Bir süreden beri bulunduğum ortamlarda, katıldığım programlarda dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştığım bir nokta var.

AK Parti’nin aldığı yüzde 50 oya bakanlar ve Meclis’in temsil kabiliyetinde yüzde 95’e ulaştığını görenler, “Bu kadar da felaket tellallığına gerek yok” dediler. Sık sık öngörülerde bulunduğumu gören kimi dostlarım da artık bu alışkanlığımı bırakmam gerektiğini söylediler.

Ben dostlarıma inat seçimlerden 3 gün öncesine denk gelen 9 Haziran’da “İktidar savaşından ölüm kalım savaşına” başlıklı bir yazı yazdım. AK Parti’nin banko iktidar olacağını bilen ve daha 30 Nisan’da yüzde 50 oy alacağını yazan biri olarak beni bu kadar endişelendiren ne idi?

Ergenekon denilen güce karşı bir savaş verilmişti. Bu savaşta hiç kimsenin azımsayamayacağı kadar da mesafe alınmıştı.

Ergenekon yapılanması, seçilmiş hükümete karşı ilk kez iktidarı kaybetmiş durumda görünüyordu. Hatta ipleri elinden kaçırmış gibiydi.

12 Haziran akşamı ortaya çıkan tablo ise yepyeni bir dönemin kapısını aralıyordu. Yeni bir AK Parti iktidarı demek savaşın bütünüyle kaybedilmesi anlamına geliyordu.

Savaşı kaybedeceğini anlayanlar, ölüm kalım savaşına girişir. Şimdi sergilenen oyun bundan ibaret.

Demokrasi ile yönetilen bir ülke düşünün. Seçim bittikten sonra gözler parlamentoya mı döner, yargıya mı?

İsteyenin elinde istediği şekle giren bir yargı olabilir mi? Birinin ak dediğine öbürünün kara dediğine hukuk denir mi?

Ali’ye bir türlü işleyen hukuk, Veli’ye başka türlü yürür mü? Yürürse bunun adına Türkiye’de “hukukun işlemesi” denilebilir. Ama imitasyon demokrasilerde bunu halka yutturabilirsiniz. Aleyhinde konuşmayı suç sayıp, aykırı hareket edenleri içeri tıkabilirsiniz.

Ne var ki, buna kimsenin inanmasını bekleyebilirsiniz.

2007 seçimlerinde Sabahat Tuncel’i milletvekili seçildikten sonra cezaevinden tahliye eden hukuk, şimdi Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’a işlemiyor.

Hatip Dicle’nin katalog suçlardan birini işlediği ve bundan 1.5 yıl önce mahkum olduğu bilgisi hukuk sistemi içinde ancak seçimden 3 gün önce geliyor.

Yargıtay’da bir kişinin dosyasının içinden evrak çalınarak karar verilmesi geciktirilerek Meclis’e taşıyan sistemle, Hatip Dicle’nin aday olamayacağını gizleyip, sandıkla senkronize bir şekilde ortaya koyan aynı el.

Eğer ikisinde dönen elin aynı olduğunu göremezsek doğru yolda olmadığımızı bilelim.

Demokrasilerde ve hukuk devletlerinde bir kişinin nasıl aday olacağı ya da hangi hallerde aday gösterilemeyeceği belli kurallara bağlıdır.

Şimdi Türkiye’nin önünü tıkayan oyunlar, daha ilk günden itibaren en acımasız şekilde sergilenmeye başlandı.

Amaç, bu Parlamento’ya yeni anayasayı yaptırmamak…
Amaç, Ergenekon yapılanmasının öteki ayaklarına operasyonların sirayet etmesini engellemek…
Amaç, halkın seçtiğine iktidarı vermemek çabasıdır.

Koparılan kıyamete karşı Türkiye yolunda ilerlemeyi sürdürecek.

Olan bu ülkenin kaybedilen zamanına olacak.
Olan bu ülkenin kaybedilen insan gücüne olacak.
Olan bu ülkenin parlak geleceğine olacak.
Olan bu ülkenin birikimine olacak.

Kandil ile İmralı arasına sıkışan BDP'lilerin tercihini silahtan değil, siyasetten yana koyması gerek.
Bu sorunların doğurduğu sonuçlardan yararlanmak değil de sorunları ortadan kaldırmak istiyorsa bulunması gereken yer Meclis olacaktır.



Ünal TANIK
Rotahaber

[email protected]



Editör: TE Bilisim