Referans / Yiğit Bulut / 11.12.2006

Bazı köşe yazarlarımızdan son iki gün içinde özellikle Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın “bizde basından öğrendik” sözlerine tepki geldi. Kimileri “hiç şık olmadı” ile yetindi, kimileri ise eleştirileri daha da ileri götürerek “AB projesine karşı olan TSK” noktasına kadar vardılar.

Bu satırları yazan değerli köşe yazarı dostlarım, size hatırlatmak isterim ki; atılan “aşırı” bir adım sonrasında “ne oluyor” diye çıkış yaptığı için eleştirdiğiniz kişi, özellikle içine girdiğimiz yeni dönemde daha faza ihtiyacımız olan kurumun, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) “tepesindeki” komutandır. Kimsenin haberi olmadan “Devlet politikasından” sapma olduğunda da “dur” diyebilme yetkisine de herkesten çok, Türk Milleti adına haizdir.

Değerli dostlar, bu noktada yeni bir soru soralım; son dönemde, özellikle 1997 sonrası, daha da önemlisi ABD’nin Orta Doğu’ya yerleşme “çabasının” ortaya dökülüp adının Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) konulması sonrası, sizce TSK; bazı çevreler tarafından, içeride ve dışarıda neden süratle yıpratılmaya çalışılıyor?



İlk algılayan yapı TSK
Cevabı vermeden birkaç detayı aktarmak istiyorum:

1- Bill Clinton Mayıs 1997’de “Yeni bir Yüzyıl için Ulusal Güvenlik Stratejisi” adı verilen belgeyi imzaladı. Belgenin özü ABD çıkarlarına dayanan ekonomik milliyetçiliğin,gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınması üzerine bina edilmişti. Aynı belgede Türkiye ve bulunduğumuz bölge ile ilgili şu cümleler yar aldı; “...200 milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesi (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır. Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, ABD’nin yaşamsal çıkarlarından biridir.”

2- Bölgedeki dinamiklerin ve ABD’nin tavrının değiştiğini düşünen Türk Genelkurmay’ı, 1997 yılında Milli Askeri Strateji Konsepti'ni (MASK) değiştirdi ve “aktif güvenlik politikası, bölgenin bağımsızlığı, TSK’nın modernize edilerek bağımlı olduğu noktaların süratle tespit ve iyileştirilmesi” gibi dinamiklere farklı bakmaya başladı. Bu değişim aslında “Orta Doğu’da yerleşme” derdini yavaş yavaş ortaya döken ABD’nin en yapmak istediğini “ilk algılayan yapı” olma özelliğinden kaynaklanıyordu.

3- MASK’ın değişmesi ABD’yi herkesten fazla rahatsız etti. 1997-2000 arasında yaşananlar ve daha da ortaya dökülen ABD amaçları, 2000 yılında ABD Hava Harp akademisi Türkiye masası şefi Albay Hitckok’un hazırladığı raporla iyice gün yüzüne çıktı. ABD, kendi yapmak istediklerine karşılık, TSK’nın “bölgede barışçıl merkezli bir yapıya sıcak bakmasından ve kararların Brüksel veya Washington yerine Ankara’dan alınmasından” ciddi anlamda rahatsız olmuştu. Ayrıca MASK’ın ABD’ye danışmadan değiştirilmesi “eleştiriliyor” ve aynen şu ifade kullanılıyordu; “Türkiye’nin bölgede bağımsız bir güvenlik faktörü olarak güçlenmesi ve artan askeri gücü, bölgedeki istikrarsızlığı arttırmaktadır.”

4- Aynı dönemde yazılan sorgulamaya yönelik ABD makamlarının raporlarında “Türkiye’nin 2015 yılına kadar alacağı tavrın ve ülke içindeki gelişmelerin” ABD’nin “ana çıkarlarının” bulunduğu BOP bölgesinde belirleyici olacağı belirtiliyordu.

5- “TBMM’den geçmeyen tezkere” ve TSK’nın ABD’nin istekleri doğrultusunda BOP'a dahil edilememiş olması Okyanus ötesindekileri daha da kızdırdı. 2004 yılının Nisan ayında BOP’u anlatan ABD Dışişleri bakanı Colin Powel Türkiye’yi “İslam Cumhuriyeti” olarak tanımladı ve aynen şu cümleyi kullandı; “Irak; Türkiye, Pakistan ve diğer İslam Cumhuriyetleri gibi bir İslam Cumhuriyeti olacak.”

6- Orta Doğu ve Orta Asya’da “kendi amaçları doğrultusunda” TSK’yı “tasarrufu” altına almak isteyen sadece ABD değildi. AB de aynı amaçta birçok giriş yaptı ve maalesef kağıt üstünde bazı kazanımlar elde etti. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül (bu arada hatırlatalım; bazı çevrelerin Cumhurbaşkanı adayı) AB Savunma Bakanları Konseyi toplantısına katıldı ve “Türkiye’nin AB muharebe guruplarında” yer almasını öngören anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşmaya göre; Türkiye, karar mekanizmalarında yer almayacak ama “AB’nin herhangi bir bölgedeki olaylara müdahale etmesini” sağlamak amacıyla oluşturulacak yapıya “güç” verecekti. Lütfen dikkat buyurun: Karar mekanizmalarında yokuz ama kaynak sağlamada tam bağımlıyız aynen Gümrük Birliği ve diğer AB ilişkilerimiz gibi.



Çok kritik bir dönem

Değerli dostlar, yukarıdaki hatırlamalar sonrası yeniden gelelim ana sorumuza; son 5-6 yıldır ve özellikle son birkaç yıl içinde neden içeride ve dışarıda TSK’nın yıpratılmasına yönelik faaliyet arttı?

Cevap çok zor değil:

1- ABD ve AB’nin bölgemizde uygulamak istedikleri politikalarda karşılarında gördükleri en büyük engel TSK. Böylesine organize büyük bir gücün varlığından rahatsız oldukları gibi, bu gücü kendi planları doğrultusunda kanalize edememeleri de onları adeta deli ediyor.

2- BOP'da, Türkiye’nin “dönüştürülmeye çalışıldığı İslam Cumhuriyeti” modeline de en büyü engel yine TSK.

Sonuç: Bu amaçları, yukarıdaki detayları ve son dönemde TSK aleyhine yürütülen kampanyaları üst üste koyun, göreceksiniz ki; her şey yerine oturacak. Bu noktada bilerek, bilmeyerek, isteyerek, rüzgara kapılarak TSK'ya sert eleştiriler getiren bu ülkenin finansal-entelektüel (“asker piyasayı bozdu” diyenler olduğu için “finansal”ı da koydum) takımına seslenmek istiyorum; yukarıdaki makro planın bir parçasıysanız, yolunuz belli, size sözüm yok. Ama “hayır ben buna alet olmam” diyorsanız, yazdığınız her satıra, söylediğiniz her söze çok dikkat edin. Çok kritik bir dönemden geçiyoruz ve bizim olan, bizim kalan bir orduya çok ihtiyacımız var, daha da olacak.

Not: Yukarıdaki detayları araştırırken Metin Aydoğan’ın “Türkiye nereye gidiyor?” kitabı ile tanıştım ve çok yararlandım. Detayları ince ayrıntısından yakalayan mükemmel bir kitap. 1939’dan başlayarak nereye geldiğimizi öğrenmek isteyenlerin mutlaka okuması gerektiğine inanıyorum.