“ORMAN kanunu” dediğimiz kısaca şöyle bir şeydir:

MADDE BİR: Gücü elinde bulunduran her zaman haklıdır.

MADDE İKİ: Gücü elinde bulunduranın haksız olduğu durumlarda birinci madde uygulanır...

Ve bu da hüküm cümlesi:

Türkiye denilen üç tarafı denizlerle çevrili güzel memleketimizde orman kanunu caridir. Uygulayıcılar, hedefler, amaçlar, gerekçeler değişir ama “yasa” asla değişmez...

* * *

Gelin, bakalım 28 Şubat günlerine... Yani güçlünün elinde “laiklik baltası”nın olduğu günlere...

Ne oluyordu o günlerde “laiklik” gerekçesiyle?

Hatırlayalım:

Ellerine “laiklik baltası”nı alan generaller gazete patronlarını sıkıştırıyorlardı... Manşet attırıyorlar, manşet çıkarttırıyorlardı... Andıç veriyorlar, kelle alıyorlardı... Başörtülü kızları üniversiteden uzak tutarak, namaz kılan bürokratı büyüteç altına alarak, bir kısım sermayeyi yok etmek için planlar kurarak laikliği koruduklarını düşünüyorlardı... Savcısı, yargıcı önce askerden brifing alıyor, sonra karar veriyordu... Kafaları attı mıydı geçiriveriyorlardı Sincan’dan tankları... Asker korkusu salıyorlardı yüreklere... Sorgusuz sualsiz işten atmalar, olmayan suçlar ihdas etmeler, tehditler, şantajlar gırla gidiyordu. Gerekçe laiklik olunca, “hak”, “hukuk” ve “adalet” teferruat oluveriyordu... 28 Şubat’ın yandaş medyası da elinden geleni ardına koymuyordu...

* * *

Ve şimdi de gelin bakalım “devr-i Tayyip”e... Yani güçlünün elinde “demokrasi baltası”nın olduğu şu günlere...

Ne oluyor bugünlerde “demokrasi” gerekçesiyle...

Şunlar oluyor:

Ellerine almışlar “demokrasi baltası”nı, önlerine geleni doğruyorlar... Vergi salıyorlar, yazar beğenmiyorlar, tasfiye düşleri kuruyorlar... “Söz söyletmem sözüm üstüne” diyorlar... “Gözünün üstünde kaşın var” diyeni “demokrasi düşmanı” ilan ediyorlar. Bir numarası Yalçın Küçük olan bir davaya hepimizin sorgusuz sualsiz iman etmemizi istiyorlar. Etmezsek “darbeci” diye yaftalıyorlar... Ya doğrudan yok ediyorlar ya da yok etmenin bir başka biçimi olan “yok sayma” işine girişiyorlar... Sofistike şantajlar ve kibarından göz korkutmalarla egemenliklerini pekiştiriyorlar... Gerekçe demokrasi olunca “hak”, “hukuk” ve “adalet” teferruat oluveriyor. Yandaş medyanın cazgırları da habire ateşe odun atıyor...

* * *

Allah’a bin şükür ki bütün kusurlarıma, bütün yanlışlarıma rağmen, ben bu “orman kanunu”na asla teslim olmadım...

Güçlünün elinde “laiklik baltası” varken, gidip DSP’den milletvekili olmak için yaltaklanmadım. Güçlünün elinde “demokrasi baltası” varken de, gidip “Başbakanlık Sözcülüğü” yapmadım...

Şükürler olsun ki...

İster “laiklik” adına yürütülsün, ister “demokrasi” adına...

Adına “Höt zöt düzeni” denilen bu düzene boyun eğmedim, zillete düşmedim...

Gücümün yettiğince güçlüye ses çıkarmaya çalıştım. Merkezi istinat noktasından gelen her türlü talebi emir telakki etmedim. Ne sindirme gerekçesi “laiklik” olduğunda sindim, ne de “demokrasi” olduğunda...

* * *

Benim için...

“Dönek” diyebilirsiniz... “Amaçsız” diyebilirsiniz... “Misyon sahibi değil” diyebilirsiniz... “Özenti” diyebilirsiniz... “Devşirme” diyebilirsiniz... “Kendisi için yaşıyor” diyebilirsiniz... Hatta “Dalgacının teki” bile diyebilirsiniz...

Sorun yok... Hiç sorun yok...

Ama sadece şunu diyemezsiniz:

Orman kanununun yürürlükte olduğu ilkel düzenin tekerine hiç çomak sokmamış bir adam...

İşte bunu diyemezsiniz...



Bravo Emin Bey



Bir gazeteye verdiğiniz röportaj, Vakit Gazetesi’nde alayı vala ile takdim edilmiş... Vakit Gazetesi’ne çektiğiniz bu kıyaktan ve bağışladığınız bu ikramdan dolayı bravo size...

Kindarlığınızın muhalifliğinizin bile önüne geçtiğini ortaya koymaktan hiç çekinmemişsiniz... Bu cesaretinizden dolayı bravo size...

Bekir Bey buradan gider gitmez yazacak bir gazete buldu... Ama siz şunca zamandır yazacak bir gazete bulamıyorsunuz... Bu üstün başarıdan dolayı da bravo size...

Bu medya grubunun, neredeyse değeri kadar vergi cezası salınarak yok edilmesinin amaçlandığı bir dönemde, hâlâ kişisel intikam duygularınızla düşmanlığınızı sergilemekten zerre kadar çekinmiyorsunuz... Bravo size...



AHMET HAKAN
HÜRRİYET