“Gidişim kendimceydi, dönüşüm de öyle olacak”.....“O kadar tahribata rağmen, o kadar baskılara rağmen en azından medya yoluyla baskılara rağmen adaletin böyle tecelli etmesi Türkiye’de hala hak adına, adalet adına hüküm verecek hâkimlerin olduğunu gösteriyor ve bu da bizi ümitlendiriyor.”

Foreign Policy dergisinin anketi

İnsan başkalarının "birinci, ikinci, üçüncü..." demesiyle birinci, ikinci, üçüncü olmaz; fakat, eğer bazı çevreler, bir insanı yerden yere vuruyor ve onu sürekli sıfırlıyorlarsa, işte o zaman onu belli numaralara yerleştirmeye kadirşinaslık nazarıyla bakılabilir.

Ben, "Yaşayan En Büyük 100 Entelektüel" listesinin en üstünde yer almış olmamı, arkadaşların âsâr-ı bergüzîdelerine terettüp eden semeratın tek bir şahsa verilmesi olarak kabul ediyorum.

Ben arkadaşlara "çok sevinmeyin" dedim. Evet, "önemli değil" dedim. Basit bir mesele, dünyaya ait bir mesele, dünyanın bilmem kaç senede ne kadarına tekabül eden bir mesele. Bu sevinilecek, öyle-böyle küstahça, şımarıkça, hoplanacak zıplanacak bir mesele değil. Biz bir yerde gerçekten seviniriz; Allah'ın huzuruna çıktığımızda bize "Giriniz emn u eman içinde Cennet'e!.." denilirse, işte orada hakiki sevinci ve mutluluğu duyarız. Elinizde olmayarak içinize bir inşirah akabilir. Tekdirler insanda sarsıntıya sebebiyet verdiği gibi, takdirler de bir yönüyle insanda inşirah ve sevinç meydana getirebilir; fakat üzerinde çok durmamalı -bağışlayın- halk ifadesiyle es geçmeli onu. Esas "Cenâb-ı Hak bizi öbür tarafta tastamam sevindirsin" demeli.

Bununla beraber, söz konusu anketi ve beraat kararını hafife almıyorum; bir yandan dünyanın kabulü, diğer taraftan da adaletin temsilcilerinin insafla verdikleri bir kararda dik durmaları ve karakterlerinin gereğini sergilemeleri çok önemli hadisedir. Hele böyle iki hadisenin üst üste gelmesi Cenâb-ı Hakk'ın inayeti ve ihsanıdır.

Türk okullarını ziyaret etmenin suç sayılamayacağı da tescillendi

Bu iki meseleyle aynı zamanda Cenâb-ı Hak başka meseleleri de çözmeyi murad buyurmuştur. Yani bir başkasının sizin okulları ziyaret ettiğinden dolayı suçlanması meselesi var. Şimdi orada tescil ediliyor, bir kere daha tespit ediliyor: Bu mesele suç değil. Okul açmak dünyada, öğretmen göndermek suç değil. Dolayısıyla onları gidip ziyaret etmek niye suç olsun ki!.. Milletin okulları, sonra adı onların Türk okulları, o okulların adları Türk okulları. Türkiye'de yetişmiş eğitimciler, öğretimciler gidip oralarda eğitim yapıyorlar.

Evet o nisbetle bazılarını karalama meselesini âdet haline getirmişlerdi. Orada esasen o iddianame hazırlanırken adamlar ne biliyorlarsa ne ediyorlarsa o bilme ve etmenin çoğu da bu montaj yapılmış bantlardandı. Bantlardan montaj yapılmış, başından sonundan kesilen şeylerden sun'i olarak suçlar icat edilmişti, ihdas edilmişti. Ne kadar yapmışlarsa bir sene, iki sene çalışmışlardı; haberimiz vardı ondan. Biz buraya geldiğimiz zaman patladı o mesele. Yani "Geriye ihtiyat olarak elimizde bazı şeyler kalsın, belki onları da kullanırız gelecekte!" dememiş, hepsini kullanmışlardı. Şimdi mahkemenin kararı "Bunların hepsi boş, havada şeyler!" falan demek manasına gelir. Dolayısıyla o türden yeni böyle suçlarla sizi tecrim etmeye, o mevzuda bir dava açmaya hakları yok.

