Kaza ve kader inancı, İslam dininin temel inançlarından biridir.


Bu temel esasa; ‘Amentü billahi… ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teala…’’ ile vurgu yapılmaktadır. Kaza ve kader inancı bütün toplum kesimlerinin kafasını meşgul etmiştir. Çünkü kavranması ve açıklaması güç bir esastır.


Kadere iman demek, kader diye bir olgu olduğunu kabul etmek ve istikbalde insanın başına gelecek şeylerin bir yerlerde kayıtlı olduğunu bilmek ve kabul etmek ve bu yazılı olan şeylerin mutlaka başımıza geleceğini bilmek demektir. Ayrıca bütün bunlarında Vacibu’l Vücud olan Cenab-ı Hak tarafından takdir edilerek Levh-i Mahfuzda kayıt altına alındığını kabul etmek demektir. Çünkü Allah Teala ezelden ebede olmuş ve olacak şeyleri ilmi ilahisiyle bilmektedir.


Kader; Yüce Allah’ın (cc) kâinatta olacak her şeyi ezelde bilmesi ve bunları (levh-i mahfuz) bir kitapta toplamasıdır. Buna ilahi bir program da denilebilir.


Kaza; Yüce Allah’ın (cc) ezelde bildiklerinin yeri, zamanı ve sebebi birleştiği zaman meydana gelmesidir. İlahi programın gerçekleşmesidir.  


Yüce Allah (cc) ezeli ilmiyle, kâinatta olup biten her şeyi önceden bilir ve yazar. Bu Allah için çok kolaydır. Hâşâ bilemeyecek olsa o zaman ilah olmazdı. Yüce kitabımız Kur’an-ı kerim de konuyla ilgili birçok ayeti kerime mevcuttur.


 “Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir” (Bakara/255) buyurulurken, Hadid suresinde; “Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfuzda yazılmış] olmasın. Elbette bu, Allah’a kolaydır.” (Hadid/22) buyrulmuştur.


Kader ve kazaya iman netice itibariyle Allah Teala c.c. nın hükmüne boyun eğmek ve ona rıza göstermektir. Çünkü kader Allah’ın takdiridir. Cenab-ı Hakk’ın kulları hakkında, onları imtihan gayesiyle takdir etmiş olduğu şeydir. İnsanların Allah’ın takdirini tartışması insanlara bir yarar sağlamadığı gibi kafa karıştırmaktan öte gitmez.


Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde; ”(kulun) Allahın hükmüne rıza göstermesi, hayırlı olanı Allah’tan istemesi kişinin saadetindendir. Allah’ın hükmüne razı olmaması ve Allah’tan istemeyi terk etmesi de onun bedbahtlık ve şekâvet alametlerindendir” (Tirmizi, Kader, 15; Müsned-i Ahmed, 1:167) diye buyurmuşlardır. Ayrıca Hz. Ali, kaderin Allahın sırlarından bir sır olduğunu ifade etmektedir.


Kader Allah Teala’nın ezeli ilmi ile alakalı olan bir durumdur. Kader’e iman Allah Teala nın Âlim sıfatınıda kabul etmek demektir. Kader’i inkâr demek Allah’ın ezeli ilminide inkâr manasına gelmektedir. Çünkü Allah Teala nın her hangi bir şeyden habersiz olması muhaldir. Eğer böyle bir iddia ortaya atarsak Vacibu’l Vücud olan Cenab-ı Hakkın zatı ile alakalı bir nakıslık isnad etmiş oluruz. Nitekim kainatta Allahtan habersiz bir yaprak bile kımıldamaz, nitekim En’am / 59 da ‘’Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın. ‘’ ayetinde ifade edildiği üzere Cenab-ı Hak Âlim sıfatı ile muttasıftır ve ilmi haricinde cereyan eden ve edecek olan hiçbir şey yoktur.


Bazı bedbahtlar azgınlıklarını, işledikleri günahları hep kadere yükleyerek yanlış bir yola girmektedirler. Bu tipler için Hz. Ömer r.a. ın uygulaması çok ibretliktir.


Halife Ömer'in huzuruna bir hırsız getirdiler. Halife: — Niçin hırsızlık yaptın? Diye hırsıza sordu.
O: — Çaldıysam Allah'ın takdiridir. Allah benim çalmamı takdir etmiş ki çaldım, dedi.
Halife Hazreti Ömer (r.a.) bu sözleri söyleyen hırsıza iki ceza birden verdi: Hem elini kestirdi, hem de dayak attırdı. Hadiseye şahit olanlar niçin böyle yaptığını sordular.
>— Hırsızlık yaptığı için elini kestirdim, Allaha iftira ettiği için de dayak attırdım. İftira edenin hakkı dayaktır, buyurdu.


