KEMAL Karpat Hoca’mızla arkadaşımız Devrim Sevimay’ın mülakatını dünkü Milliyet’te büyük bir keyifle okuduk. Prof. Karpat’ın Taraf‘ta Neşe Düzel’e söyledikleri de aynı şekilde önemliydi.

Kemal Karpat, tarih ve sosyal bilimlerde dünya çapında saygın bir isimdir.

Mülakatlarda Karpat Hoca’nın kibar bir dille ‘fırça’ çekmesi ve hepimize eleştiriler yöneltmesi de son derece öğretici nitelikteydi. Mesela Hoca diyor ki:

“Okuyan yok. Çünkü biz Türkler oturup bir şeyi araştırmaya gitmez, bir çırpıda genel bir fikir elde edip ona göre fikir yürütmeye çok alışkınız.”

Gerçekten, ‘dogma’larımız yetiyor, araştırmaya, incelemeye gerek yok! Mete Tunçay da “Bizde bütün akımlar dogmatiktir” dememiş miydi?

Dünkü dogmamız, Osmanlı veya cumhuriyet dönemi konusunda “Biz hiç kötü bir şey yapmadık” idi.

Şimdi ise, Hoca’nın ehliyetle eleştirdiği gibi, “Bütün kötülükleri biz yaptık” şeklinde yeni bir dogmatizm gelişiyor; Rumları, Ermenileri biz keserek, sürerek yok etmiştik!

İki dogmatik uç

Sırf tarih tartışması olsa, mesele yok. Ama günümüze ilişkin tavırlarımızla da yakından ilgili:

* Tarihe sırf “Ermenileri, Rumları kestik, sürdük” gözlüğüyle bakmak, ister istemez bugünkü Türkiye’nin özür dileyici bir politika izlemesi gerektiği sonucuna varıyor. Günümüzün karmaşık sorunlarına da böyle tek gözlü bakıyor.

Ermenistan’la sınır kapısının açılmasını hararetle savunurken Azerbaycan’la ilişkilerimizin büyük önemini ihmal ediyor mesela.

* Tarihe sırf “Yunan mezalimi, Bulgar mezalimi, Ermeni mezalimi” diye bakmak da ister istemez bugünkü Türkiye’yi şoven politikalara teşvik ediyor; diplomaside izolasyon tehlikesine yol açıyor, sorun çözücü olamıyor. Ermenistan’la yaşanan yumuşama sürecine önyargıyla karşı çıkıyor mesela...

Gökalp, “heyecanlı Türkçü gençler”i eleştirirken bunun zararlarını daha 1910’lu yıllarda belirtmişti.

İki bakış da en azından tek gözlüdür. Bütün ulus devletler, türdeş nüfuslar oluşturarak, büyük acıların yaşandığı süreçlerde kurulmuştur; sanayileşme süreci gibi bir evredir bu.

‘Üçüncü yol’

Sadece Balkan Savaşı döneminde Bulgar, Yunan ve Sırp ulus devletleri 250 bin Müslümanı öldürdü, 800 bin Müslümanı “tehcir” etti; bugünkü türdeş nüfuslarına böyle ulaştılar.

Makedonya’ya hâkim olmak için Yunan ve Bulgarların birbirlerine karşı yaptığı kanlı etnik temizlikler de korkunçtu.
Hatta Londra Antlaşması’na göre Bulgaristan tarafında kalan Rum köyleri, daha güvenli saydıkları Osmanlı egemenliğinde kalmak için Büyük Devletler’e başvurmuşlardı!

Türkiye ise, 1912’den itibaren hem gelen göçmenleri dikkate alarak, hem güvenlik açısından olabildiğince türdeş bir topluma ulaşmak için Bulgar, Rum ve Ermenileri zorla ve mübadele anlaşmalarıyla gönderdi. Böylece Anadolu daha “Türk” ve daha “Müslüman” hale geldi.

Ermenistan da yüzyıl boyunca Kafkasya’da Müslümanları katlederek, tehcir ederek ve çevredeki Ermeni nüfusunu oraya getirerek sağlanan Ermeni çoğunluğuyla kuruldu.
Sadece Türkiye’yi suçlamak, çok “oriyentalist” bir bakıştır.
Tarihe, kim olursa olsun, “Suçlu ayağa kalk!” diye değil, tarihi husumetlerin “tekerrür”ünü önlemek için çok yönlü ve geniş açılı bakmak hem daha gerçekçi hem daha insani bir tavır olur. Prof. Karpat bu yaklaşıma “üçüncü yol” diyor.

Taha Akyol - Objektif
[email protected]
Milliyet