Artık bu mesele şahsî bir mesele olmaktan çıkmıştır; bir heyet meselesi, bir hareketin meselesi ya da Türk toplumunun meselesidir, yani milyonlarca insanın böyle azmini, cehdini, kastını ortaya koyduğu, sürekli o niyetle oturup kalktığı mesele haline gelmiştir. Bu açıdan onların bütününü ferahlatmak, rahat hareket etmelerini sağlamak küçük bir hadise değildir. Şahsa bakan yönüyle önemsiz olsa bile, umuma bakan yönüyle küçük değildir, Allah'ın izni inayetiyle.

Mahkeme safhası benim için ızdırapsız oldu, diyemem

Yaklaşık sekiz senedir süren o dava süreciyle alakalı olan biten her şeyi unuttum. Mutlaka insanız.. bir insan küre-i arzın üzerinde zıplasa ve bunu ölçecek onun ihtizazlarını, titreşimlerini ölçecek bir aletimiz olsa, bu tek insanın zıplaması ile bile bir ihtizaz meydana gelir orada. Şimdi biz etten kemikten varlıklarız; dolayısıyla orada böyle bir darbe yedikten sonra insanın "ben sarsılmadım, bende bir ihtizaz meydana gelmedi" demesi hilaf-ı vaki bir beyan olur. Ama Allah'a imanımız var.

Evet, iman teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül de saadet-i dareyni netice verir. O iman sayesinde "Allah'ım var, bugünümü bütün bütün karartabilirler ama yarın aydınlık, Allah'ın izni inayetiyle." diyebilir insan. Mutlaka moral bozucu şeyler olmuştur; şu olmuştur, bu olmuştur; belki bazı şeyleri Allah'a havale etme gibi şeyler de olmuştur; fakat faydasız şeylere girilmemiştir, telaşa kapılma olmamıştır. Belki size saygılarından, sevgilerinden dolayı telaş yaşayan insanların telaşı da ta'dil edilmeye çalışılmıştır. O kadar çok merak etmeyin, önemli değil. Dünya ondan ibaret değil ki. Yani burada değil de gider orada bir yerde bir hücreye koyarlar, ölürsün orada; çok bir şey değil.

Önemli olan senin nasıl öleceğin ve Allah'a nasıl yürüyeceğindir.

Ama "o mahkeme safhası benim için ızdırapsız oldu" diyemem. Değişik zamanlarda hemen her anti-demokratik harekette, her darbede, darbe türü şeylerde, post-modern darbelerde her defasında halk ifadesiyle diyeceğim, argo da diyebilirsiniz, bir tebelleş olma hadisesi söz konusu oldu, her defasında hemen. Hepsinde de belli sıkıntılar çekildi.

Fakat itiraf etmeliyim; bu dönem benim için daha sıkıntılı oldu. Ciddi bir şey yapamadım böyle, kendi kitaplarımla meşgul olamadım, muttarit arkadaşlarımızla öyle orada takip ettiğimiz gibi günde dört-beş saat böyle kitap mütalaa edemedim, müzakere edemedim. Bir yönüyle böyle benim dokuz-on senem beyhude geçti, israf oldu. Bunlardan dolayı da benim en acılı yıllarım oldu, ızdırap yıllarım oldu. Allah öyle bir şeye maruz bıraktı.

Dönüş ne zaman ve nasıl?

Ben değişik zamanlarda yurtdışına çok çıkan insanlardan biriyim. Bu Amerika'ya bile bu bilmem kaçıncı gelişimdir benim. İlk defa 92'de geldim, iki buçuk ay kaldım buralarda. 94'te bir daha geldim, 96'da geldim, 97'de geldim, en son 99'da mı ne geldik buraya. Sonra Avrupa'ya defaatle gittim ben, hizmet müesseselerine, arkadaşlarımızın yanına, değişik yerlere... Belki hizmetimizin olduğu okulların bulunduğu yerlere gitmedim. O da ruh haletim, belki onda da benim şu andaki durumumu okumak mümkün olabilir.

