Sevgili okurlar; bu hafta askerin düştüğü-düşürüldüğü çok acıklı durumla ilgili duygu ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü bir taraftan terör saldırıları, şehit olan yiğitlerimiz, diğer yandan beceriksizlikler ve akılalmaz gelişmeler benim olduğu kadar sanıyorum sizlerin de yüreğini daraltıyordur. Konuya “Islak imza” olayı ile başlamak istiyorum.

Hiçbir açıklama yok
Perşembe günü “ıslak imza” olarak bilinen Deniz Albay Dursun Çiçek’in yargılandığı “AKP’yi ve Gülen’i bitirme operasyonu” ile ilgili olarak askeri savcılığın hazırladığı iddianame üzerine Genelkurmay’dan bir açıklama yapılıp yapılmayacağını merak ettiğimi yazmıştım. Şu ana kadar hiçbir açıklama yapılmadı. O halde askeri savcılığın iddianamesini doğru kabul etmek durumundayız ki, bu bir faciadır.

Çok kısa bir özet
Yazının bundan sonrasını toparlamak amacıyla ıslak imza konusunda çok kısa bir özet yapmak istiyorum. İddiaya göre Albay Çiçek bir irtica ile mücadele eylem planı hazırlamış, iktidarın düşmesini ve Fethullah Gülen hareketinin bitirilmesini sağlamak için bir dizi eylem yapılacağını kayda geçirmişti. Bu iddia kimliği belirsiz bir subayın ihbar mektubuyla ortaya atılmıştı.

Sürekli inkâr edildi
Adı geçen subay sürekli inkâr halinde, böyle bir planın hazırlanmadığını, ayrıca belgedeki imzanın da kendisinin olmadığını söylemişti. Genelkurmay Başkanı da belgenin bir kâğıt parçası olduğunu belirtmişti. Buna rağmen savcılık dava açmış, birkaç denemeden sonra baskın çıkarak Albay’ı tutuklamayı da başarmıştı. Tam mahkemenin başladığı günün ertesinde askeri savcılık şok bir iddianame açıkladı.

İnanılmaz bir iddianame
Askeri iddianameye göre aslında Albay böyle bir belge hazırlamıştı. Çünkü Albay Çiçek amiral olmak için bekliyordu, ama bu gerçekleşmedi. Bunun üzerine ordudan intikam almak isteyen Albay böyle hayali bir plan yazdı, altına imzasını attı. Yetinmeyip bunu gerçekmiş gibi basına sızdırdı. Böylelikle kendisini amiral yapmayan üstlerinin başını derde sokacak ve orduyu perişan edecekti.

Biraz akıl biraz izan
Şimdi gelelim konumuza. Çünkü bu noktadan itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve tepe noktalarının nasıl bir acz içinde olduklarını ibretle görmeye başlıyoruz. Biraz akıl ve izandan nasibini almış herkes, böyle bir iddianamenin garipliğini fark edecektir. Konu tam bir yıldır kamuoyunda tartışılıyor. Aradan bir yılı aşkın süre geçiyor ve nihayet ordumuz uyanıyor ve gerçeği açıklıyor! Öyle mi? Bu millet bu kadar aptal yerine konabilir mi?

Basit bir araştırma
Ordunun başındaki kişi ısrarla “hukuka ne kadar bağlı olduklarını” ve “yargıya asla müdahale etmeyeceklerini” anlatıyor biteviye. Hukuka bağlı olmak farklı, orduyu yakından ilgilendiren bir konuda araştırma yapmak ve hızla sonuca gitmek farklıdır. Söz konusu Albay, Genelkurmay’da görevlidir. Haber basına yansıdığı an çağırırsın Albay’ı yanına, sorarsın ve o dakika öğrenirsin gerçeği. Bilemedin 10 gün içinde tüm gerçek ortaya çıkar. Ama bir yıl sonra böyle bir açıklama yaparsan sadece kendine güldürürsün.

Yeni tür adam yeme
Bu tür gelişmeler aslında yeni değil. Tarih boyunca, gücü daha iyi kullananlar, bunun devamını sağlamak için adam kellesi almışlardır. Belli ki bu olayda işin ucu sonuçta kimi halen görevde olan kimi emekli olmuş çok önemli isimlere doğru gidecekti. Akla ve mantığa uysun uymasın, işin içinden sıyrılmak için gözleri başka tarafa çevirirsin, birilerini harcarsın ve kurtulursun. Peki vicdanlardan kurtulmak mümkün mü?

Biri bitmeden yenisi
Dursun Çiçek olayını burada keseyim, çünkü onun şokunu atlatamadan bir başkası ile karşı karşıya kaldık. Yeni iddia şu: Bazı subaylar PKK’ya karşı yapılan operasyonların durdurulması için çaba harcamışlar. PKK’lı teröristlerin harekete geçtiğini saptayan insansız uçakların (Heron) düşürülmesini istemişler. MİT konuşmaları dinlemiş ve Genelkurmay’a, Başbakanlığa, Savunma Bakanlığı’na iletmiş.

