Bir dakika Sayın Başbakan, olmuyor, hiç olmuyor.. Öyle parti toplantılarında bindirilmiş kıtaların karşına geçip, kendinizi öfkenizin ve güçlü belagatinizin fırtınalarına terk edip, yüksek ses perdesinden esip gürlemekle hiç olmuyor...

Bu öfkeli hitabetiniz -ki bir sanat dalı olduğunu söylemiştiniz- karşısında size yanıt vermenin tehlikeli bir uğraş olduğunu teslim ediyorum. Ama dünkü konuşmanızda Milliyet’in adını sıkça geçirdiğiniz için bu gazetenin yöneticisi olarak ben de zat-ı devletlerine bir şeyler söylemek durumundayım.

Bir de son iki haftadır her hafta sonunu gazetecilik üzerine attığınız nutukları dinleyerek geçiriyorum. Meslek kıdemi 33 yılı bulan bir gazeteci olarak bu durumdan biraz alınmaya da başladım doğrusu...

Özellikle her vesileyle gazetecilik kurallarından ve basın ahlakından söz etmeye başlamanız karşısında artık suskun kalamazdım... El atmadığınız bir bu kalmıştı doğrusu...

Örneğin önceki gün, “Basının da tabi olduğu ahlak kuralları vardır. Yok diyebilir misiniz?” dediniz. En iyisi buradan başlayalım...

SİZ SİYASİ AHLAK KONUSUNDA NE YAPTINIZ?

Türk basınının etik ölçüler açısından kat etmesi gereken önemli bir mesafe olduğu doğrudur. Ancak herkesin önce kendi mutfağına çekidüzen vermesi gerekiyor. Altı yıldır bu ülkenin başbakanısınız.

Siyasi ahlak kurallarının Batı ölçülerine getirilmesi konusunda AB’yi içi boş vaatlerle oyalamak dışında tek bir adım attınız mı?

Örneğin milletvekillerinin, başbakanların tabi olacakları ahlak kurallarını tanımlayan bir etik yasası hazırladınız mı? Hayır, yapmadınız. Böyle konuların sizin gündeminizde olmadığını biliyoruz. Zaten başbakanlığınızın ilk döneminde iki şirketinize ek olarak üçüncü bir şirket daha kurup işlerinizi bayağı büyütmüştünüz. Bazı gazetecilerin “Hayırlı işler Tayyip Bey” şeklindeki uyarı yazıları üzerine şirketlerinizi satmak zorunda mı kalmıştınız yoksa?

ALMAN SAVCIYA KIZIN, BİZE DEĞİL

Hem önceki günkü hem de dünkü konuşmanızda ağırlığı yine Almanya’daki Deniz Feneri e.V.’den size para gönderildiği yolundaki iddialara verdiniz. Milliyet, bu haberi CHP lideri Deniz Baykal’ın ağzından vermişti. Kaldı ki, Baykal da iddianameden alıntı yapıyordu.

Burada sorununuz Milliyet ya da Doğan Grubu ile değil, iddianameyi hazırlayan Frankfurt’taki Alman Savcı ile...

İddianamenin Türkçe çevirisinde paranın Başbakan’a gönderildiği iddia ediliyor. Dünyanın her yerinde bu haberdir. Şahsen, söz konusu iddianın doğru olabileceğine hiç ihtimal vermiyorum. Ama Baykal’ın bu sözlerine sansür de uygulayamazdık.

HER ŞEYE SİZ Mİ KARAR VERECEKSİNİZ?

Basınla ilgili bütün açıklamalarınızda, karşımıza çok temel bir sorun çıkıyor. Bu sorun, neyi yazıp neyi yazmamamız gerektiği, hatta manşetleri bile nasıl atmamız gerektiği konusunda kendinizi yetkili görmeniz. Çünkü her şeye siz karar vermek istiyorsunuz. Bu, sizin her şeye hükmetmek isteyen otokratik yönetim anlayışınızın bir tezahürü aslında...

Basında farklı seslerin ifade edilmesine tahammülünüz yok. Keza, sizi sorgulayan, eleştiri hakkından feragat etmeyen gazetecilerle aynı ortamda bulunmaya da pek tahammül edemiyorsunuz, mutedil ortamları tercih ediyorsunuz.

SÖZ İFTİRADAN AÇILMIŞKEN

Bir de çok yadırgadığım bir yönünüz var. Size bir iftira atıldığında haklı olarak çok kızıyorsunuz, kıyameti koparıyorsunuz. Kızmakta haklı olduğunuzu düşünelim. Ama siz de Doğan Grubu’nu hedef alan “kâğıt kaçakçılığı” gibi iddiaları tekrarlamaktan geri kalmıyorsunuz. Üstelik kaynağını da bilmiyorsunuz bu iddiaların, “basında yazdığına göre” diyorsunuz...

Moral açıdan haklı bir zeminde durmak istiyorsanız, size yapılmasını istemediğiniz şeyleri başkalarına yapmayacaksınız.

Daha vahim bir nokta... CHP’nin, SPK Başkanı’na baskı yaptığınıza ilişkin iddiaları için “İspatlayamayan şerefsizdir, alçaktır...” dediniz. Sizin mantığınızı izlersek, ispatlanamayan her iftiranın sahibi için bu tür ağır ithamların geçerli olması gerekmez mi?