Hayatımda hiç öyle gürültülü, patırtılı gidip gelmedim ben. Hiç istikbale gitmedim, istikbal (karşılanma) isteğinde bulunmadım. Bu açıdan da ne karakter bakımından, ne mezhep bakımından, ne ülke bakımından birilerinin ısrarla benzetmeye çalıştıkları Humeyni ile hiçbir zaman bir alakam olmadı.

Hele onun hesaplarıyla, onun arka plandaki mülahazalarıyla filan diyecek olurlarsa; Allah rızasının dışında bir şey düşünmeyi ben hayatımı israf saydım şimdiye kadar. Sen Allah diyorsan, Allah için işliyorsan, Allah için başlıyorsan, Allah için oturuyorsan, Allah için kalkıyorsan bu sana yeter bence. Başka mülahazalara girmemelisin.

İnsanı karakteriyle, şahsıyla bilemeyince öyle ezbere konuşabilirler. Vehim.. şeytanın onların içine attığı bir vehimdir o. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'e karşı o müşriklerin kalbine attığı türden, dürtüler türünden vehimdir bunlar. Çoğu paranoya yaşıyor. Çoğu aleyhinize sizin o düşmanlık duygularını tetiklemeye matuf bunları söylüyor. Ve bunları söyleyenler de belki hani görüşen, konuşanlardan bir iki insan vardır da genelde sizi tanımayan insanlar. Sizi bilmeyen insanlar.

Dünyanın dört bir yanına gitmiş arkadaşlarımızın hiçbirisi öyle bir alâyişe talip olmadı. Gelirken öyle bir istikbal beklemedi. Adlarından, namlarından öyle bahsedilmesini istemedi. Onların hepsi birer meçhul kahraman olarak kaldılar oldukları yerde. Bu bizim genel ahlâkımızdır. Allah'la münasebetimizin bir çeşit bizim hayatımıza aksedişinden ibarettir. Muhammedî ruhun (sallallahu aleyhi ve sellem) gereğidir. O açıdan, o türlü iddialar fevkalade sevimsiz. Onu diyenler de, bu mahkemede belli beklenti içinde olanların şimdi mahcup oldukları gibi, karın ağrısına girdikleri gibi, bir gün beni orada duyduklarında yine mahcup olacaklar.

Ben, kendi ülkemin çocuğuyum

Ha.. gitme meselesine gelince, gider miyim, gitmez miyim ayrı bir mesele. Ülkem tabii, burada onun elli yerden, yüz yerden gelmiş toprak parçaları var, ben onları koklayıp teselli buluyorum. Ben kendi ülkemin çocuğuyum. Ben dıştan ithal edilmiş ve milletin başına musallat olmuş tufeylilerden değilim.

O ülkenin çocuğuyum ben. Onun bir avuç toprağını dünyalara değişmem. Bütün Amerika'yı verseler, Korucuk köyü, fakir bir köydür, ben o köyü vermem. Ruh haletim budur. Fakat bir şey var: Benim inandığım bir dava var, bir hizmet var, Din-i Mübin-i İslam'a hizmet var ve ülkemde huzursuzluğun çıkmaması, hele dine karşı bir tavır alınmaması.. bunlar benim gaye-i hayalim, düşüncem, mefkûrem.

Yahya Kemal'in, bir şiirinde dediği gibi, "Bizden olmayanlar bizi anlamazlar." Esas tam o toprağın çocuğu olmak lazım ki, o toprağı koklaya koklaya yetişmiş olmak lazım ki, eğile eğile onun çaylarından su içmiş olmak lazım ki, onun kırlarında koşmuş olmak lazım ki, onun çiçeklerini koklayarak büyümüş olmak lazım ki, Anadolu'yu bilmek lazım ki sizin hissiyatınızı anlasınlar. Sizden olmayanlar sizi anlayamazlar. İşte öyle vahi vahi iddialarla efkârı bulandırmak ister, millette paranoya duygusunu tetiklerler. Bunların hepsi boş şeyler.

Arz ettiğim gibi, o gidiş bir gün, Cenab-ı Hakk'ın muradı öyle ise tahakkuk ettiği zaman, onlar sadece duyarlar; belki derler "Gelmiş mi gelmemiş mi; acaba gelmişse nerede duruyor, nasıl geldi de biz görmedik?!."

