Ergenekon soruşturması sadece hukuki bir süreç mi yoksa bir dönemde uygulanan politikaların sona erdirilmesi midir sorusunun cevabı verilmelidir.

Eylemlerin bir ucu devlet görevlilerine diğer ucu yer altı dünyasına ulaşıyor. Acaba devlet kurumları mı yeraltını kullandı, yoksa yer altı mı, belki de dış bağlantılarıyla, devleti yönlendirdi?

Devlet görevlisi oldukları şüphe taşımayan hatta resmi kimlikleri olan ama aynı zamanda suç işleyen hatta bu yüzden hüküm giyen insanların varlığı ne anlama geliyor? Yeşil’i ya da Çatlı’yı hangi kimlikleriyle tanımlayacağız? Üstelik benzer nitelikte çok sayıda insanın bulunması bir dönemde bu çifte kimlikli insanların topluma yön verdiği sonucunu doğurur mu?

Benzer bir durum olayların devlet tarafından ne zaman öğrenildiği sorusunda da gözleniyor. Birçok eylemin uzun zamandan beri bilindiği, izlendiği, faillerle iç içe yaşandığı anlaşılıyor. Eğer bunlar bir suç ise neden bu zamana kadar beklendiği anlaşılamıyor.

Siyasetin bu sürecin bir parçası olduğu iddiaları bir iftira olmanın ötesine geçiyor ve en azından, ciddi bir şüpheye dönüşüyor. AKP’ye rakip olacak bir sağ ittifakın siyaset dışı faktörlerle engellendiği söyleniyor. Önemli siyasi kararların nasıl alındığı sorusunun cevabı bir takım parasal ilişkilerle açıklanıyor. Yaratılan bu şüphe bazen bir karalama kampanyasına dönüşüyor ve YAŞ kararlarının lüks bir otomobilin gölgesinde alındığı bile söyleniyor.

Hukuk dışı eylemleri yapanlar ülkenin güvenliğinin tehdit altında olduğunu ve bunları yapmasalardı varlığımız sürdüremeyeceğimizi söylüyor. Yani söz konusu olan ülkenin güvenliği ise gerisi teferruattır demeye getiriyorlar. Bir başka iddia teröristlerin kural dışı davrandıkları ve onlarla aynı metotlarla mücadele etmekten başka bir çarenin olmadığı. Yani çeteyle çete gibi davranarak mücadele edileceği söyleniyor.

Bu yolun çıkmaz sokak olduğunu söylediğiniz zaman başka ülkelerde de aynı şeyin yapıldığı cevabını veriyor ve bir tane örnek göstererek binlerce eylemi mazur gösteriyorlar. 12 Eylül dönemi bu anlayışın laboratuvarı işlevini üstleniyor. Yüzbinler gözaltına alınıp işkence yapılırken vatanı kurtarmanın başka yolu olmadığı söyleniyor.

Bireysel vatan kurtarma eylemleri devletin yeterli olmadığı, bu duruma seyirci kalınamayacağı ve herkesin üstüne düşen görevi yapması gerektiği tezine dayanıyor. Bu durumda bazı kurallar koymak gerekiyor ve önerilerimi sıralıyorum:

Ülkenin güvenliğini sağlamak devletin görevidir. Bu konuda bir eksiklik gören devletin yerine geçmek ya da geçme iddiasında bulunanlarla birlikte olmak yerine devleti güçlendirmelidir. Devlet kural koyar ve bunlara uyar. Kuralsız davranan her kurum, adı devlet de olsa, çeteye dönüşür.

Örtülü operasyonlar, yani hukuka aykırı eylemeler istisnadır. Bunu bir kural haline getirmek devlet vasfını kaybetmek anlamına gelir. Ayrıca bu gibi eylemlerin sınırları, kimlerin yetkili olduğu kurallarla belirlenmelidir ve bu yola başvurmamak için büyük özen gösterilmelidir. Eğer bir ülke devletin dışında kurtarıcılara muhtaç hale gelmişse zaten kurtarılacak bir şey kalmamış demektir.


Mahir Kaynak / STAR
09.08.2008