MUSTAFA ERDOĞAN Prens Sabahattin’den sonra bu topraklara gelmiş en sıkı liberal olan Mustafa Erdoğan’ın, geçmişte "Süleymancı" olduğuna yönelik dedikoduya hiç aldırmadan AKP’ye karşı acayip "komplekssiz" olduğunu söyleyebilirim...

Mustafa Erdoğan öyle bir liberaldir ki, eğer "serbesti" açısından AKP’nin yanında durması gerekiyorsa, hiç gocunmadan AKP ile arasındaki bütün mesafeyi kaldırır... Yani taktiksiz bir liberaldir Erdoğan...

AHMET İNSEL "Sosyalist sol"un saygın ismi Ahmet İnsel, adının AKP ile aynı hizaya yazılmasından mustariptir... Ama aynı Ahmet İnsel, adının CHP ile aynı hizaya yazılmasını da istemez... Bu nedenle onun AKP’ye yönelik eleştirileri, "Bir sosyalist solcu AKP’ye hangi yönden çakmalıdır?" dersi gibidir. Kısacası İnsel’in tutumu için, "Ne AKP’ye tam teslim olurum, ne de CHP’nin peşinden giderim" şeklinde özetlenebilir...

ÖMER LAÇİNER O da "sosyalist sol"dadır... Ama kişilik olarak "delikanlı" tutuma daha yatkındır... Mesela türban konusunda, "Üniversite kapısında bir kızın başını açmaya kalkışsalar, bunu yapanlara müdahale ederim. O kız başını açıp girmeye kalksa ona da ’Hayır, açma’ derim" diyecek kadar duygusaldır... AKP ile kapışmaktansa CHP ile kapışmayı, hatta liberallerle hesaplaşmayı ideolojik duruşuna daha uygun bulur...

ATİLLA YAYLA Mustafa Erdoğan katışıksız liberal ise, Atilla Yayla "radikal liberal"dir... "Biz liberaller" diye konuşmaya bayılır... Liberal düşüncenin nimetlerini anlatmayı pek sever... Liberal bir vaizdir o... Cumhuriyet’i liberal perspektiften didiklemeyi ihmal etmez... Tehlikeli sularda gezmeye bayılır... Peki böyle bir liberalin, AKP gibi bir partiyi kayıtsız şartsız destekleyeceğini düşünebilir miyiz? Bence düşünmesek daha iyi ederiz.

CENGİZ AKTAR Her meseleye Avrupa Birliği perspektifinden bakar... AKP, Avrupa Birliği’ne asılıyor mu? Cengiz Aktar, heyecanlı bir AKP taraftarı olmaktan zerre kadar kaçınmaz... AKP, Avrupa Birliği’ni boşladı mı? Cengiz Aktar, işte o zaman en hızlı AKP karşıtı olabilir... Kısacası onun için "ölçü" bellidir: Kim ki AB’den yanadır, Cengiz Aktar onunla mesafesizdir...

MEHMET BARLAS Sanırım artık işin keyfini sürmek istiyor... Eskiden olduğu gibi "onun yanında / bunun karşısında" bir duruş sergilemektense, "herkese eşit mesafede olmak" gibi harika bir pozisyona iyice alışmış gibi... Kafasına göre takılıyor yani... Bazen AKP’ye çakıyor, bazen de CHP’ye... Bir angajman söz konusu değil... Evinde verdiği davetlerin baş konuğu ne Abdullah Gül’dür, ne de Tayyip Erdoğan... Evinde Çetin Altan ile İlhan Selçuk’u buluşturuyor ve sanırım bundan büyük keyif çıkarıyor... Kısacası o artık "eski" Mehmet Barlas değildir.

