Yirminci Yüzyıl, tarihin en berbat yüzyılıydı. İnsanlığın savaşlarla, ihtilallerle, soykırımlarla, kırımlarla, diktalarla allak bullak olduğu kanlı zamanlar yaşadık Yirminci Yüzyıl’da.
İşte bu nedenledir ki, 9 Kasım 1989 gerçekten güzel bir tarihtir insanlık adına. Çünkü özgürlükle istibdat arasındaki bir demir perde, Berlin Duvarı yıkıldı bu tarihte.
Orta ve Doğu Avrupa’daki ‘kadife devrimler’le totaliter rejimler birbiri ardından devrildi. Dünyada totalitarizmin kalesi olan Sovyetler Birliği hiç beklenmedik bir anda tarihe karıştı.
Bir başka deyişle:
Tarih kanatlandı 9 Kasım 1989’da. Tarih, özgürlük ve demokrasi düşmanlarını sollayıp geçti gitti o gün.
Duvar’ın çöküşü, ekonomik ve siyasal liberalizm adına hiç kuşkusuz büyük bir zafer oldu. Barış ve liberal demokrasi elbette büyük bir sıçrama kaydetti.
Ama ‘tarihin sonu’ gelmedi.
Barış, demokrasi ve özgürlük düşmanları dünyanın birçok yerinde mevzilerini korumaya devam ettiler. Otoriter rejimler kaybolmadı siyaset sahnesinden. Milliyetçilik, öteki düşmanlığı, dinsel radikalizm bugün de mutsuzluk ve acı kaynağı olmaktan geri durmuyorlar.
Ne yazık ki öyle.
Ancak, tüm olumsuzluklara rağmen yirmi yıl öncesine göre dünyamız daha iyi bir yerde. Hem özgürlük, hem refah düzeyi açısından çıtalar yükselmiş durumda.
Yirmi yıl önce Berlin Duvarı nasıl çöktüyse, dünyanın başka yerlerinde barış ve demokrasiyi engelleyen duvarlar da günü gelecek, yıkılacak.
Bu konuda kuşku duymuyorum.
Türkiye için de geçerli bu.
Benim ülkemde de duvarlar yıkılıyor, yıkılmaya devam edecek. Barışın, demokrasinin, hukukun, refahın yollarında hep birlikte yürünecek.
Evet, inişli çıkışlı bir süreç bu. Bazen gerilemeler oluyor. Ayrıca sorunlarımız, sıkıntılarımız o kadar çok ki...
Ama şunu iyi bilin:
Biz de ‘tarih’i yakaladık!
Geçmişten bugüne tüm iniş çıkışlarıyla Atatürk’ün koyduğu ‘çağdaş uygarlık düzeyi’ hedefiyle, çok partili demokrasiye attığımız adımla, pazar ekonomisi reformlarıyla, AB’ye uyum çabalarıyla Türkiye de ‘tarih’i elbette yakaladı.
Kürt açılımı ya da demokratik açılım da bu çerçevede yer alan önemli bir gelişmedir.
Ermeni açılımı da öyle.
Alevi açılımı da öyle.
Türkiye’nin çevresinde bir barış ve istikrar kuşağı oluşturmayı amaçlayan dış politika açılımları da öyle.
İçeride, siyasal rejimi daha demokratik bir çerçeveye oturtacak sinyaller de çoğalıyor günümüzde.
Bu bakımdan, Başbakan Erdoğan’ın özellikle sivil-asker ilişkileri konusundaki tutumunun umut verici olduğu söylenebilir.
Pazar günü TRT-1’deki ‘Politik Açılım’ programında Derya Sazak’ın, “Bir darbenin eşiğinde çalıştığınız hissiyatı var mı sizde?” sorusu üzerine Başbakan Erdoğan şöyle dedi:
“Ben bugüne kadar böyle bir şeyi asla düşünmedim. Böyle bir siyasetin içerisinde ne politika yaparım, ne devleti yönetirim. Bundan önce olduğu gibi de kalkıp, bırakıp gitmem, gereğini yaparım.”
Tayyip Erdoğan yine geçen Pazar günü partisinin İstanbul İl Danışma Kurulu Toplantısı’nda konuşurken de sözü Türkiye’de darbelere, askeri müdahalelere getirdi.
“Milletten aldıkları gücü demokrasi dışı güçlere teslim eden siyasetçi profili”nin bu ülkede çok görüldüğünü belirtti. Başbakan Erdoğan, adını zikretmeksizin ‘Demirel örneği’ni verdi ve şöyle dedi:
“Fötr şapkalarını alıp kaçanları çok gördük. Biz bu tip kirli siyaseti elimizin tersiyle ittik. Milletin emaneti kutsaldır dedik. Yıllarca bu ülkede çetelere, mafyaya, kirli ilişkilere, kirli örgütlenmelere, cuntalara göz yumdular, faili meçhullere göz yumdular. Biz elimizi taşın altına koyduk, her türlü örgütün üzerine gittik ve gitmeye devam edeceğiz.”
Dileriz, Erdoğan bu yolda devam eder.
Teslim olmaz!
Demokrasinin gereğini yaparak, tıpkı yirmi yıl önce Berlin Duvarı örneğinde olduğu gibi bu ülkede de ‘duvarları’, barışı, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, özgürlük ve refahı engelleyen duvarları gerçekten yıkar.
Hasan Cemal
[email protected]
Milliyet
Ekonomiden memnun musunuz?
Ankete Katıl