Bu hadise aslında bizlerin kadere bakış açımızın nasıl olması gerektiğini öğretmektedir.


İlahi takdir ve insan iradesi


Evet, insanların bir kısmı kaderi, Allah’ın kullarını, onlar için takdir ve tayin edilen kadere göre zorlaması şeklinde zannetmişlerdir. Eğer kaderi insan hakkında yazılıp çizilmiş bir hüküm olarak kabul edersek, Cenab-ı Hakk’ın insanlara lütfettiği cüz’î iradeyi, akıl, idrak ve ihtiyarı (tercih kabiliyet ve hakkını) inkâr etmiş ve ‘Cebriyye Fırkası’ gibi düşünerek Ehl-i Sünnet inancından uzaklaşmış oluruz.


Akıl, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, faydalıyı zararlıdan, hayrı şerden ayırma kudretidir. İdrak ise, iyiyi kötüye, güzeli çirkine, faydalıyı zararlıya, hayrı şerre tercih etme kabiliyetidir. O kudrete ve bu kabiliyete cüz’î irade adı verilmiştir. Ateş yakar, iğne batar. Akıl bunu böyle ayırt eder. Buna rağmen insan kendisini ateşe atarsa, yahut hatası sebebiyle iğneyi kendine batırırsa suç kimindir; ateş ya da iğnenin mi?! Elbette suç ne ateşte ne de iğnede; sadece insanda.


O halde kaderi, kulların kendi irade ve istekleriyle (cüz’î iradeleriyle) yaptıkları, işledikleri ve kendilerine mal ettikleri işleri, Allah Tealâ’nın daha önceden bilmesi ve o bilgisine göre takdir ve tayin etmesi ve bunları zamanı gelince kulun iradesi doğrultusunda yaratmasıdır.


İşte kişi, kendi istek ve iradesi ile yaptığı işlerden sorumludur. Kişinin özgürce iradesini ve tercih hakkını kullanması ise, kendisine sorumluluk ve sonuçlarına katlanma yükümlülüğü getirmektedir. Bunu daha iyi anlayabilmek için, kader hakkında şüphesi olan herkesin sorduğu bir soru üzerinden gidersek: “Madem insanın işleyeceği günahlar, sevaplar, Cennetlik mi Cehennemlik mi olduğu kaderinde yazılıdır, o halde insan yaptıklarından neden sorumlu oluyor? Davranışlarında hür olduğundan nasıl bahsedilebiliyor?”


Yaptığımız ve yapacak olduğumuz her şey kaderimizde vardır. Ama bu durum bizi zorlayıcı, irademizi yönlendirici değildir. “Allah her şeyi bilendir.” (Mücadele, 7) ayetinde belirtildiği gibi Allah’ın geçmişi ve geleceği bilmesiyle yani ilm-i ilahi ile alâkalıdır. Biz daha yaratılmadan, her şeyin ilmine vâkıf olan Rabbimiz hayatımızı en ince ayrıntısına kadar bilmektedir. Ama bunun biliniyor olması irademizin olmadığı anlamına gelmemektedir. Allah ezelî ilmiyle tercihimizi hangi yönde kullanacağımızı bilir ve kaderimizi ona göre yazar. Bunu yazması ve bilmesi müdahale etmesi manasına gelmez. Tabiri caizse Allah, ihtiyarî kaderle ilgili meseleleri, “Şöyle şöyle olacaktır.” diye yazmıştır, “Şöyle şöyle olsun!” diye değil.


Kaderi tartışmaktan sakınmak


Kader bilgi ve kültür seviyesi ne olursa olsun, insanların tam olarak kavrayıp tartışabilecekleri bir konu değildir. Kaderin gereği gibi anlaşılıp idrak edilemeyeceğini çok iyi bilen Peygamber Efendimiz s.a.v. de, konunun tartışılmasını açık ve kesin bir dille yasaklamıştır. Şöyle ki:


Bir gün kader konusunu tartışmakta olan arkadaşlarını gören Peygamber Efendimiz s.a.v., onlara şöyle çıkışmıştır:“Siz bununla mı emrolundunuz, yoksa ben size bunun için mi gönderildim? Sizden öncekiler bu konuda tartışmaya başladıkları zaman helâk oldular. Bir daha sakın ola ki bu konuda tartışmayasınız.” (Tirmizî, Kader, 1)


Netice itibariyle, kadere iman insan için en büyük huzur kaynağıdır. Bir rivayette Efendimiz (s.a.v.) “Kadere inanan, kederden kurtulur” diye buyurmuşlardır.


Muhittin ERDİL
K. Maraş Müftülüğü Cezaevi Vaizi