Daha önce hiç işlenmemiş bir günah, inanan her insanda ürperti hâsıl eder. Genellikle ilk işlemenin ardından pişmanlık hisleri ağır basar.


Birkaç kere yaparsa alışır ve normal görmeye başlar. Bir süre sonra da tiryakisi olur ve o günah, hayatının olmazsa olmazları arasına girer. Bu hissî değişiklik zamanla itikadına da sirayet eder ve artık günah onu hiç rahatsız etmediği gibi o ülfete konu olan günahın niçin günah ve haram olduğunu da sorgulamaya başlar.

Bu açıdan amel-i sâlih tabir edilen iyilikler tek başına imanı takviye etmeye yetmeyebilir, günahlardan kaçınmakla da desteklenmesi gerekir.

Bir sohbet sırasında şöyle bir soruyla karşılaşmıştım. Bir arkadaş, alkol alan birisinin namaz kılıp kılamayacağını sordu ve aramızda şu konuşma geçti:

- Ara sıra alkol alan birisi namaz kılabilir mi?

- Namaz kılarken sarhoş olmamak şartıyla tabii ki kılabilir.

- Bir taraftan haram işlemeye devam ediyor ama!

- Gıybet de haram. Namaz kılanların içinde gıybet günahını işleyen insanlar yok mu? Onlar kılabildiklerine göre bunlar da kılabilirler.


Önce sevap yolları gösterilmeli


Burada önemli bir husus daha var. Bir insana bir haramı terk ettirip sevap işlettirmekten, bir sevaba teşvik edip haramı terk ettirmek daha kolay ve fıtrata daha uygundur. Namaz kılmaya başlayan kimse alkol kullanımını büyük ihtimalle zamanla terk eder. Önce alkolü bırakıp sonra namaza başlamak kişiye daha zor gelebilir. Namazın kötülüklere mani olan gücünü arkasına almadan bunu daha zor başarır.

"Namazlarınızı tastamam eda edin" emrinin, "İçki içmeyin" yasağından çok önce gelmiş olmasının, daha genel manada ise emirlerin yasaklardan önce gelmiş olmasının bir hikmeti de bu olsa gerek. Bu arada Efendimizin, "Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin" emrini bu çerçevede hatırlamada fayda var.

Günahları umursamamak ve zamanla günah tiryakisi olmak insanı yıkıma götürür. Günah öyle tatlı bir hastalıktır ki alışan onu kolay kolay bırakamaz. O öyle aldatıcı cazip bir kapandır ki şikayet edeni bile az sonra kendisine esir edebilir. Bütün bunlara rağmen tövbe kapısı da ardına kadar açıktır.


Günahlar nasıl alışkanlık haline gelir?


Devamlı tekrarlandıkları için alışılan günahlara karşı bünye, zamanla maalesef tepki verme özelliğini ve hassasiyetini kaybediyor.


Artık alışılan ve bir hayat tarzı haline gelen günahlara karşı insanlarda bir ünsiyet ve ülfet meydana geliyor

Geçen hafta bir grup arkadaşımla umredeydim. Akşamları aramızda Kur'an ve sünnet yörüngeleri sohbetler yaptık. Bir akşam vicdan mekanizmasından bahsetmeye çalıştım ve vicdanın günahlardan rahatsız olduğunu misalleriyle izah ettim. Bu sırada bir arkadaşım şöyle bir soru sordu:

- Bazı insanlar var, günah işledikleri halde hiç rahatsız olmuyorlar. Onlarda vicdan yok mu?

Elbette herkeste vicdan var. Bazı günahların bazı insanları rahatsız etmemesi şuna benzer: Bünyenin acıya tepki vermesi, sinir sisteminin sağlamlığını gösterir. Felçli birisi organlarını hissetmediği gibi onlara yapılan bir müdahaleyi de algılayamaz. Manevi bünyeleri felç olan insanlar da günahı günah olarak hissedemez ve rahatsız olmazlar.

İbadetlerden haz alma meselesi de böyledir. Bu durum bütün günahlar için söz konusu olabileceği gibi sadece bazıları için de olabilir. Zira devamlı tekrarlandıkları için alışılan günahlara karşı bünye, tepki verme özelliğini ve hassasiyetini kaybediyor. Artık alışılan ve bir hayat tarzı haline gelen günahlara karşı insanlarda bir ünsiyet ve ülfet meydana geliyor.


SÖZÜN ÖZÜ

1. Manevi bünyeleri felç olan insanlar günahı günah olarak hissedemez ve rahatsız olmazlar.

2. Alışılan günahlara karşı bünye, tepki verme özelliğini ve hassasiyetini kaybeder.

3. Bir insana bir haramı terk ettirip sevap işlettirmekten, bir sevaba teşvik edip haramı terk ettirmek daha kolay ve fıtrata daha uygundur.


Doğru yoldan ayrılmamanın formülü ne?


Aylaklıktan, başıboşluktan usanan, bunun çıkar yol olmadığını anlayıp doğru yola gelmeye karar veren mirasyedi bir adam, ülkesinin hükümdarına çıkıp doğruluktan ayrılmadan, dürüstçe yaşamak için kendisine bir yol göstermesini ister.

Hükümdar adama ağzına kadar dolu bir fıçı zeytinyağı verir. Bunu tek bir damla bile dökmeden şehrin bir ucundan öbür ucuna götürmesini ister ve bir damla dahi döktüğü takdirde hemen orada boynunun vurulacağını söyler. Yanına da kontrol için yalın kılıç iki gözcü verir.

Adam fıçıyı hükümdarın buyruğuna uygun şekilde bütün gücünü, dikkat ve zekasını kullanarak bir damla bile dökmeden şehrin bir başından öbürüne götürür. Sonra geri dönüp hükümdarın huzuruna yeniden çıkar. Verilen görevi eksiksiz yerine getirdiğini söyler. Hükümdar, adama sorar:
- Şehirde ne gördün, neye şahit oldun?


O gün şehirde pazar kurulduğu, her yanın iğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalık olduğu bir gündür. Buna rağmen adam şu cevabı verir:

- Efendim, ucunda can kaygısı da bulunduğundan fıçıdaki yağı dökmemek için öylesine bir dikkat içindeydim ki, bir an bile gözümü fıçıdan ayırıp çevreye bakamadım. Bu nedenle ne kimseyi gördüm, ne de bir olaya şahit oldum.

Hükümdar bu dersten sonra gönül rahatlığı ile tavsiyesini yapar:

- İşte yaptığın her işte, sana verilen her vazifede böyle dikkatli olur, kendini işine verirsen, Allah'ın her an seni kontrol ettiğini de aklından çıkarmazsan, hiç bir zaman doğru yoldan ayrılmazsın.


BUGÜN GAZETESİ
ALİ DEMİREL