“İçimizdeki hainler”
Olay AKP’li ve yandaş medya tarafından “İçimizdeki hainler” olarak sunuluyor. İşin aslını yapılan haberlerden anlamak pek kolay değil. Subayların “adamlarımız” diye söz ettikleri PKK’lılar mı yoksa “aralarına sızdırılmış” istihbaratçılar mı? Ben ikincisinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü ne olursa olsun ordu içinde PKK’ya destek veren bir subay deşifre olursa, onu koruyacak kimse olamaz.

Başka bir savaş mı?
Bu olayda üzerinde durulmayan bir nokta var. Anlıyoruz ki, MİT askeri yakın takibe almış ve bunu raporluyor. Bu askeri çok rahatsız eder. Asker kendi içinde soruşturma açmış, ama nasıl sonuçlandığını bilmiyoruz, çünkü istihbarat MİT’ten geldi diye oraya cevap vermek zorunda değiller. Peki Savunma Bakanlığı ne yapmış? Onu da bilmiyoruz ama konuyu basına sızdırdığı yolunda şüphem var.

Bakan’ın garip açıklaması
Bu kanıya şuradan varıyorum: Savunma Bakanı belli ki konuyu biliyor. Diyor ki “Durum faciadır. Ama şimdi soruşturma tamamlandı, yargıya müdahale etmeyelim.” Bu “yargıya müdahale etmeyelim” söylemi beni hep huylandırıyor. Çünkü “iddia” de, olmayacak şeyleri kamuoyuna aktar, ondan sonra “Ne yapalım yargıyı bekliyoruz” bahanesinin arkasına sığın. Bu arada koca ordumuz yıpranmış, paralanmış kimin umurunda.

Ve başka sorular
Doğal olarak bu tür olaylarda asıl suçlu olarak Genelkurmay’ı görüyorum. Hiçbir konuda tatmin edici ya da “akla mantığa uygun” bir açıklama yapmıyorlar. Günlerdir Türkiye sevgisizleri “Ordudaki PKK hainleri” yayınları yapıyor, tıs çıkmıyor. Sadece bu mu, daha ne sorulara cevap vermiyorlar. Ne amaçlıyorlar, nereye varacaklarını düşünüyorlar, insanın aklı almıyor.

PKK’ya dokunulmuyor mu?
Örneğin yine çok yayılan bir iddia var. PKK’lı teröristler, askeri birliklerimizin gözü önünde operasyonlara gidiyorlarmış. Ama “emir gelmediği” gerekçesiyle bunlara müdahale edilmiyormuş. Bunları anlatanlar bizzat şu anda askerde olanlar ya da yeni terhis olanlar. Bu iddialara inananların sayısını kimse azımsamasın. Analar babalar bunları duydukça oğullarını askere göndermemek için ellerinden geleni yapıyor.

Apo’ya izin mi verildi?
Şu sıralarda 2004 yılında ortaya atılan bir iddia daha konuşuluyor. Hulki Cevizoğlu, Ceviz Kabuğu programını Flaş TV’de yaparken, gecenin 03.30’unda bağlanan ve subay olduğunu söyleyen biri “Hava Kuvvetleri’nde görevliyim Suriye’den kalkan ve Türk hava sahasını geçen bir uçağın içinde Abdullah Öcalan’ın olduğu yolunda istihbarat aldık. Durumu merkeze bildirdik ama kimse bir şey yapmadı” demişti.

Bu ülkeyi sevenler
Sonuçta gelmek istediğim bir nokta var. Ne Ergenekon’un, ne darbelerin ne de askeri vesayetin asla yanında olmayan, demokrasi ve hukuk için mücadele eden, aralarında benim de olduğum pek çok kişi, eleştiri ve hakaretleri de göğüsleyerek askerin yıpratılmasına karşı çıkmaya çabalıyor. Çünkü askerin yıpratılmasının asıl amacının ne olduğunu biliyoruz. Ki bundan sonra da askere rağmen, bu yıpratılmaya karşı çıkacağım.

Büyük hayal kırıklığı
Oysa Genelkurmay, öyle bir tavır içinde ki, demokrasi ve hukuka gönülden bağlı olanların da ellerini kollarını bağlıyor. Daha da ötesi, bu ülkenin gerçek vatanseverlerinin darbeci, postal yalayıcı, statükocu gibi algılanmalarına çanak tutuyor. İnsanın içine “Eski ve yeni bazı komutanlar kendi çıkarlarını Türkiye’nin çıkarlarının önünde tutuyor” hissini yerleştiriyorlar. Bu çok kötü bir duygu.

Benim güvenim yok
Bu açıdan bakınca; en aşağılık iddialara bile mantıklı, akılcı ve tatmin edici hiçbir açıklama getiremeyen, günü basit şovlarla geçiştirmeye çalışan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tepe noktasına güvenim neredeyse hiç kalmadı. Gözlediğim kadarıyla kamuoyunun büyük bölümünde de bu hayal kırıklığı yaşanıyor. Bu ülkeye yazık değil mi?

Hepinize (olabiliyorsa) iyi haftalar dilerim...

Can ATAKLI
VATAN