Kendisini sarmalayan zindanların farkında olmayan insanoğlunun en büyük ahmaklığı, her şeyin en doğrusunu kendisinin bildiğini ve kendi aklına yatan çözümlerinin dışındaki tüm çözümlerin aptallık olduğunu düşünmesidir.

Ahmaklığın zirveye çıktığı o anlarda, "şerefsiz, hain, satılmış, kafir, geri zekalı" kelimeleri havada uçuşur. Bu sözlere muhatap olan karşı taraf da 'asıl sizsiniz' diyerek gerilimi büyütür.

Çözümün bulunmasını istemeyenlerin sevincinin doruğa çıktığı anlar o anlardır. Çünkü hem konuyu tartışanları iki ayrı kesime ayırmayı, hem de o kesimlerin aynı seviyesizlik düzeyine indirgenmesini sağlamış olarak bir taşla iki kuş vurmuşlardır.

Gerilim ne kadar büyürse çözüme ulaşmak o kadar imkansızlaşır. Gerilimin zirveye ulaştığı zamanlarda, aklı selim ve ilim ehli olanların fedakarlığı bile olası faciaları engelleyemeyebilir.

Bırakın sıradan insanları Hz. Muhammed gibi alemlere rahmet ve adalet saçmış en yüce insanın kokusuyla yaşamış ve onun erdemlerinden feyiz almış sahabeler bile gerilim belasıyla baş etmekte zorlanmışlardır.

Örneğin Halife Osman'ın evinin kuşatıldığı günleri düşünün. Fitnenin kan kokusu özlemini hararetlendirdiği o günlerde, icratlarından dolayı eleştirdikleri halde oğulları ile birlikte Hz. Osman'a kırba kırba su ve yiyecek taşıyarak gerilimi azaltmak isteyen Hz. Ali'nin çabaları sonuçsuz kalmadı mı? Üstüne üstlük suç, katliamı engellemenin yollarını arayan o mübarek insana yıkılmadı mı?

Aslında çoğu zaman çözüm için üretilen fikirler, ne tamamen yanlış, ne de tamamen doğrudur. Her çözüm üreten sorunun kendi gördüğü kesitine göre çözüm önermiştir. Ve sosyal vakaların pek çoğunda, gerçek çözüm; tüm çözüm önerilerinin asgari müştereklerinde uzlaşmaktan geçer.

Uzlaşmanın yolunu tıkamak istemeyenler, kendi çözümlerinin yanlış algılanan yönlerini feda etmek zorunda kalabilirler.

Örneğin Alevi ve Sünnilik konusunda tartışma yaşanıyorsa, Hz. Osman ve Hz. Ali üzerinden sonuca gidemezsiniz. Herkes aklı selim ve ehli bilim olmadığı için gerilimin şiddeti inanılmaz boyutlara ulaşabilir. Ama İmam Cafer ve İmam Ebu Hanife asgari müştereğinde uzlaşmak ve sorunların çözümüne oradan başlamak mümkündür....

Ve tarihi tecrübeler göstermiştir ki ihtilafların çözümünde çoğu zaman haklı olan taraf, en büyük fedakarlığa razı olan taraftır,

Örneğin Türkiye'nin gerçek sahipleri olduğunu iddia eden iki taraf var şimdi karşımızda ve her iki taraf da onu diğerinden çok sevdiğini iddia ediyor.

Şahri fikrim odur ki en çok fedakarlığa razı olan taraf, meselenin haklı olan tarafıdır ve Türkiye'yi diğerlerinden fazla sevmektedir.

Hz. Süleyman'ın iki kadının annelik iddiası karşısında bulduğu çözümü düşünün: İki anne adayı var ve her ikisi de çocuğun annesi benim diye ayak diriyor. Kral Davut'un çaresiz kaldığı sorunu Hz: Süleyman çözüyor: Çocuk ortadan ikiye kesilsin ve her parçası bir kadına verilsin...

Hangisi öne atılıp, "Hayır, çocuk o kadının olsun" diye haykırdı dersiniz?....

Peki, "gelin Türkiye'yi ortadan ikiye bölelim ve bir parçasını Kürtlere bir parçasını Türklere verelim" teklifi yapsak, sizce hangi taraf "Hayır bu ülke bizim değil onlarındır" diye öne fırlayabilecektir?

Eminim ki her iki tarafın anaları da "Hayır bölmeyin, onların olsun" diyecektir... Peki ya babaları?

Yaşar İliksiz
Haber 7

[email protected]

Editör: TE Bilisim