İktidara gelen her partinin kendi zenginlerini yaratması bizde çok partili rejimin başından beri süren, gelenekleşen ve artık neredeyse yadırganmayan, bir "hak" olarak algılanır hale gelen bir sistem zaafıdır.

İktidar partilerinin yandaş zengin sınıfı yaratmalarının temel aracı da her zaman kamu ihaleleri olagelmiştir. Bu karşılıklı bir çıkar ilişkisidir. Hangi siyasi parti iktidar olursa, kamu ihaleleri o partinin sempatizanı olan müteahhitlere akmaya başlar. Tabii bunun karşılığı da o müteahhitler tarafından o partiye ödenir.

Siyasetin finansmanı bu usulle sağlanır. Siyasetçi, işadamına desteğinin karşılığı olan rüşveti devletin kasasından verir. Tabii devletin kasasının aslında bizim kesemiz olduğunu, sonuçta bu paranın bizim cebimizden çıktığını hatırlatmaya gerek yok...

Bu sistem alan memnun, veren memnun, on yıllardır sürer gider. Kimi işadamları partizan bir tavra girmeyerek, bütün siyasi partilerle arayı iyi tutarak, her dönemde ihale alma kapısını açık tutmayı iyi bilirler. Türkiye'nin en önde gelen kapitalistlerinin geçmişlerini şöyle bir karıştırın, çoğunun palazlanışının gerisinde kamu ihaleleri olduğunu görürsünüz. Siyasi literatürümüzde bu durumu açıklamak için "devlet eliyle kapitalist yaratma" diye bir terminoloji bile üretilmiştir.

İşte bu yüzden, ihale sistemini düzenleyen yasalar ve yönetmelikler bütün siyasi partilerin bam telidir. Eğer o yasalardaki boşluklar olmasa, bu ihaleler tam şeffaflıkla yapılır ve sıkı bir şekilde denetlenirse iktidar partilerinin eli kolu bağlanır, devlet ihalelerini istedikleri müteahhitlere vermeleri zorlaşır.

Bu uzun giriş, şeffaf, denetlenebilir bir ihale sisteminin kurulmasının, Avrupa Birliği'nin Türkiye'den talep ettiği düzenlemelerin en başında gelmesinin sebebini açıklıyor sanırım. Tabii, 2002'de yapılan yeni Kamu İhaleleri Kanunu'nun çıkışından beri tam 16 defa değişmesinin sebebini de!

Hatırlayacağınız gibi, 2002 yılında Derviş'in Güçlü Türkiye Programı doğrultusunda gerçekleştirilen en önemli yapısal reformlardan biri bu yeni İhale Yasası idi. İhalelerin serbest rekabet koşullarında gerçekleşmesi ve kamu harcamaları üzerinde etkin bir kontrol mekanizması kurulabilmesi açısından hayati olan bu yasal düzenlemeyi açık toplum yanlısı olan herkes sevinçle karşılamıştı. Ne var ki, siyasi partiler, özellikle de iktidar partisi asla ısınamadı bu yasaya. Aradan geçen yedi yıl boyunca tam 16 defa 'elden geçirdi" ve her defasında yasayı biraz daha etkisiz hale getirmeye çalıştı.

AK Parti yasayı etkisizleştirmeye çalışa dursun, Avrupa Birliği de her ilerleme raporunda eleştirmeye ve uyarmaya devam etti. Yasanın bu haliyle rekabete dayalı piyasa ekonomisine ve Avrupa müktesebatına uyumlu olmadığını ve eğer böyle giderse Avrupa Birliği ile açılması beklenen "Kamu alımları ve Rekabet" faslının ertelenmesinin gündeme geleceğini söyledi durdu. Ama bu uyarıların hiçbiri AK Parti'ye işlemedi.

Tam tersine bugün bu değişikliklerin 17'ncisi ile karşı karşıyayız. Meclis'in yaptığı 17. değişiklikle kamu alımlarında ihale dışı istisnaları biraz daha genişletiliyor, büyük projelerin 50 biner YTL'lik küçük dilimlere bölünüp ihalesiz verilmesine kapı açılıyor ve yapılan ihalelere şikayet hakkını da kısıtlıyor.

Şu anda son değişiklik yapılan bütün eleştirilere rağmen Meclis'ten geçip Cumhurbaşkanı'nın önüne geldi. Yani artık top Cumhurbaşkanı Gül'de...

Bence Sayın Gül'ün partiler üstü konumunu ortaya koymasının tam zamanıdır. Cumhurbaşkanı veto yetkisini siyasetin gayrı ahlaki yollardan finansmanı için kullanılan açık kapıları kapatma yönünde kullanmalıdır. Müteahhitlerin çevresine üşüştüğü iktidar partileri aracılığıyla devleti-halkın parasını- söğüşleyip durduğu bir ülke manzarası geri kalmış bir üçüncü dünya ülkesinde üzüntü verici bir durumdur; ama gelişmiş dünyanın içinde yer alma iddiasındaki bir ülke için - özellikle de o ülkenin başı için- sadece üzüntü değil, bir utanç kaynağıdır.

Gülay GÖKTÜRK
[email protected]
Bugün