Kendime göre bir gidişim vardı benim. Onu daha evvel de arz ettim ben, Türkiye'ye dönsem kendim gibi dönerim, yani şimdiye kadar nasılsam öyle. Karakterimi namusum sayarım. Karakterime kıymayı namusuma karşı tecavüz sayarım ben. Konuşurken de, biriyle bir muhaverede bulunurken de, bir muamelede bulunurken de onu korumaya fevkalade hassasiyet göstermişimdir. Evet, bilmeyen bilmez. İşte bilmeyenler böyle ezbere konuşuyorlar ve bir gün kim bilir onların da pek çoğunun bu ezberi bozulacak, Allah'ın izni inayetiyle. O ülkede yine imtizac, mezc, te'lif ve terkip oluşacak Allah'ın inayetiyle. Herkes birbirini olduğu yerde kabullenecek, birbirine karşı saygılı olacak. Olacak.. o zaman onlar, bir şairimizin dediği gibi "Ettiklerine nadim olup ağlayacaklar."

İçimde kimseye karşı hınç taşımıyorum

Şimdi Hazreti Pir'in dediği gibi, o kötülük yapanlar, "bir an evvel derdest edilsin" falan diyenler, daha ilk günlerde "idam" diyenler... Hatta şunları da yazdılar; "Falan yerdeki teröristbaşı çıkarılsın da bu oraya konsun!.." Oraya zaten F tipi falan dediler, bütün bunlar hepsi söylendi. "Bunlar" bağışlayın, bir insan olmasa karşınızdaki belki şöyle demek icap eder: "Densizce ifadelerdi bunlar ve densiz insanların ifadeleriydi." Ama o da üslubumuza aykırı bir şey, onu da demeyelim.

Böyle diyenlere karşı ben Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in dediği gibi, Hazreti Pir'in dediği gibi, "Beni memleket memleket sürgüne gönderenlere hakkımı helal ediyorum, zindanlarda yer hazırlayanlara, idam sehpası hayal edenlere hakkımı helal ediyorum." Hak iddia etmeyeceğim.

Fakat bu işlerin içinde bir Allah hakkı varsa; ben zavallı, dinimden dolayı bunlara maruz kaldımsa, Efendimiz'in yolunda yürümeye, düşe kalka yürümeye çalıştığımdan dolayı bunlara maruz kaldımsa, din dedimse, Din-i Mübin-i İslam'ı gerçek çehresiyle aksettirmeye çalıştımsa; bundan dolayı da onlar bana takıldılarsa, orada Allah hakkı, Peygamber hakkı var, o beni aşar. O mevzuda bir şey diyemem. Yoksa kırk seneden beri aleyhimde yazı yazan insanlar bile mahkeme-yi kübrada karşıma çıksa "ben bir şey istemiyorum" derim Allah'a; şu anki ruh haletini koruyorsam "ben bir şey istemiyorum" derim. İçimde hınç taşımıyorum kimseye karşı.

Ama sevinenlere gelince; onlar da bir mü'mine karşı tavırlarından dolayı, onun bir şeyden böyle kurtulmasına seviniyorlarsa, Allah (celle celâluhu) o sevinçlerini, o sürurlarını devam ettirsin. Ve inşaallah tam sevineceğimiz bir günde tam sevindirsin Allah.

O mevzuda olumlu karar verenler de hakkaniyetin gereğini, adaletin gereğini yapmışlar, her şeye rağmen şu türlü söylentilere, bu türlü söylentilere, bir kısım böyle olumsuzluklar isnadına rağmen hak terazisinin hâlâ böyle dümdüz durması, doğru tartması meselesi Türkiye adına ümitlerimizi bir kere daha güçlendirmiştir bizim. O kadar tahribata rağmen, o kadar baskılara rağmen en azından medya yoluyla baskılara rağmen adaletin böyle tecelli etmesi Türkiye'de hâlâ hak adına, adalet adına hüküm verecek hâkimlerin bulunduğunu gösteriyor ve bu da Türkiye adına bizi ümitlendiriyor Allah'ın izni ve inayetiyle." www.herkul.org
Editör: TE Bilisim