Dün, Doğan Yayın Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Aydın Doğan’ın, bir konuşmanızda bizleri kastederek size “Bunlara söz geçiremiyorum” dediğini aktardınız. Medya patronlarına gazetecileri şikâyet etmek gibi bir alışkanlığınız olduğu anlaşılıyor. Ancak aldığınız yanıt, bizim grubun öyle emir komuta sistemi içinde hareket etmeyen bir organizasyon olduğu hakkında size fikir vermiş olmalıdır. Cemaat türü yapılaşmalardan farklı bir işleyiş söz konusu burada. Böyle olduğunu kolaylıkla istihbar edebilirsiniz. Sizin kulağınız her yerde... Öyle değil mi Sayın Başbakan?

BİR ZAMANLAR KASIMPAŞA...

Çok yadırgamaya başladığım bir yönünüz de, bir lafı söyleyip, sonra “Ben söylemedim” diye geri adım atmanız. Ne demek istediğimi bir örnekle açıklamak istiyorum. Dünkü konuşmanızın bir yerinde şöyle dediniz:

“Bir de yandaş medya diye bir şeyden bahsetmişim. Doğan Grubu’nun ücretli kalemşörlerinden bahsetmişim. ‘Bizim o kadar yok’ demişim... ‘Benim o kadar yok’ diye bir ifade kullanmadım. Yok... Benim zaten böyle bir medya grubum olsa çıkar bağıra bağıra açıklarım...”

Bu sözlerine bakıp, Başbakan’ın böyle konuşmadığını düşünenler yanılacaklar. Şimdi Anadolu Ajansı’nın tam bir hafta önce, 7 Eylül tarihinde saat 17.28’de geçtiği, Başbakan’ın Bayrampaşa konuşmasıyla ilgili haberin en sonunda yer alan şu sözlere bir göz atalım:

“Çünkü senin maaşlı yazarların var, silahşörlerin var. Benim o kadar köşe yazarım, silahşörüm yok. Senin bu noktada maaşlı, paralı silahşörün bol. Millet bunu görüyor...”

Bizim bildiğimiz, eskiden Kasımpaşa raconunda ağızdan çıkan sözün arkasında durulurdu Sayın Başbakan...

Ayrıca bazı sözleriniz gerçeklere tekabül etmiyor. Örneğin, dün Şişli’deki konuşmanızda, gazetemizde geçen haftaki Bayrampaşa konuşmanıza yer vermediğimizi ileri sürdünüz. Doğru değil. Sözlerinizi oldukça geniş bir şekilde vermiştik. Buna rağmen bizi nasıl böyle suçladığınızı doğrusu anlayamıyorum.

DAMAT MEDYADA SÖZ SAHİBİ OLUNCA

Ancak konuşmalarınızda önemsediğim ve olumlu karşıladığım bir gelişme de var. Yanlış hatırlamıyorsam ilk kez “çıkar çatışması” (conflict of interest) kavramını kullandınız. Bu, bir kamu görevlisinin ya da gazetecinin kendi özel çıkarını etkileyebilecek durumlarda -ve yakınlıklar söz konusu olduğunda- tutum ya da karar almaması anlamına geliyor.

Bu ilkeyi çok geniş bir şekilde tefsir ediyorsunuz. Sizin bu tefsirinizden yola çıkarsak, hiçbir konuda hiçbir haber yazmamamız gerekir. Bu başlıkta size bir şey söyleyeyim. “Çıkar çatışması” söz konusuysa, basınla ilgili tartışmalara sizin hiç girmemeniz gerekebilir. Çünkü damadınız Türkiye’nin ikinci büyük medya grubuna sahip olan holdingin en üst düzey yöneticisi. Onun kardeşi de bu medya grubunun yöneticisi ve hissedarı. Siz basının bir kesimini hedef aldığınızda, doğrudan ailenizden kaynaklanan bir “çıkar çatışması” durumu ortaya çıkıyor.

LÜTFEN YAV DİYE KONUŞMAYIN...

Bakıyorum, son dönemde konuşmalarınızda sıkça cümlelerinizin başında ya da sonunda “yav” şeklinde, daha çok argoda başvurulan bir hitabet tarzı kullanıyorsunuz. Dün de birkaç kez yaptınız, örneğin “Yav, insan hiç mi yerini, sınırını bilmez” dediniz...

Sizden ricam, lütfen bu ağızla konuşmayı bırakın. Okulda böyle konuşmamaları öğretilen küçük çocuklar da örnek alıyor sonra sizi...

MEDENİYETLER BULUŞMASI MI?

Son olarak, “mezhebi geniş”, “ar damarı çatlamış” gibi hakaretamiz sözleriniz biraz ayıp kaçıyor. Benzer suçlamalar bakarsınız bir yolsuzluk olayına ses çıkarılmadığı durumlarda AKP’liler için de kullanılabilir.

Bu üslup hiç şık değil. Bakın İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero “Medeniyetler Buluşması” toplantısı için bugün İstanbul’a geliyor. Birleşmiş Milletler’in de desteklediği bu projede, İspanya Hıristiyan, Türkiye ise İslam dünyası adına bir araya geliyor, bütün dünyaya bu iki dinin el ele tutuşabileceğini gösteriyorlar.

Türkiye, belli medeniyet ölçülerini temsil ettiği için bu projeye dahil edildi... Sizin bu üslubunuz ile Medeniyetler Buluşması’na atfedilen değerler maalesef pek yan yana durmuyor. Neyse ki, BM Genel Sekreteri ve İspanya Başbakanı Zapatero partinizin ilçe kongrelerine katılmıyor.

Sedat Ergin
[email protected]