“Dünya, aç oldukları için uyuyamayanlarla, açlardan korktukları için uyuyamayanlar arasında bölünmüş durumdadır.” Paulo Freire

Yaşadığımız küresel kriz kelimenin tam anlamıyla insanlığı esir almış durumda. Dünya ekonomisine yön veren ülkelerin en başında gelen ABD dahi bu krizle başa çıkabilmek için daha önce hayal bile edilemeyen değişikliklere gidiyor.

Öte yandan diğer tüm ülkeler kendilerince önlemler almaya çalışıyorlar. Bütçeler revize ediliyor, çözüm paketleri birbiri ardına açılıyor, her sektörde indirim rüzgârları esiyor. Lakin bugün gelinen noktada yangını söndürmek henüz mümkün olmadı.

Krizin çıkış noktasını ekonomide gördükleri için çözümü de orada arıyorlar belki ama aslında bunun altında yatan neden sadece ekonomik değil; olamaz da. Çözüm aslında insanlığın tam da üzerinde duruyor. Ya da insanlık çözümün üzerinde.

Hatırlayın iktisat biliminin tanımında ne yazıyordu: ‘İhtiyaçlar sınırsızdır ama kaynaklar sınırlıdır.' İşte bana göre sorunu bu cümlede aramak gerekiyor. Zenginlik kaynaklarımız git gide azalmaya başladı, öte yandan dünya nüfusu hızla artıyor.

Bunlara rağmen zengin daha da zengin oluyor, fakir daha da fakirleşiyor. Gelir dağılımındaki dengesizlik zenginin lehine her saniye değişirken dünyanın sosyal dengeleri de yerinden oynamaya başlıyor. Zannediliyor ki ortaya her gün yeni bir kaynak çıkıyor.

Oysa var olan bir ‘para’ var ve birilerinin cebi dolarken diğerlerinin cepleri boşalıyor.

Bilirsiniz Maslow’un meşhur ‘İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde fiziksel ihtiyaçlar en ön sıradadır. Bu fiziksel ihtiyaçların en başında olan ‘açlık’ da yer küreyi oluşturan geniş bir nüfusun baş etmesi gereken en önemli sorun artık.

Bu nedenle kongrelerden sözümona milyarlarca dolarlık paketlerinin geçmesini beklemeden önce ‘paylaşımcılık kültürümüzü’ sorgulamamız gerekiyor artık.

Türk halkı olarak paylaşımcılık kültürünü genlerinde taşıyan ender milletlerden olduğumuz bilinir. Bir zamanlar cihanın en güçlü devleti iken, dönemin çağ açıp çağ kapatan padişahı Fatih Sultan Mehmet kıyafet değiştirerek esnafı geziyor, malını almak üzere olduğu esnaftan “Ben bugün siftah yaptım, yandaki esnaf arkadaşım henüz siftah yapmadı, oradan alınız” sözlerini işitiyordu.
Bize şimdi hayal gibi gelen bu ‘şükürlük’ duruma çok sevinen Fatih, devletinin daha uzun yıllar payidar olacağını o gün bir kez daha anlıyordu. Zenginlerin sadaka niyetine çeşmelere altın keseleri astıkları, muhtaçların da o kesenin içinden sadece ihtiyaçları kadar altın aldıkları vakalar gibi geçmişimizden anlatılacak daha binlerce örnek var. Osmanlı’nın ardından çarığını, çorabını cepheye gönderen Kurtuluş Mücadelemiz var.

Oysa şimdilerde bu kültürümüzden iyice uzaklaşmış durumdayız. Külüne muhtaç olunan komşunun kapısını kimse çalmıyor, muhtaçlara sadaka verilmiyor, zengin işadamları daha az kar ettikleri için binlerce insanı kapı önüne koymaktan çekinmiyorlar. Ve her defasında birliğimiz, beraberliğimiz ve de değerlerimiz bir darbe daha alıyor.

Oysa sadece geçmişimizin değil sahip olduğumuz dinin temelini oluşturan ana esaslardan biri paylaşmak. Peygamberimiz Hz.Muhammed’in“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadisini bugün kaç kişi yerine getiriyor; getirmeyi bırakın hatırlıyor.
Alman olmadık belki ama ‘Alman Hesabı’na fena alıştık, Fransız değiliz ama kültürümüze ‘Fransız kaldık’.

Şimdilerde haberlere bakıyorum da hükümet paket üzerine paket açıklıyor. Diğer yandan ülkemizin önce gelen Sivil Toplum Kuruluşları ‘Eve kapanma, Pazara Çık’ sloganıyla krize çare arıyorlar.
Bence asıl slogan ‘Hadi Durma, Komşunun Zilini Çal’ olmalıydı. Unutmayın bu kriz bitse de yarın diğeri başlayacak. Herkes bilmeli ki bu krizleri elimizdekileri paylaşarak atlatmaktan başka çaremiz yok.
Kötü günde birbirimize sahip çıkacağız, olan olmayanla paylaşacak ki yarın bir gün çocuklarımız da bu anlayışla büyüyerek birbirlerine ve memleketlerine sahip çıkacaklar.

Diğer bir deyişle ya bugünden paylaşacağız; ya da yarın erkenden öleceğiz!

Abdullah Yaşar
[email protected]