BELEDİYE Başkan Yardımcısı Cevdet Kabakçı Hocayı eğitimcilik yaptığı yıllardan beri tanırız. Mesleği gereği olmanın ötesinde kendisini eğitime, sanata, kültüre ve tarihe adamıştır.


Özellikle başkan yardımcılığı döneminde “kültürel yayınlar” ve “kent kimliği” oluşturma anlamında yaptığı hizmetler çok önemlidir. Yaptığı hizmetlere attığı imzaların reklamını yapmayacak kadar da mütevazı bir yapıya sahip. Doğrusu Kahramanmaraş Belediye Başkan Yardımcılığı gibi bir görevde böyle bir ismin olması kent adına şans diye düşünüyorum.


Kabakçı Hoca geçtiğimiz hafta Üniversitede yapılan “1. Ulusal Akdeniz Orman ve Çevre Sempozyumu”na katılarak inanılmaz güzel bir konuşma yaptı. Hocanın yaptığı konuşmanın daha çok “kaybettiğimiz kent değerleri” üzerine sarfettiği bölümü, kentin yetkili yetkisiz bütün insanlarının üzerinde düşünmesi gereken önemli bir ayrıntıdır.


Diyor ki Cevdet Hoca; “…Kahramanmaraş tek başına Britanya adasından daha fazla sayıda bitki çeşidine sahip Fauno zenginliğinden bu flora zenginliğinden geri değildir. Günümüz su mimarisinin en muhteşem örneklerini bir gerdanlık gibi boynunun süslediği Ceyhan nehri ve kolları hayat verir şehrimiz topraklarına. Kahramanmaraş doğa tutkunları için eşi bulunmaz bir destinasyon olmaya adaydır. Kahramanmaraş’ın doğal güzelliklerine ve saklı zenginliğini tanımak ve tanıtmak durumundayız. Yeşil bir çevre ve temiz bir Kahramanmaraş için el ele vermeyiz. Biz doğayı korudukça doğada bizi korur…”


Peki kaçımız bunun farkındayız ya da hangi siyasetçimiz, bürokratımız ya da STK’mız bu konuya kafa yormuştur?


Dikkat edin, bu satırları okuyan sizlerde dahil hemen hepimiz kaybettiğimiz değerlerimize üzülür, dizlerimize vururuz ama nafile giden gitmiştir.


Hemen hepimizde değerlerimizi, değer verdiklerimizi, bize özgü özellerimizi hep kaybettikten sonra “değer” olduğunu anlayabiliyoruz.


Bu gerçek, canlı cansız her şey için geçerlidir.


Mesela farkında mısınız kent olarak ne değerlerimizi “acı bir şekilde” kaybetmişiz.


Aslında kaybetmekten öte “hunharca” katletmişiz!


Değerleri yaşatmak için koruyup kollayacağımıza, günahın hem de kralını işlemişiz elele vererek.


Ecdadımızın emanetini koruyamamış, gelecek nesillerin yani çocuklarımızın da hakkını yemişiz.


İşte tam da Kabakçı Hoca’nın anlattığı şu anekdot “hak yeme” konusunda kulaklara küpe olacak cinstendir!


Karaların ve denizlerin hâkimi Kanuni Sultan Süleyman aynı zamanda “Mubibbî”mahlasını kullanan büyük bir şairdi. Topkapı Sarayında ağaçları karınca talar (bürür) Bu ağaçları kireçlerse karınca zarar görecek şeyhülislam Ebussuud Efendiye bir tezkiye yazar ve konuyu sorar:


Dırahtı sarmış olsa, eğer karınca;


Zarar var mı karıncayı kırınca.


Şeyhülislam aynı yolda cevap verir:


Yarın divanına (mahşer), Halkın varınca


Süleyman’dan alır hakkın karınca.”


Maraş’ın Sümbülleri ve Padişah’ın Fermanı


CEVDET Kabakçı Hoca’nın bu konuşmasının ardından kendisini belediyedeki makamında ziyaret ederek özellikle “Padişah Fermanı” konusunu yeniden sordum.


Kabakçı Hoca, özellikle benimde yıllardır her fırsatta yazarak gündeme getirdiğim, Kahramanmaraş’a bir “kent kimliği” kazandırma yönünde de bir takım çalışmalar yapıyormuş.


Hanefi Mahçiçek’in başkanlığı döneminde bu konuda oldukça ciddi baskılar yaparak, Kahramanmaraş’ı Akdenizli bir kent kimliğine kavuşturmak için önce kentin palmiye ağaçları ile donatılması gerektiği mücadelesini vermiş ve önemli ölçüde de başarılı olmuştum.


