KALBİNİN bir tarafı Silivri Cezaevi’nde atan...
Kaygılı... Kentli... Eğitimli... Elit...
“Kurtuluş”tan sonraki günlerin özlemiyle dopdolu...
“Menemen” deyince dokunsanız ağlayacak hale gelen...
“Öcü masalları” ile fena halde korkutulmuş...
Bıraksan AK Parti denen partiyi Afyon’dan İzmir’e kadar kovalamaya azimli...
Bir kitle, hem de azımsanmayacak bir kitle...
Doğan Grubu’na dönüp diyor ki:
“Hak ettiniz... Hak ettiniz... Olanaklar elinizdeyken... Devran sizden yana dönerken... Şu kadar gazete, bu kadar televizyon istasyonuyla savaşmak yerine adamları meşrulaştırdınız... Oysa vuracaktınız, yıkacaktınız, devirecektiniz, göz açtırmayacaktınız... Hak ettiniz... Hak ettiniz.”
* * *
Kaderini Tayyip Erdoğan’ın iki dudağının arasından çıkacak hükme bağlayan...
Erdoğan’ı ahir zamanın dünyevi mehdisi olarak gören...
Dünün mağduru, bugünün muktediri...
Muhalif ses duyunca canı sıkılan...
İhale kovalayan... Rüyasında görse inanamayacağı makamlara gelen...
Tayyip Erdoğan’ın bir bakışıyla hayatının değişeceğini düşünen...
Memleketin her tarafını Konya yapmak isteyen...
Bir kitle, hem de azımsanmayacak bir kitle...
Doğan Grubu’na dönüp diyor ki:
“Hak ettiniz... Hak ettiniz... İmkânlar müsait iken... Henüz yolun başında iken... Öyle ufak tefek desteklerle işi geçiştirmek yerine teslim bayrağını çekecektiniz... Tam teslim olacaktınız... Tam biat yani... Getirecektiniz Serhat Albayrak’ı işin başına... Keyfinize bakacaktınız... Hak ettiniz... Hak ettiniz...”
* * *
Bir taraf...
“Vur kır, cenk et, devir, yık ve kazan” der...
Bir taraf...
“Teslim ol, biat et, destekle, yükselt ve yüksel” der...
Bizim grup ise...
Tarafların “medya algısı”nın böyle olduğu bu tuhaf ve fazlasıyla şarklı bir ortamda...
Bütün eksiklerine, kusurlarına, hatalarına karşın...
Uluslar arası standartta yayıncılık yapmaya çalışır...
“Baştan kaybetmek” dedikleri bu olsa gerek...
Liderlerin küçüklükleri
MADEM Başbakan Tayyip Erdoğan, ABD’de yaptığı bir konuşmada “küçük Tayyip’in garibanlığı”na dair bir çift laf etti... Biz de ondan aldığımız ilhamla liderlerimizin küçüklüklerine gidelim...
* * *
KÜÇÜK TAYYİP: En güzel şiiri de o okurdu, en muhteşem kavgayı da o çıkarırdı. Bir gün öğretmenine, “Bak öğretmen... Benden yaşlısın... Ama söyleyeceklerimi iyi dinle” diye çıkışmış, bu yüzden okuldan atılmıştı... Bir yıl sonra okula yeniden kabul edildiğinde okul bitinceye kadar sınıf başkanı oldu...
KÜÇÜK DEVLET: O kadar ciddi, o kadar ketum, o kadar asık suratlı, o kadar gam kasavet dolu bir çocuktu ki, kendisini güldürmek amacıyla görevlendirilmiş tam 92 palyaçodan bir kısmı intihar etmiş, bir kısmı da görevi bırakmak zorunda kalmıştı... Yetişkinlerden en çok duyduğu söz, “Devlet oğlum, nen var senin” sözüydü...
KÜÇÜK DENİZ: Lakabı “Domates” idi... Çalışkandı... Ekipçiydi... Küçük bir prens gibiydi... Bir topu vardı ve o top sayesinde bütün oyuncuları o seçerdi... Müdür de severdi onu, disiplin kurulu da... Seçim yapılmadan sınıf başkanı olurdu... Ama gelin görün ki günlerden bir gün, “aşağı mahalle”den garip gureba “küçük Tayyip” bütün dümeni bozdu... O gün bugündür Deniz’in talihi yaver gitmez...
KÜÇÜK ABDULLAH: Bağırarak müşteri çağırma işini kıvıramadığı için çırak verilmek yerine mektebe gönderildi... O da mektepte sınıf başkanının açtığı yoldan gidip mektep başkanı oldu... Şansı hep öyle yaver gidip duruyor...
KÜÇÜK BÜLENT: Makineli tüfek gibi konuşurdu... Bazen sinirlenir, bazen ağlardı... Sözlüde geçer, yazılıda çakardı... En yüksek notu aldığı halde hep şikâyet eder, “Bu öğretmen bize ayrımcılık yapıyor” derdi... Ama yine de “çok içten bir çocuk” diye sevilirdi...
Magazine merak sarmamın altı nedeni
BİR: “Başka İnsanların hayatı çeker bizi”... Çekiyor işte, ne yapayım...
İKİ: Biraz şöhreti bulunca hemen pencereleri karartılmış minibüs alıp magazin muhabirlerine “çocuklar” diye hitap eden yeni yetme meşhurları eğlenceli buluyorum...
ÜÇ: Magazin aleminin kendine özgü diline ve o dile kayıtsız şartsız teslimiyete hasta oluyorum...
DÖRT: Birbirlerinin arkasından kuyu kazdıklarından emin olduğumuz bir sürü şahsiyetin, yüz yüze geldiklerinde nasıl da can ciğer kuzu sarması olduklarını izleyerek ibret alıyorum...
BEŞ: Hayatta “kameralar tarafından çekilmek” dışında hiçbir tutunma noktası olmayan tipin, kameralar tarafından çekilmekten rahatsızlık duydukları ayağına yatmalarını izlemek hoşuma gidiyor...
ALTI: Bize renkli diye sunulan hayatların, aslında ne denli sıkıcı, bunaltıcı ve sinir bozucu olduğunun farkına varıp halime şükrediyorum...
Ahmet HAKAN
[email protected]
Hürriyet
Trend Haberler

CHP’nin adayı Sefer Karaahmetoğlu kimdir?

Tayanç Ayaydın’ın eşi Sally Ghalayini kimdir?

Tuncay Şanlı evli mi, eşi kim? Hayatında kim olduğu merak ediliyor

Doğa Lara Akkaya kimdir, nereli, kaç yaşında?

Edson Álvarez’in eşi Sofía Toache kimdir?

Atakan Özkaya’nın babası Mustafa Özkaya kim?
Ekonomiden memnun musunuz?
Ankete Katıl