CÜNEYT ÜLSEVER Recai Kutan, Fazilet Partisi Genel Başkanı iken, onun bir köşe yazısından alıntı yapmıştı... Kutan, o konuşma nedeniyle Genelkurmay’dan "muhtıra" alınca, inanılmaz bir şey yapmış ve çıkıp "O fikirler benim fikrim değildi... Ben Cüneyt Ülsever’den alıntı yapmıştım" demişti... İşte bu tarihe geçen "satış", Ülsever’i sersemletti... Haklarını savundukları tarafından resmen satılmıştı... Ülsever, işte o gün bugündür "haklarını savundukları"na karşı mesafesini artırdı...

ALİ BAYRAMOĞLU AKP’ye yakın bir gazetede yazmasına karşın AKP’ye teslim olduğunu söyleyemeyiz... Anımsayalım: Cemil Çiçek’e karşı en sert yazıları o yazdı... 301 meselesini her daim gündemde tuttu... Hrant’ın davasının peşinden gitti... Ama onun talihsizliği AKP’ye yakın bir gazetede yazmasıdır... Bu durumun doğurduğu imaj nedeniyle aradaki mesafe fark edilemiyor... Ve kendisine haksızlık yapılıyor...

CENGİZ ÇANDAR Bazen gündem o hale gelir ki, Cengiz Çandar, o coşkulu üslubuyla AKP’ye destansı destekler sunar... Ama bazen de gündem o hale gelir ki, aynı Cengiz Çandar, aynı coşkulu üslubuyla AKP’yi destansı vuruşlarla hırpalar... Cengiz Çandar’ın ayırt edici özelliği galiba şurada gizlidir: Çakarken de coşkuludur, överken de!

MURAT BELGE Bence artık Murat Belge’nin, gündelik siyaset açısından tutumuna bakmamız gerekir... Çünkü o artık git gide daha "bilge" bir pozisyona geçmiştir... Hep bilgece yaklaşır olaylara... Yaklaşım tarzı AKP’nin işine yarıyormuş, yaramıyormuş, umurunda bile değildir... Ve işin daha dikkat çeken tarafı şudur: Bunu yaparken, "Bakın ben her tarafa eşit mesafedeyim" imajını vermeye zerre kadar tenezzül etmemesidir...

VAKİT Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı makamından bir telefon aldı... Cumhurbaşkanlığı yetkilisi, "Sayın Vakit Temsilcisi! Sayın Cumhurbaşkanımız Katar’a yapacakları resmi ziyarette sizin de bulunmanızı çok arzu ederler... Uçağımıza bekliyoruz efendim" dedi... Bu çağrıyı tatlı bir telaşla karşılayan Vakit Temsilcisi, devletin en üst makamından gelen davete icabet etti...

Peki bu ne demektir?

Abdullah Gül, Vakit’i uçağında ağırlayarak topluma hangi mesajı vermektedir?

Sağa sola hakaret eden, insanların resimlerinin üzerine çarpı atan, bazı meczupları etkileme gücüne sahip olan, tazminat davalarından yırtmak için hukuka karşı hile yapan, alenen ırkçılık yapmaktan çekinmeyen, memleketin kamplara bölündüğü anda satışını artıran, Yahudi düşmanlığı yapan...

Bu yayın organının temsilcisini uçağında ağırlayan Abdullah Gül, "Aslan Vakit! Devam et" mi demek istemektedir?

Yoksa "Ben çok tarafsızım" imajını mı vermek istemektedir? Eğer böyleyse mesela neden "Gündem" Gazetesi’ni uçağına davet etmediğini açıklayabilir mi?

Baykal, Fethullah Hoca’dan mı etkilendi?

CHP Lideri Deniz Baykal, dün partisinin grup toplantısında "Başörtüsü İslam’da olmazsa olmaz değildir" demişti...

Aslında aynı açıklamayı yıllar önce Fethullah Gülen de yapmıştı...

İslami çevrelerde çok tartışılan açıklamasında Hoca, "Başörtüsü furuattır" demişti...

"Furuat"tan kasıt şudur: "Dinin öncelikli meselesi değildir."

Bense şunu merak ediyorum: Baykal, Hoca’nın bu görüşünden ne kadar etkilendi?

Ahmet HAKAN
[email protected]




Editör: TE Bilisim