MUSTAFA Karaalioğlu’nun TV 24’teki Açık Görüş adlı programını zaman buldukça izlerim. Düzeyli bir programdır.

Önceki akşam “Kürt açılımı”nı tartıştılar. Konuklardan Prof. İhsan Dağı, “Bizim bu ulus devlet, üniter devlet... Daha çok hikâye bunlar” diye konuştu.

Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamıştı, uluslararası tahkimi kabul etmişti, AİHM’nin yetkisini tanıyarak “yargı yetkisini ulus üstü bir kuruma devretmiş” bir ülkeydi...

“Nerede o ulusal egemenlik, egemenliğin birliği, tekliği ilkesi?

Böyle bir şey yok”tu artık!

Bu çağda, “Şimdi biz bu 19. yüzyıldan kalma tekil ulus devlet, tekil egemenlik meselesine bağlı kalırsak, Türkiye Avrupa şampiyonlar liginde de oynayamaz”dı...

Prof. Dağı’ya göre:

“Federal devlet tartışılabilir. Bunun bir tabu olarak, Türkiye’nin varlığını tehdit eden bir unsur olarak konuşulması bence saçma. Çünkü on yıllardır var olan federal devletler var. Federal devlet devletsizlik değil ki o da bir devlet türü...”
Değerli dostum İhsan Dağı, kusura bakmasın, sapla samanı karıştırıyor.

Sap ve saman

Çağımızda uluslararası ilişkilerin ve kurumların son derece geliştiği doğrudur elbette. Dünya ile arasına duvarlar ören eski anlayışlar yerine, “karşılıklı bağımlılık” yahut “küreselleşme” gibi teorilere yol açan ulus üstü kurumların giderek güçlendiği de doğru tabii.

Önce teknik bir yanlışı düzelteyim: Türkiye “yargı yetkisini AİHM’ye devretmiş” değildir, Sözleşmeyi imzalayan diğer ulus devletler gibi Türkiye de AİHM’nin sadece ‘üst norm denetimi’ yapmasını kabul etmiştir.

Kavramlara ilişkin böyle teknik yanlışlar büyük siyasi yorum hatalarına yol açar.

Nitekim, Sayın Dağı’nın ‘uluslararasılaşma’yı anlatırken, federasyon tezini de bunun gereğiymiş gibi savunması ciddi bir teknik yanılgının ürünüdür.

Üniter devlet ve federasyon tartışmalarının uluslararası süreçlerle hiçbir bağlantısı yoktur, tam tersine, bir devletin iç teşkilatlanmasının nasıl olacağı konusuyla ilgilidir.

Zaten anayasa hukukunun bir adı da “esas teşkilat hukuku”dur.

Federasyona hayır

Vatandaşlarımızı etnik kimliklerine göre farklı hukuk kategorilerine ayırırsak, mesela TBMM üyeliklerini ve yargı dahil yüksek kamu kurumlarını etnik kimliklere göre paylaştırırsak “ulus devlet”ten ve “üniter devlet”ten çıkmış, “çok uluslu devlet”e geçmiş oluruz.

Bunu coğrafi bölgelere göre yaparsanız “etnik federasyon” olur!

Bu fikirleri savunmada elbette özgürsünüz, ama uluslararasılaşma süreciyle bunların hiçbir ilgisi yoktur.

Bakın, hem Federal Almanya hem üniter Fransa pek çok ulus üstü kurumlara üyedirler.

Ben Türkiye için federalizme şiddetle karşıyım; çünkü:

- Ayrı devletleri birleştirmek için federalizme gidildiği zaman “birleşme dinamiği” güçlü oluyor; işte ABD ve Almanya...

- Ama köklü bir üniter devleti etnik kategorilere ve etnik federe bölgelere ayırmak “ayrılma dinamiğini” ve çatışmayı güçlendiriyor. Michael O’Neill’in deyimiyle “rakip etnik kimlikler” bir de ayrı ayrı kamu kurumları oluşturduğunda daha şiddetli çatışıyor. Onun için, John McGarry’nin belirttiği gibi, “Çok etnili toplumlarda federalizm kötü bir sicile sahiptir.”

Üniter devlet ve demokrasi

Bizde üniter devletin sivil kültürel çoğulculukla bağdaşmayacağı konusundaki yanılgılar, Tek Parti dönemindeki anlayışı ve miras bıraktığı politikaları üniter devletin bir özelliği sanmaktan kaynaklanıyor.

Halbuki sorunlar üniter devletten değil, demokrasi eksikliğinden kaynaklanmıştır.

Türkiye 1930’da da üniter devletti, bugün de... Demokrasi düzeyi aynı mı?

Üniter devlet olmazsa olmaz şarttır. Bunu sadece kuvvetle inandığım bir siyasi tercih olarak söylemiyorum; kamu erklerini etnik kimliklere göre bölmek büyük felaketlere yol açacağı için söylüyorum.

Açılımı bu çerçevede destekliyorum.

Ciltler tutacak bir konu... Değerli siyaset bilimci Herkül Milas’ın üniter devlet konusundaki makalesini okumayı ihmal etmeyin lütfen. (Zaman, 7 Temmuz 2009)

İzin ricası: Yıllık iznimin son bölümünü kullanmak için sizden bir hafta izin rica ediyorum. Görüşmek üzere.

TAHA AKYOL
MİLLİYET