Hamilelik sürecinde, hem anne hem de bebekle ilgili çeşitli sağlık sorunları ortaya çıkabilir. Uzmanlar, bu gibi durumların "riskli gebelik" olarak adlandırıldığını ve sıkı bir takip gerektirdiğini belirtiyor. Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Perinatoloji Bölümü'nden Doç. Dr. Cem Yener, bu tür gebeliklerde erken tanının önemine vurgu yaparak, “Erken tanı, erken tedavi ve sağlıklı bir doğum için kritik rol oynar” diyor.
RİSKLİ GEBELİK NEDİR?
Riskli gebelikler, anne veya bebekle ilgili sağlık problemleri nedeniyle normalden daha fazla dikkat gerektiren gebeliklerdir. Doç. Dr. Yener, “Tüm gebeliklerin yaklaşık yüzde 10’u riskli gebeliklerden oluşmaktadır. Bu, anneye veya bebeğe bağlı çeşitli sağlık durumlarından kaynaklanabilir” diyor.
Anneye bağlı risk faktörleri arasında 35 yaş üstü gebelikler, diyabet, hipertansiyon, sigara kullanımı, epilepsi gibi hastalıklar yer alıyor. Ayrıca, bebeğin gelişimiyle ilgili sorunlar da gebeliği riskli hale getirebilir. Bebek, anne karnında büyüklük ya da küçüklük açısından beklenenden sapmalar gösterebilir, amniyotik sıvı seviyesi fazla ya da az olabilir.
Çoğul gebelikler ve rahmin anormal yerleşimi de bu grubun içine girer. Örneğin, bebeğin rahim ağzını kapatması veya anne rahmine yapışması gibi durumlar yüksek riskli gebeliklere yol açabilir. Akraba evlilikleri ve erken doğum riski de önemli faktörlerdir.
ERKEN TANI VE TAKİP İLE RİSKLER AZALTILABİLİR
Doç. Dr. Yener, riskli gebeliklerin doğru şekilde takip edilmesinin doğum öncesi komplikasyonları önleyebileceğini belirtiyor. 11-14 haftalık dönemde yapılan ultrason muayenesi, bebeğin sağlık durumu hakkında önemli bilgiler sağlar. Bu dönemde, bebeğin ense kalınlığı ölçülür ve burun kemiği oluşumu değerlendirilir. Ayrıca, tarama testleriyle bebekteki genetik hastalıklar da tespit edilebilir.
Gebelikte yüksek riskli durumların erken dönemde fark edilmesi, tedaviye yönlendirilmesini sağlar. Doç. Dr. Yener, “20-22. haftalarda yapılan detaylı ultrason, bebeğin tüm organlarını incelememizi sağlar. Yapısal ya da patolojik sorunlar varsa, bunlar erken dönemde tespit edilip aileye bilgi verilir” diyor.
SEZARYEN Mİ, NORMAL DOĞUM MU?
Ülkemizde sezaryen oranının Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiye ettiği seviyenin çok üzerinde olduğunu belirten Doç. Dr. Yener, “DSÖ’nün önerdiği sezaryen oranı yüzde 15. Ancak, Türkiye'de her 2 doğumdan biri sezaryenle gerçekleşiyor” diyor. Bunun sebepleri arasında, sezaryenin hızlı ve kolay bir yöntem olarak algılanması yer alıyor. Ancak, uzmanlar sezaryenin bir ameliyat olduğunu ve her cerrahi işlemde olduğu gibi riskler taşıdığını vurguluyor.
Doç. Dr. Yener, "Tıbbi bir gerekçe yoksa, ilk tercihimiz her zaman normal doğumdur" diyor. Sezaryenin, özellikle bebeğin rahime yapışması gibi komplikasyonlarla birlikte kanama riskini artırabileceğini belirtiyor. Ayrıca, ilk sezaryen doğum sonrası normal doğum yapılması da belirli riskler taşıyabilir.
GEBELİK EĞİTİMİNİN ÖNEMİ
Anne adaylarının, gebelik sürecinde katılım sağlayacağı gebelik okullarının faydalı olduğunu belirten Doç. Dr. Yener, “Gebelik okulları, anne adaylarına doğum süreci, bebek bakımı ve sağlıklı gebelik hakkında önemli bilgiler sunar. Ayrıca, anne dostu hastanelerin sayısının artması da sezaryen oranlarını düşürmeye yardımcı olmaktadır” dedi.