Aklımıza aniden düşüveren her düşünceye karşı, usumuzun bir dehlizinde hazır tuttuğu 'mi' soru ekine ilaveten 'acaba' kelimesi dilimizin altında nöbette şu sıralar...

Ankete gerek yok. Demokrasi deneklerinden oluşan her ülkede, insanların en çok kullandığı cümle "Öyle mi acaba" değil midir zaten?

Anketini tamamlamış ve sonucundan yüzde yüz demokrasi çıkmış ülkelerde bilinçli bir sorgulama ifadesidir bu. Ancak aynı soru, gri renkli memleketlerde vatandaşın 'sudan çıkmış balık' halini yansıtır. Böyle zamanlarda (ki bizde bu genelde hep böyledir) neyin aslında ne olduğu, nasıl olduğu zamana göre değişir, kavramlar farklılıklar gösterir. (Milli irade, demokrasi, darbe vb.) Tıpkı bugün olduğu gibi!

İçinden geçtiğimiz bu gergin süreçte 'gerçeğini anlama sözlüğü' yine en temel ihtiyaç olup çıkıverdi. Özellikle de 'Nasıl bir ülkede yaşıyoruz' sorusuna içinde doğru cevaplar barındıran bir sözlüğe...

Ne Ergenekon Soruşturması...

Ne AKP'nin kapatılması istemiyle açılan dava...

Ne darbe iddiaları...

Ne de faili meçhuller...

Bilakis, failleri belli bir olay üzerine kalem oynatacağım bugün...

İşte anlatıyorum.

Biricik oğullarını kaybetmişlerdi. İki yıl boyunca umutlarını yitirmeden aradılar Semih'i...

En çok da morglarda... Bilgi aldıkları polis merkezi, her kimliği belirsiz ceset bulunuşunda onları arayıp morga davet ediyordu. Ve her telefonun ardından akıllarında hep aynı soru beliriyordu; yoksa Semih ölmüş müydü?

Tam iki yıl boyunca kalpleri yerinden fırlayacakçasına morga koştular. Kimi zaman parçalanmış bir yüzde...

Kimi zaman kömürleşmiş bir bedende oğullarını ölü olarak bulma korkusuyla yüzleştiler. Yine böyle bir telefonun ardından çıktılar yola... Anne Birsen Dizbay eşine 'Bu kez ona gidiyoruz' dedi. İçine doğmuştu. Maalesef doğruydu. Yapılan DNA testi sonucunda bir cesetten geriye kalan kemiklerin oğullarına ait olduğu ortaya çıktı. Yıkıldılar...

Oğullarını son yolculuğuna uğurlamak için Adli Tıp'a gittiklerinde bu kez daha ağır bir yıkım bekliyordu talihsiz anne-babayı... Cenaze arabasında tabut içinde bekledikleri oğullarını çuval içinde teslim aldılar! Semih'in kemikleri bir çuvala doldurularak adeta bir çöp gibi verilmişti aileye...

Baba Hüseyin Dizbay bir elinde baston diğer elinde oğlunun kemik çuvalıyla ona bu zulmü yapanlara lanetler yağdırarak ayrıldı oradan... Onu bu halde gören Birsen Dizbay 'Bunu oğluma yapanlar kansızdır' diye haykırıyordu. Bir ajansın geçtiği fotoğrafta karşılaştığımız bu tablo, o karın ağrısı soruyu bizlere bir kez daha tekrarlattı; Nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Aslında bu sorunun cevabı da aynı olayın perde arkasında gizliydi.

İzmir Mezarlıklar Müdürlüğü kendilerinden yalnızca cenaze arabası istendiği için tabut göndermemişti. Yani Adli Tıp yetkilisi aradığında cenaze aracıyla birlikte tabut isteseydi, pekala o da gönderilebilirdi! Oysa yalnızca cenaze aracı istenmiş, tabut talep edilmemişti!

İşte nasıl bir ülkede yaşıyoruz sorusunun cevabı tam da burada gizli; Cenaze arabasında tabutun ekstra görüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Maalesef gerçek bu!

Erhan Çelik
[email protected]
Bugün
Editör: TE Bilisim