Öğrendik ki, Cevdet Hocada “mükemmel ötesi” denecek bir çalışmaya hazırlanıyormuş. Bizim jenerasyonumuz iyi hatırlarlar. Çocukluğumuzda başta Ahırdağ olmak üzere hemen her yerde sümbüller yetişirdi ve daha Türkiye çiçekçiliği tanımazken, sümbülcülük Kahramanmaraş’ta bir sektör olmuştu. Mevsimi geldiğinde kentin her tarafında buketler halinde tepsiler içinde sümbül satılırdı.


Adeta kentimizin simgesi haline gelen bu sümbüllerimiz şimdi nerede?


Kabakçı Hoca’nın bu konuda anlattığı konu “kaybettiğimiz” bir değerimizin aslında Osmanlı döneminde bile kenti ne kadar önemli hale getirdiğinin bir kanıtı olsa gerek.


Dönem III. Murad Dönemi. Tarih (Fi 26 Muharrem 1001) Maraş’tan Padişah Fermanı ile Sümbül soğanı istenir.


Saray Bahçelerine Maraş’tan Sümbül soğanı getirilmesine dair hüküm:


“Bostancı Başına gönderile…


Bu hattı humayun…


Maraş beglerbeğisine hüküm ki, Hâlâ Hassa bağcelerde sümbül soğanı kalmayup Vilayeti Maraş’da olan yaylalar ve dağlar sümbül yerleri olmağın elli bin dane ak sümbül ve elli bin dahi gök sümbül soğanı cem oluhup muaccelen gönderilmesi lazım olmağın buyurdum ki.


Vardukda ol diyorda şükûfe ahvalin bilür kimesneleri yetürdüb tenbih edüp ve yanlarına mütemed âdemler koşub tayin olunan mikdarı sünbül soğanın muaccelen cem edüb dahi emr-i şerifimle varan âdeme teslim edüp südde-i saadetime irsal eyleyesün ve ne mikdar soğan teslim olunursa yazub bilderesün ki getiren kimesneden ana göre taleb oluna.


Husus-ı mezhur mühimdir ihmal ve müsamaha etmeyüb ikdam ve ihtimam üzere olasın.”


Şimdi Kabakçı Hocanın hedefi bu sümbüllerimizi yeniden yeşerterek kentin parkına, bahçesine yol refüjlerine dikmek ve kaybettiğimiz bir değerimizi daha ortaya çıkartmak.


Kabakçı Hocanın çığlığı


FARKINDAYIM yazımız uzadıkça uzadı ama Kabakçı Hocanın adeta “çığlık” gibi şu son sözlerini yazmazsak konuyu bütünlememiş oluruz:


“Bizler çocukken sulak alanlar olur Nergizlik ve Sümbüllüklere giderdik. Ama artık ne Nergizliğimiz, ne Sümbüllüğümüz var. Verin bize sulak alanlarımızı geri verin. Kumaşır ve Çakallı köyleri, Gâvur gölü gibi.


Fuzuli Mecnun ile Leyla’nın hikâyesinde. Çölde ki Ahu gözlü ceylanın avcının tuzağına yakalanmasına çok üzülür. Mecnun avcıdan ahu gözlü ceylanı bırakmasını ister. Kendini onun yerine esir almasını ister. Ona saatlerce dil döktü gözyaşı döktü. Çölü gözyaşı ile suladı. Bütün varının vererek Ahu gözlü Ceylanı ve yavrularını avcının elinden kurtarır. Bizde verin bize Ceylanlarımızı diyoruz.


Kahramanmaraş mutfağının olmasa olmazı ekşi tadımız Somağı korumalıyız.


Kahramanmaraş dondurmasının doğal katkı maddesi sahlep, orkidenin yumrusudur. Orkidelerimizi sorumsuz bir şekilde yok ediliyor.


Yine kınalı Kekliklerimizi, üretimini çoğaltıp doğaya salınımına devam etmeli.


Turaç ve Turnalarımızı yeniden sulak alanlar oluşturarak çağırmalıyız.


Türkülerimizde yer eden;


Turnam nerden gelirsin


Aslı Maraş’tan


Kanadın ıslanmış


Yağmurdan yaştan…


Çevreyi korumak, çevreyi tanımak ve öğrenmekle olur. Uygarlık, insanın doğa ile uyum içinde yaşamasıdır.”


 


POLİTİKA CADDESİ
YENER ATLI

[email protected]