Geçenlerde Hüseyin Gülerce Zaman gazetesindeki köşesinde ‘Endişeler, cemaat ve cevap’ başlıklı oldukça ilginç bir yazı kaleme aldı.

Yazısında Sayın Gülerce ‘Gülen hareketi’ hakkında öz eleştiri bağlamında bir soru sordu; ‘bu hareket dünyanın dört bir tarafında makul ve makbul bulunurken, kendi ülkemizde hâlâ tasvip etmeyenler çıkıyorsa, kendimizi sorgulamamız lazım. Hangi kusurlarımızdan dolayı yanlış anlaşılıyoruz, yanlış algılanıyoruz, buna bakmamız lazım’

Bence de önemli bir soru bu. Algılamada bir yanlışlık var ise bu problemin masaya yatırılması elbette gerekli. Algıların gerçek olarak telakki edildiği bir dünyada yaşıyoruz çünkü.

Peki, bu hareket kendini anlatmakta elinden geleni bu güne kadar yapmış mıdır? Bu soruya tamamıyla olmasa da büyük oranda yapmıştır diyebilirim. Anlatımda elbette eksikler vardır, tavır, davranış ve ifadelerde kuşku uyandıracak, hassasiyetleri tahrik edecek şeyler de olmuş olabilir.

Türkiye gibi hassasiyetlerin alabildiğine kaşındığı, her türlü provoke eylemlere açık, psikolojik harp uzmanlarının bol olduğu bir ülkede yaptığınız her harekete, her icraata dikkat etmek zorundasınız. Bu yaptığım iş en kötü ihtimalle nasıl algılanır diye düşünmek ve ona göre hareket etmeye mecbursunuz. Bu sağlıklı bir durum mudur? Elbette ki hayır.

Ama unutmayalım ki toplumumuzda karşılıklı güvensizliğin getirdiği hastalıklı bir zeminin varlığı söz konusu.

Peki, bu karşılıklı güvensizliği nasıl çözeceğiz?

Her iki tarafa da bu konuda ciddi görevler düşüyor. Yani Hizmet hareketine gönül vermişlere ve bu hareket hakkında endişe duyanlara.

Anlamaya çalışmak zannediyorum işin püf noktası. Ama önyargısız olarak.

Hizmet hareketine şöyle bir geriye çekilip sakin bir bakmaya çalışalım.

Bu hareketin temelde iki tarafı var. Biri Sayın Fethullah Gülen, diğeri ise gönül verenler.

Her demokratik ülkede olduğu gibi ‘suç olmamak kaydı ile’ herkes düşüncelerini özgürce ifade edebilir. Sayın Fethullah Gülen’in de yapığı bundan ibarettir. Düşüncelerini dünyanın en şeffaf yeri olan cami kürsülerinde ifade etmiştir. Düşüncelerinde suç unsuru hiç bir şeyin olmadığı da mahkeme kararları ile nettir. Yargıtay ceza kurulu oy birliği ile suçsuzluğunu onaylamıştır.

Bu, olayın Sayın Fethullah Gülen’e bakan yönüdür. Bir diğer yönü de onun düşüncelerinin takipçileridir.

Gene her demokratik ülkede olduğu gibi insanlar hiçbir zorlama olmadan, tamamen kendi iradeleri ile istedikleri kişiyi sevip sayabilirler ve istedikleri kişilerin fikirlerini hayatlarına rehber yapabilirler. Bu da gayet normaldir.

Kimsenin ne Sayın Fethullah Gülen’e niye fikirlerini açıklıyorsun diye sormaya, ne de kendisini seven ve sayanlara neden bu zatın fikirlerini kabul ediyorsunuz diye suçlamaya hakkı yoktur.

Suç olmayan fikirleri hayatına rehber yapanların da her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi devletin her kademesinde görev yapmaya hakları vardır. Aynı zamanda okul açmaya da, yurt açmaya da, öğrencilere burs vermeye de hakları olduğu gibi. Üstelik devletten beş kuruş para talep etmeden, kendi ceplerinden harcayarak.

Fikirler özgürce ifade edilir, dileyen kabul eder dileyen etmez. Sayın Gülen’in fikirlerine katılmaya bilirsiniz. Ama ne o zatı ne de bu harekete gönül verenleri karalamaya hakkınız yoktur.

Fikirler demokratik bir ortamda özgürce mücadele etmelidir. Siz de bir fikir ortaya atarsınız insanlar beğenirse peşinizden giderler.

Bel altı vurmak, iftiralar atmak medeni insanlara yakışmaz.

Bu yazıya ve üslubuma yakışmayacak ama ısrarla anlamaya çalışmayıp iftiralar atanlara, bel altı vuranlara, ön yargılarının esiri olanlara verilecek cevap onların seviyesinde olması lazımdır.

Ben de yazımı o seviyede bitirmiş olayım.

Kıskanma ne olur çalış senin de olur.



Erkam Tufan Aytav
Haber 7

[email protected]

Editör: TE Bilisim