Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinde bulunduğu dönem içerisinde özellikle ulusararası ilişkiler konusunda ciddi bilgiler aktaran ve dış siyaset yönünde yararlı bilgiler veren Doç. Dr. Fikret Birdişli, kendi sosyal medya hesabı üzerinden önemli bir makale paylaştı. Bireylerin ve toplumların  korku üzerine yaptıklarının yanlış olduğunu belirten Birdişli: “Sanki kaderin mühendisiymişiz gibi arzu ettiğimiz sonuçlara kasten ulaşmayı hedeflemek bizi hırsa sürükler, hırsın sonu ise hasarettir. Bu meseleyi yanlış anlayanların 15 Temmuzda ne hale düştüğünü hepimiz gördük” dedi. 
Birdiş’linin kendi sosyal medya hesabından yazdığı makale ise şöyle: “

KORKMA!

Bu ikazı hepimiz İstiklal marşından hatırlarız. Milli marşımız neden ‘Korkma’ ile başlar? Sanırım Akif millet olarak en önemli zaafımızı fark etmiş ve işe oradan başlamış. Çünkü korku adeta bizim kültürümüz haline gelmiştir. Dış politikamız 1699’dan bu yana toprak kaybetme, bölünme, parçalanma korkusuna dayanmıştır. Ailede babanın otoritesi, toplumda büyüğe duyulan saygı hep korkuya dayandırılmıştır. Allah’ı bile çocuklarımıza korkutarak anlatmaya, sevdirmeye çalışırız. İbadetimiz ise cehennem korkusundandır. Köylümüz jandarmadan; şehirlimiz memurdan, devletten korkmuştur hep. Askerde disiplin, sınıfta eğitim, toplumda ahlak anlayışımız hep korkuya dayalıdır. Bu kadar da değil. En büyük korkularımız birbirimizdir. Bu nedenle bir türlü medeniyet yolunda tek vücut hareket edip akranlarımız olan milletlere yetişememişizdir. Aleviler, Sünnilerden; Sünniler, Alevilerden korkar bu ülkede. Sağcılar, solculardan; solcular sağcılardan; dindarlar, laiklerden; laikler, dindarlardan ‘gâvurdan’ korktuğumuzdan çekindiğimizden daha fazla korkmuştur bu ülkede. Bu korkularla kimlere ne yapmadık ki.

Korkularımız ise ‘şişede durduğu gibi durmaz’ , hemen kabarır. Daha düne kadar başörtüsü meselesinin nasıl bir beka meselesi olduğunu, başörtülülerin de teröristlerden daha tehlikeli olduğunu söyleyen generalleri ve üniversitelerin kapısında bekleyen rektörleri hepimiz hatırlarız. Bugün artık bunlar trajik komik bir anıdan ibaret. Fakat huyumuzdan vaz geçmediğimiz ortada. Ve hala birbirimizle korkutuluyoruz.

Bu nokta da biraz da teknik konuşalım. Korku zamanla öğrenilir. Ontolojide var olan korku duygusu değil güvensizlik duygusudur. Güvensizlik duygusu bireyi ilerleme ve mücadele etme yönünde motive eder. Bir de davranışlarımızın dayandırıldığı kompleksler vardır. Mesela Oedipus Kompleksini ya da Aşağılık Kompleksini herkes duymuştur. Gayr-i meşhur bir diğer kompleks ise Kurtarma Kompleksidir. Bir insanın kendi başarılarını ya da sahip olduğu yeteneği başkalarının iç ve dış sorunlarını çözecek kadar yüksek görmesi bu kompleksi ortaya çıkartır. Bu kompleks grup egoizminin bir ifadesi olan Polonius Kompleksiyle birleşirse ortaya kompolsif bir nervos çıkar. Bu süreçte korkunun rolü ise absürt bir mantık sürecini devreye sokmaktır.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, korkular savunma mekanizmasını harekete geçiren doğru bir motivasyon değildir. Doğru olan kişinin korkularını aşmasıdır. Çünkü korku, mantıksal düşünmeyi ve rasyonel sonuçlara ulaşmayı engeller.
Dindarlar itiraz etmeden, işin teolojik boyutuna gelince; Korku ümitsizliğe sürükler ümitsizlik ise mani-i her kemaldir. Ayrıca tevhid ilkesine de aykırıdır. Sadece korkunun yönü değil içeriği de yanlış anlaşılmıştır bizde. Korkmak aslında çekinmek anlamındadır. Kırmaktan, üzmekten, mahcup olmaktan çekinmek anlamında. O nedenle ‘Hikmetin başı Allah korkusudur’ hadisi insanları Allah’tan, suçlunun polisten korktuğu biçimde değil, sevenin sevdiğini üzmekten korkması gibi davranmaya sevk etmek içindir. Allahtan korkmaya davet eden ayetler de öncelikle Allah’ın insana bahşettiği nimetlerden bahseder, ardından insanı ‘havf’ (korku) ile adeta isyandan utanmaya davet eder. Kuran’da pek çok yerde ne olursa olsun inananların asla korkmaması gerektiği belirtilir. Çünkü galibiyet de mağlubiyet de Allah’ın bir takdiridir ve bu durum insanlar arasında dolaşıp durur. Öyleyse insanlar her işin doğrusunu yapmalı sonuca değil sürece odaklanmalıdır. Kısacası kudret ve taktir bizim arzularımıza göre işlemez. Amaç, kazanmak ya da kaybetmek değil oyunu doğru oynamak olmalıdır. Sanki kaderin mühendisiymişiz gibi arzu ettiğimiz sonuçlara kasten ulaşmayı hedeflemek bizi hırsa sürükler, hırsın sonu ise hasarettir. Bu meseleyi yanlış anlayanların 15 Temmuzda ne hale düştüğünü hepimiz gördük”