöneticileri Güney Afrika, Norveç gibi Türkiye ile sınırı olmayan üçüncü ülkelere gönderilecek,

-          Suça bulaşmamış örgüt üyeleri vatandaşı oldukları ülkelere gönderilecek, bunlarda yaklaşık dört bin kişi Türkiye’ye gelmek üzere teslim alınacak,

-          İlk Aşamada Diyarbakır Annelerinin çocukları teslim edilecek,

-          Yeni infaz Kanunundan PKK’lıların yararlanması sağlanacak, ileri yaşta ve hasta olanların tahliyesini mümkün hale getirecek düzenlemeler yapılacak,

-          Toplumsal mutabakat sağlanırsa muhtemelen af gündeme gelecek,

-          Kayyım atamalarında esnetilerek seçilmiş belediye başkanları görevlerine döndürülecek,

-          Suriye yapılanması Şam yönetimi ile birlikte ele alınacak muhtemelen onlar için de benzer süreçler işletilecek.

Elbette süreci akamete uğratabilecek suiistimal ve provokasyonlara karşı Türkiye bölgede kalmaya devam edecek…

            …

Onbinlerce şehit verilmesinin yanında elli yıla yaklaşan bu süreçte mali yönüyle Türkiye’ye yaklaşık 3 trilyon dolara mal olan problemin ana kaynağı, devlet içine çöreklenmiş yapıların kasıtlı olarak yaptığı zulümler, devlet dairelerinde kürtçe konuşmaya, düğün ve eğlencelerde şarkı söylemeye getirdikleri kimsenin de bunları kaldırmaya gücünün yetmediği absürd yasaklardı. Bu husus Abdullah öcalan’ın mektubunda: ‘PKK; … Kürt realitesinin inkârı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur.’ şeklinde ifade ediliyor.

 Gerçekten de bu gerekçeleri haklı gören kimi gençler dağa çıkıyor, dağa çıkmak istemeyen kimileri zorla götürülüyor, dağa çık(a)mayan diğer kesim de yapılanları baz alarak dağa çıkanları haklı görüyor ve savunuyordu. Memleketim olan MUŞ’a her gittiğimde bu işi savunan dostlarımla konuşup zaman zaman da sert tartışmalara giriyorduk. Bizi oyuna getirmek için devlet içine çöreklenmiş kirli yapının olayları kasıtlı olarak yaptığını görebiliyorduk ama bunu muhatabımıza bir türlü anlatamıyorduk. 

Dikkat buyurun, ‘kimsenin gücünün yetmediği’ diyorum, hatırlayın, yaptığı araştırmada PKK’lıların elindeki silahların Türk Silahlı Kuvvetlerinin envanterine kayıtlı olduğunu yani diğer bir deyişle TSK tarafından PKK’ya verildiğini gören ve bunu başta Turgut ÖZAL olmak üzere yetkililere bildiren Uğur MUMCU bombalı bir suikast ile öldürülmüş,  çözüme dönük adım atmaya çalışan Eşref BİTLİS, Adnan KAHVECİ; ‘Neye mal olursa olsun bu işi çözeceğim’ diyen Turgut ÖZAL aynı gerekçelerle zehirlenerek şehit edilmişti. Kollarını kardeşliğe açan kim varsa, unvanı ne  olursa olsun canından oluyordu.

Sayın Cumhurbaşkanımızın, elini uzatanın elini yakan bu sorunu hiçbir zaman görmezden gelmediğini, ajandasının en özel yerinde kayıtlı olduğunu anlamak için kâhin olmaya gerek yok. Nitekim konuyu önce “çözüm süreci” ile gündeme getirmişse de, aynı mahfiller tarafından konu bir şekilde provoke edilmiş ve o günün şartlarının zorlamasıyla bu dosya rafa kaldırılmıştı.

Cumhurbaşkanımızın bu işi çözme yönündeki iradesinin kırılmadığını anlayan ‘kirli yapı’, iktidarı devirmek için önce yargı üzerinden, bu mümkün olmayınca da askeri darbe yoluyla bedel ödetmeye çalışmıştı. Ancak Cumhurbaşkanımız da deyim yerinde ise boş durmamış, stratejik hamlelerine devam etmiş, bir taraftan devlet içine çöreklenmiş yapıları temizlerken diğer taraftan, yasakçı ve inkârcı uygulamaları ortadan kaldırarak demokrasinin önündeki engelleri ortadan kaldırmıştı. Hal böyle olunca kürt gençlerinin dağa çıkmasını haklı kılacak siyasi zemin de kalmamıştı.  Abdullah ÖCALAN mektubunda bunu açık bir şekilde teyit etmektedir: ‘… ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.’

Memlekete son gidişlerimde hem dağa çıkma gerekçelerinin artık kalmadığının altını çiziyordum hem de internet imkânlarından faydalanarak Siyonizm’in bu coğrafyadaki emellerine dikkat çekiyordum: “Google’a girin ‘Arzı mev’ud’ yazın önünüze bir harita çıkacak!” diyordum, “Siyonistler; sizin Kürdistan olarak belirttiğiniz bu toprakları da içine alan bu haritada gösterilen yerlerinin tamamının Allah tarafından onlara va’dedildiğine inanıyorlar ve bu toprakları elde etmek için yüz yıllardır savaşıyorlar.  Peki, şimdi bu topraklar şayet arzı mev’ut ise ve eninde sonunda İsrail’in olacaksa, kendisine ait bu topraklarda sizin bir devlet kurmanızı niye destekliyor, PKK’ya  destek veriyor?”

            Cevap açık: Gazze’de olduğu gibi arz-ı mev’ut olarak gördükleri toprak parçasını Türkiye’den ayırıp sahipsiz hale getirmek, uygun gördükleri bir zamanda kürtleri de katlederek bu toprakları ele geçirmek.

            İşte bu son hamle ile Arz-ı mev’ud fikrine hizmet etmekten başka bir işe yaramayan bu sinsi/hain plan paramparça edilerek tarihin çöp sepetine atılmış oluyor, hayırlı olsun. Rabbim tamamına erdirsin.

            Son bir söz de süreci algılayamayıp, basite indirmeye, sulandırmaya çalışan güruha. Ağızlarındaki sakız şu: Efendim, şehitlerimiz boşuna mı öldü? Terör örgütü ile görüşülmesi şehitlerimizin kemiklerini sızlatıyor!

            Bizim bildiğimiz, hiçbir şehidimiz kişisel kin ve garezle hareket etmedi, amaçları birileri ile kavga etmek, bu kavgayı ilelebet sürdürmek değildi, amaç marşlarına da yansıdığı gibi çok açıktı: Ezan Susmasın, Bayrak İnmesin, Vatan Bölünmesin! ‘Terörsüz Türkiye’ süreci ile şehitlerin amacına herhangi bir halel gelmediği gibi, aksine Vatanın bölünmesi ile ilgili milyonda bir dahi olsa varolan bu risk de tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Kısaca şehitlerimizin marşı dilekten öteye taşınmış, adeta tescillenmiştir: EZANLAR SUSMAYACAK, BAYRAK İNMEYECEK, VATAN BÖLÜNMEYECEKTİR